Türkçe



PDF indir

 

 



Yürütme Kurulu üyelerine sorduk: BHH etkisiz mi kalacak?

İzlenme 1539

BHH'nin kendi meclislerinde binlerce kişinin katılımıyla günlerce süren seçim politikasını belirlemeye yönelik tartışmaları, geçtiğimiz hafta nihayete erdi. Alınan kararlara ve bundan sonraki mücadele dönemine lişkin sorularımızı BHH Yürütme Kurulu üyeleri Önder İşleyen, İlhan Cihaner ve Mehmet Kuzulugil’e sorduk.
 
Birleşik Haziran Hareketi, seçimlerde herhangi bir parti ile ittifak yapılmayacağını ve asıl olarak Haziran meclislerini ve sokak mücadelesinİ güçlendireceğini vurguladı. Hareketin seçimlerle ilgili açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz? Seçim tartışmaları sürecinde etkisiz kalma tehlikesi var mıdır Birleşik Haziran Hareketi'nin? Böyle olmaması için nasıl bir pratik geliştirmeli bu süreçte?
 
ÖNDER İŞLEYEN
 
Haziran Hareketi, seçim tutumunu meclislerinde yürüttüğü tartışmalarla belirledi. Yüze yakın mecliste, binlerce Hazirancı bir araya gelerek, seçim tutumuna ilişkin görüş belirtti. Üzerinden atlanıyor ama bu durum, Hareket'in karar alma ve siyaset yapma biçimine ilişkin, en az aldığı karar kadar önemlidir.
 
Seçim tartışmalarına baktığımızda siyasetin matematikleştirildiğini görüyoruz. Sandık aritmetiği üzerine kurulan ittifak tartışmaları karşısında, Haziran, seçimlere politik bir müdahalede bulundu.
 
Bu karar, bir yönüyle AKP karşısındaki ilerici güçlerle -parlamentoda temsil üzerinden müzakereyi reddeden- bir dayanışmayı içeriyor. Bu basitçe oy üzerinden de değerlendirilmemelidir. Haziran, Gezi’de sokağa çıkan ilerici halk kesimlerinin tümüyle, AKP karşısında birlikte mücadele edeceğini ortaya koydu.
 
Ama Haziran’ın seçim tutumu verili siyaset içinden bakılarak anlaşılamaz. Kimilerinin biraz da hasmane olarak, Haziran’ın seçim tutumunun aslında bir şey söylemediği yönündeki görüşleri, temelde iki ayrı siyaset tarzına ilişkin derin bir ayrımdır. Seçimler kuşkusuz ki önemli bir uğraktır. Ancak, seçimi son çıkış olarak gören abartılı değerlendirmeler eşliğinde, neredeyse tüm politik iddia ve ayrımları silikleştiren bir düzleşmeye şahit oluyoruz. Haziran, bu düzleştirmeye dahil olmadı. Çünkü, bizim için AKP düzeniyle hesaplaşma, aynı zamanda ülkenin devrimci anlamda yeniden kuruluşundan bağımsız ele alınamaz. Bu anlamda mezhepçi faşizme karşı direnişimiz aynı zamanda halkın biriken öfkesinin, -AKP’nin yeni versiyonlarını yaratmaya dayanan- restorasyon karşısında da pasifize edilmesine/düzen içileştirilmesine karşı da bir barikattır. Bu anlamda Haziran bir toplumsal muhalefet örgütü olmanın ötesinde politikleşmiş toplumsal direniş örgütüdür. Haziran’ın seçim tutumunu belirleyen budur.
 
Hazirancılar bu anlamda kendi iddialarına sahip çıkarak bir seçim politikası belirlemiştir. Bu karar, basitçe “Haziran sandık yerine sokağı işaret etti” diye de okunamaz. Elbette bu dönemde aktif bir sokak mücadelesi yürüteceğiz. Ancak tüm eylemlerimiz halkın birleşik direnme zeminlerini geliştirme ve güçlendirme temel hedefine bağlı olarak gerçekleştirilecek.
 
Haziran Hareketi, henüz seçime ilişkin bir tutum açıkladı. En kısa zamanda ise direniş takvimini açıklayarak, 13 Şubat Boykotu'nda ortaya çıkardığı yaygın direnme mücadelesini bir adım daha ileri taşıyacak. O yüzden kimse seçimlerin sandık düzlemine sıkışacağını düşünmesin. Haziran, siyasete, bulunduğu yerden mahallelerden, işyerlerinden, sokaktan müdahale edecek. O yüzden etkisiz kalma riskinden söz edilemez. Aksine Haziran’a kadar ve sonrasında seçimlere de, Haziran damgasını vuracaktır.
 
İLHAN CİHANER
 
BHH’nin aldığı karar, sadece Türkiye Yürütmesi’nin ya da sekreteryanın aldığı bir karar değil. Çünkü Haziran Hareketi daha ilk ortaya çıktığında meclislerin, toplumun, kendisini oluşturan yapı ve bireylerin tamamının yerelliklerde oluşturduğu iradeyi yürüteceğini, onun kaygı ve öncelikleri üzerinden siyaset yapacağını zaten deklare etmişti.
 
Türkiye’nin her yerindeki meclislerde seçimler tartışıldı, bu tartışmalar raporlandı, raporlar Türkiye Yürütmesi’ne geldi ve Türkiye Yürütmesi bu raporları iki gün boyunca tartışıp aynı doğrultuda bir pozisyon açıkladı. Böylesine demokratik bir yaklaşımdan bahsediyorsak, bunun üzerine çok da tartışma yapmamak lazım. Tabii ki farklı görüşler de vardı. Ama nihayetinde, tartışmalar sonucunda bu karar çıktı. Ben de bu pozisyonun doğru olduğunu düşünüyorum. Her şeyden önce taktik olarak doğru. Çünkü seçim gündemi Haziran Hareketi’nin ortaya çıkışında, tırnak içinde söylüyorum, biraz dezavantaj yarattı. Niye? Çünkü toplum, parlamenter sistemin oluşturduğu bir siyasi iklimde somut şeyler istiyor. Yani sandığa gideceğiz ve orada bir tercih belirteceğiz, bu çerçevede ne yapmalıyız? Bu da AKP’nin yarattığı bu faşizan ortamda kristalize olamamış bir ana yönelim bulunmadığı için, Haziran Hareketi’ni biraz sıkıştırıyordu, pozisyon alma noktasında.
 
Burada yerel meclisler, sahiden optimum bir yaklaşımda bulundu. Benim de katıldığım bir yaklaşımdı bu. Seçimi de önemsediğini, ama sadece oy verme şeklinde gelişecek bir tavrı aşan, boykot gibi, AKP’nin dayattığı başkanlık sistemine karşı eylemlilik gibi tutumları işaret ederek bir karar aldı. Hem BHH’yi bir arada tutan dinamiklerin seçim gündemini bir arada atlatmaları hem de toplumsal muhalefetin kendi gündemleri gereği, parlamenter sistemin kısıtları nedeniyle boş bıraktığı alanı sokakta, eylemlerle, politik faaliyetlerle doldurması açısından bu süreci önemsiyorum.
 
Bakın, 13 Şubat Boykotu, AKP iktidarı boyunca ilk kez AKP’nin belirlemediği, kontrol edemediği, manipüle edemediği bir gündem yarattı. Başarılı ve son derece barışçıl bir eylemdi. Özellikle AKP medyasının, son zamanlarda Haziran Hareketi üzerinden bir kriminalleştirme girişimi olduğunu hissediyoruz. Bunun ne kadar büyük bir kara propaganda olduğu, zaten o barışçıl eylemliklerle açığa çıkmış oldu. Yine yapılacak işler de bu çerçevede olacaktır. Tabii ki polis şiddetine, anti-demokratik uygulamalara karşı direniş zaten doğal olarak gelişir. Bunun hukuki zemini de vardır. Boykotla birlikte, Anayasal haklar çerçevesinde, hatta itaatsizlik diyebileceğimiz eylemler gerçekleştirildi. Önümüzdeki süreçte bu tarz eylemler elimizi güçlendirecektir.
 
Kendisini bir şekilde Haziran’la ilişkilendirmek isteyen bazı sol-sosyalist yapıların, örneğin başkanlık sistemine yanıtı, bazen taktiksel olabiliyor. Mesela bir kesim başkanlık sistemini federatif sistemle birlikte ele alırsa, kendi siyasi programı gereği pekâlâ tartışılabilir olduğunu düşünebilir. Ama Birleşik Haziran’ın böyle kısıtları yok. Dolayısıyla Haziran, AKP’ye doğrudan, cepheden karşı çıkabilecek bir hareket, aynı eğitimin dinselleştirilmesi, gericileştirilmesi konusunda olduğu gibi. Onun için ben bu tavrın, ortadaki boşluğu doldurabileceğini düşünüyorum. 
 
MEHMET KUZULUGİL
 
Varılan sonuca değer veriyoruz. Bu değerin ölçüsünü şöyle ifade edeyim: Bardağın “şimdilik” sadece yarısı dolu.
 
Haziran, kendisini “solun birliği” olarak ortaya çıkarmadı, ama şunu görmek lazım, temelinde yer alan ihtiyaç, ülke solunun, düzen dışına bakan solun kendi alanını ortaya çıkarma, ülke siyasetinde soldaki boşluğu imar etme ihtiyacıydı. Bu ihtiyaç, solun farklı ikilemler içinde sıkıştırılmasını göğüsleyerek giderilebilirdi. Milliyetçilik-liberalizm ikilisinin sosyalist sola ayrı bir yaşam alanı tanımama kararlılığını biliyoruz.
 
Güncel olan sorunsa, Türkiye solunun seçimler vesilesiyle bir kez daha bir tercih yapmaya zorlanmasıdır. Her birinin AKP diktatörlüğünün bu şekilde semirmesinde payı tartışılmaz olan iki özne, cumhuriyetçi CHP ve ulusal kurtuluşçu HDP solu bağımsız kimliğini, kendi kapladığı alanı “taktik” nedenlerle boşaltmaya zorluyor.
 
Haziran’ın içeriden ve dışarıdan unsurlarla taşınan bu baskıya göğüs germeyi başarması bile başlı başına bir politik etkinliktir. Seçim sürecinde Haziran’ı etkisiz kılacak olan ise bu tercih değildir. Aksine Haziran, seçimler konusunda yaratılan akıl dışı algıları kabullenseydi etkisiz kalırdı.
 
Haziran’ın geliştirmesi gereken pratiğe ilişkin şunu söyleyebiliriz: “Sandıkta AKP’yi geriletmek” edebiyatı en çok AKP’ye yarıyor. Sonuçta bu yaklaşım AKP’nin sandık oyununu kabullenmek anlamına geliyor. Haziran eğer, sandığı oturduğu tahttan indirirse bu başlı başına bir kazanım olur.
 
Bir de ortaya çıkan karar metni ile ilgili bir not düşeyim. Bu metinde çok hafifçe geçilen bazı noktalar, işaret ettiklerinin ötesinde önemlidir.
 
Örneğin metinde “milletvekilliği üzerinden kimseyle müzakere yapmadık” deniyor. Bu fazla kaba bir okumayla, Haziran’ın kendisine yönelebilecek bir eleştiriyi yanıtlaması anlamına gelir: “Yapmadık.” Oysa bu cümlede bir incelik daha var. Bu cümle “Meclis’te 10 tane sosyalist olsa fena mı olur”, “HDP ile CHP’den 5’er 10’ar milletvekilliği alsanız ya” tartışmalarına da bir yanıttır. Gelinen nokta bu konuda da bir arınma, bir temizlik, bir zihin açıklığıdır.
 
Geniş bir toplumsal kesimin artık Meclis'in, Meclis muhalefetinin anlamını sorguladığı görülüyor. Böyle bir uğrakta AKP zorbalığına karşı mücadele edenler nereye odaklanmalı?
 
ÖNDER İŞLEYEN
 
Haziran meclislerinde birleşme çağrısı, başlı başına büyük bir siyaset iddiasıdır.
 
Hani şimdi oy tutumu yok o yüzden siyasetsiz kalındı eleştirileri, yersiz olmanın ötesinde daha önce de ifade ettiğim gibi iki farklı siyaset anlayışını ifade eder. Özellikle Gezi Direnişi’nin ardından pek çok kimse forumlar-meclisler üzerinden temsil demokrasi karşısında bir seçenek yaratma imkânınından söz ediyordu. Ancak görülüyor ki seçimler gündeme gelince neredeyse kimse bundan söz etmez oldu. Haziran bu anlamda Gezi’nin iddialarına, ortaya koyduğu birikime de sahip çıkarak, bugün Saray’ın bir odasına dönüştürülmüş ve kapitalizmin krizine paralel olarak her yerde krize sürüklenen temsili demokrasinin mekanizmaları karşısında, meclisleriyle, bir alternatif yaratmaya yöneliyor.
 
Devrimci siyaset artık kendini düzen sınırlarına hapsederek gelişemez. Emperyalizmin hızla derinleşen bunalımı ile birlikte ülkemizde de bir yönetme krizi derinleşiyor. Buraya devrimcilerin müdahalesi, her aşamada düzen dışı çözüm yolları geliştirmek, bunu zorlamak olmalı.
 
Haziran tam da bunun için var. Ve böyle bir siyaset zeminini doldurmaya başladı. İnsanlar gidip oy verecek olsa da sonuçta bu onların umutsuzluğunu ortadan kaldırmıyor. Haziran bu umutsuz geniş kesimlerin, umut kaynağı haline geliyor.
 
Haziran meclisleri AKP zorbalığına direnen tüm insanlara, kazanmanın ancak halkın örgütlü ve birleşik gücüyle mümkün olacağını göstermeye başladı. Bunu daha büyük bir kuvvetle ortaya koymalıyız. Şimdi, Haziran Türkiyesi’ni kurmak için, Haziran meclislerinde birleşme çağrısını büyüteceğiz.
 
İLHAN CİHANER
 
Yüzde on seçim barajı... Muhalif, sol-sosyalist partilerin büyük bir handikapı. Meşruiyet tartışması çok daha doğru zeminlerde, baştan itibaren yapılmalıydı. Örneğin tutuklu milletvekilleri vardı ve parlamento ayıplı bir şekilde açıldı. Ayrıca yüzde on seçim barajı olan bir sistemde parlamentonun meşruiyeti zaten tartışmalıdır. Hazine yardımı... Düşünün, halkın parasını sistem, daha çok kollanması gerekene değil, zaten iktidarlaşmış olana aktarıyor. Lider sultasından tutun parlamentonun işleyiş tarzına, yasa yapma sistemine kadar... Torba yasa diye bir şey var ve üç muhalefet partisi, bu kadar önemli maddeler üzerinde, beşer dakikadan 15 dakika konuşabiliyorsunuz. İnsanların yaşamını, gelir düzeyini etkileyecek, inanılmaz önemde maddeler, hiç tartışılmadan geçirilebiliyor. Dolayısıyla parlamentonun meşruiyetini temelden sorgulayacak çok güçlü argümanlar var. Bu açıdan Meclis’te son yaşanan olayları, fiziksel saldırıları bunlarla birleştirerek tartışmak gerekir. Kanun hükmünde kararnamelerle devletin esas teşkilatını değiştirecek düzenlemeler yaptılar. Ya da, Cumhurbaşkanı bu yasa çıkacak diyor. Cumhurbaşkanı böyle bir şey diyemez. Böyle bir şey dediğinde, zaten parlamento bir parlamento olmaktan çıkıp, emir-komuta içerisinde çalışan bir yasamatiğe dönüşüyor.
 
Örneğin birçok yurttaşımız “çekilin” diyor. Ben de doğrusu, belli kritik noktalarda çekilmeyi savunan biriyim. Ama şu andaki konjonktür buna çok elverişli değil. Karşımızda “muhalefet partisi çekildi, bundan sonra yapacağımız yasalarda bir meşruiyet tartışması olur, bu demokratik olmaz, biz de geri duralım” diyecek bir iktidar yok ki. Dünyanın her yerinde, muhalefet partileri çekilirse iktidar partisi seçim ister mesela. Muhalefet partilerinin çekilmesi otomatik olarak seçimi zorunlu kılmadığı için, inanın bana daha ağır yağma yasalarını, milletvekillerine belli ayrıcalıklar getiren yasaları bir saat içerisinde geçirirler. Sonra da geçip gülerler karşımıza. Meclis’teki direniş olmasaydı, bu yasalar kamuoyunun gündemine bu kadar gelmeyecekti. Mesela milletvekilleri tutukluyken çekilinmesini ben taktiksel açıdan güçlü bir hamle olarak görüyordum. Ama şimdi, hem de seçim gündemi bu kadar yoğunlaşmışken, bir günde bu yasaları çıkarırlar ve karşımıza geçip gülerler. Onun için doğrusunun, şu anda Meclis’te yürüyen direniş olduğunu düşünüyorum.
 
MEHMET KUZULUGİL
 
AKP zorbalığına karşı mücadele edenlerin toplumsal mücadelenin farklı alanlarının oluşturduğu bütünlüğe odaklanması gerekir. AKP’nin toplumdaki ağırlığı ve gücünü çok aşan bir “devlet” hâkimiyeti oldu. Yani aslında AKP, çok radikal, çok belirleyici kararları topluma dayatırken, iktidarı, devlet iktidarını elinde tutuyor olmasını kullandı. Öte yandan, AKP’nin bunu yaparken uzun bir süredir ülkemizde burjuva partilerinin pek azına nasip olan bir taban örgütlenmesine ve din gibi çok güçlü bir ideolojik silaha sahip olduğunu da unutmamak gerekir.
 
Sonuçta AKP, Meclis’ten geçirdiği yasalarla kurmadı diktatörlüğünü. Meclis’i ve parlamento seçimlerini bir sıçrama tahtası olarak değil, bir meşrulaştırma aracı olarak kullandı.
 
Buna karşı mücadelenin odaklanması gereken yer de toplumdaki “direniş” kararlılığı. Biz 2010 referandumunun ardından bir şeye işaret etmiştik. “Yüzde 42 bir azınlığı değil, çok kararlı bir direnci temsil ediyor”du. Bugün bu direncin canlı tutulmasına odaklanılmalı. Mücadele içinde ortaya çıkan kazanımları da buna havale etmek lazım.
 
Çok başarılı bir boykot yaşadık. Zorunlu din eğitimine karşı vs. Doğrusu bunu bir oy potansiyeli olarak görmek yerine, bu zeminde toplumu daha örgütlü kılmaktır. Zorunlu dn dersine karşı davalar açılmalı, dilekçeler verilmeli, geniş toplum kesimleri hareketli kılınmalı. Çünkü sandık oyunu bittiğinde gerçek gerilimler başlayacak.
 
Son olarak, şimdilik çok da üzerinde durulmayan ama önümüzdeki günlerde mutlaka çözülmesi gereken bir sorunumuz var.
 
Haziran’ın seçim tavrı eğer örtülü bir CHP-HDP destekçiliği anlamına gelmeyecekse, yani Hazirancılar arasında bu partilerden birine oy verecek hatta belki bu partilerden aday olacakların dışında bir de gerçekten “bağımsız Haziran”ın hakkını verme arayışları olacaksa, bunun nasıl gerçekleşeceği üzerine herkes düşünmelidir.
 
Haziran’ın seçim tavrının en anlamlı tarafı, onu kendine yedeklemek isteyen siyasal güçlere set çekmesiydi. Bunun geçici bir hayal olmaması gerekir. Sonuçta aldığımız bu kararın sonucu Haziran’ın bir yarısının CHP’ye, bir yarısının da HDP’ye destek olması olacaksa, bu yapılan işin yarım bırakılması anlamına gelecektir
 
GÖRÜŞMELER: SERDAR N. YÜCE
 
Sol Portal 09 Mart 2015 
Bookmark and Share
 

19/03/2024 Bugün616 ziyaret var  Sitede 6 Kişi var  IP:52.90.181.205