*İdarede enflasyonist baskı yapan işçi ücretlerinin artışının durdurulması; toplu sözleşme ve grev- lokavt kanununun değiştirilip işçi- işveren- hükümet komisyonunun kurulmasıydı.
Hükümet ise sırasıyla tarımda vergilendirme, sanayide dış ticaret için döviz ve gümrük himayesi, tek tek olan kuruluşların holdingler halinde birleştirilmesi, lüks harcamaların kısıtlanması, petrolde ve linyit gibi madenlerde devlet işletmeciliğinin ağırlık kazanması, idarede işçi haklarıyla ilgili kanunların yeniden düzenlenmesi, ekonomiyi sarsan işçi olaylarının önlenmesi gibi düzenlemeleri öngörüyordu. Bunlar için gerekli anayasa değişikliklerinin de gündeme gelmesi kaçınılmazdı.
Özetle bir yandan kredi kurumlarının merkezileştirilmesi, şirketlerin birleştirilmesi, dış ticaretin korunması gibi önlemlerle tekelleşen sermayenin ihtiyaçlarının karşılanması, diğer yandan da gerekli yasal değişikliklerle işçi sınıfının sermaye karşısında gücünün kırılması programın emek-sermaye çelişkisiyle olan bağını ortaya koyuyordu. Elbette ki yeni kurulan Erim Hükümeti sanayicilerin dikte ettikleri istekleri bire bir yerine getiren bir yapılanma değildi. Ancak yukarıda söz konusu edilen toplumsal çelişkilerin çözülmesinde devletin reorganizasyonu kaçınılmaz hale geliyordu. Bu yeniden düzenleniş her dönem değişik haller alabiliyordu. Örneğin o dönemde tekelci sermayenin yeterince güçlü olmaması iktidar içi çatışkıları arttırıyordu. Adalet Partisinden ayrılarak Demokratik Partiyi kuranların işbirlikçi sanayi burjuvazisine başkaldıran ticaret ve toprak burjuvazisi olması bu açıdan görülmelidir.
Sadece sınıflar arası değil sermaye içi çelişkiler de bu süreçlerde önemli rol oynuyorlar ve hem devletin hem de toplumsal yapının yeniden şekillenmesini sağlıyorlardı.
12 Mart’a karşı Türk solunun aldığı tavır da ilginçti. Asker- Sivil- Aydın zümreyi zinde güçler olarak algılayan sol gruplar, muhtırayı destekleyici açıklamalar yaparken; 1971 yılının başından beri faşizm karşıtı kampanyalar açan ve sürdüren Türkiye İşçi Partisi net bir şekilde karşı tavrını koymuştu. “Bu program, İstanbul ve İzmir sanayi odaları başkanlarının, sanayi burjuvazisi adına, bir süreden beri ileri sürdükleri taleplerinin derli toplu bir ifadesi, bir tekrarıdır. Hükümet programı, bir yönüyle egemen sınıflar ittifakı içindeki çelişkileri sanayi burjuvazisi lehine çözmeyi, öte yönüyle de “asayişin sağlanması” maskesi altında, işçi ve emekçi sınıflarla tüm demokratik güçleri baskı altında tutmayı amaçlamaktadır. Programın bir diğer özelliği Türkiye burjuvazisinin dünya kapitalist sistemiyle bütünleşme azminin artarak devam ettiğini göstermesidir.”(Parti Gazetesi 15 Nisan 1971) Daha sonra sıkıyönetim ilanına da karşı çıkan TİP, bunun bütün demokratik güçleri susturmayı hedefleyen otoriter bir yönetime zemin hazırladığını ifade etmişti. Ancak yeni programdan en çok etkilenecek emekçi sınıfların muhalefetini susturmak amacıyla TİP de kapatılacaktı.
Bu gün 12 Mart 2009. 38 yıl önce 12 Mart’ta ekonominin istikrarını sağlamak için Bakan olan Dünya Bankası’nda çalışmış Atilla Karaosmanoğlu ve 12 Eylül’ de bu sefer neoliberal politikaları uygulamak için gelen, yine Dünya Bankası’nda görev almış Turgut Özal gibi, Türkiye’de tam olarak uygulanması gerçekleştirilemeyen istikrar programını daha “istikrarlı” hale getirmek için Dünya Bankası’ndan gelen ve tüm yetkileri elinde toplayan Kemal Derviş Mart 2001 işe başlamıştı.
Günümüzde olası toplumsal gerilimleri ve ekonomik programdaki sallantıları önlemek açısından; yeni senaryoların ortaya çıkacağı gözükmektedir. Ne de olsa devletin reorganizasyon sürecinin 38 yıl öncesiyle bire bir aynı nitelikleri taşıması gerekmiyor.
Yine de biz tedbirli olup ileriki dönemlerde şimdiki programın ihtiyaçlarına cevap verecek farklı bir yönetim modeline hazırlıklı mı olsak?
12 Mart 2009 Ahmet Hamdi Dinler
21/11/2024
Bugün1006 ziyaret var
Sitede 15 Kişi var
IP:18.116.14.12