Türkçe



PDF indir

 

 



SOYUT OLARAK YEREL YÖNETİMLER

İzlenme 3000


Yerel yönetimlerin tarihsel olarak ortaya çıkışı, gelişmesi ve kentlerde devlet hakimiyetinin sağlanması, kapitalizmin gelişimine denk düşmektedir. Kentler, artı-değerin ve artı değer bölüşümünün kanalize edilerek geniş kapsamlı rantların üretildiği adeta dev birer yatırıma dönüştürüldüğü mekanlardır. Kapitalizmin ilk aşamasında burjuvazi, siyasi iktidar aracıyla kent yönetimlerini ele geçirmiştir. Kent yaşamının her alanını sınıfsal çıkarlarına göre düzenleyerek devlet gücü ile kentleri kendisine göre şekillendirmiştir.

   Devlet aracılığıyla burjuva demokrasisini ya da fazişmini kent yönetimini de kullanarak, burjuvaziye çok yönlü olanaklar sunulmuştur. Kent yaşamında, ezici bir çoğunluğa sahip olan işçi ve emekçiler üzerinde her türlü baskı kullanılarak, burjuvaziye artı-değer ve geniş rant sağlanmıştır.. Sosyalistlerin yerleşik kavrayışlarından biri de, toplumsal ilişkilerin nüvelerinin yeşertilmesini devrim sonrasına erteleyen anlayış olunca yerel yönetimlerin önemi anlaşılamadı.

   Bu erteleyici kavrayış nedeniyle, toplumsal ilişkilere müdahale etmek açısından çok kapsamlı ve bütünlüklü bir eylem alanı sunan yerel yönetimler gündem dışı kaldı. Yerel yönetimlere ilişkin bir teorileştirme çabasının karşısındaki en büyük güçlüklerden birisi kavramın muğlaklığıdır. Yerel yönetimler denildiğinde, idari örgütün yerel taksimatlarını da içine alan, yerel düzeyde örgütlenmiş bütün yönetilen aygıtların mı, yoksa bir başka şeyin mi kastedildiği hususunda belirgin bir uzlaşma bulunmamaktadır.

   Bu noktada benim de pozitif bir tanım önerim, olmayacak. Bunun yerine “yerel yönetim” kavramının dışında tutulması gereken unsurları belirterek kavramı sınırlamaya çalışacağım.

  Bence, merkezi yönetimin yerel etkinliklerini örgütlemek üzere oluşturulmuş yerel devlet kurumlarının önemli bir bölümü (örneğin eğitim gibi) “yerel yönetim” kavramının dışında tutulması gerekir. Modern kapitalist toplumlardaki yerel yönetimleri ilişkin bir teorileştirme çabası, genel olarak “devlet” sorunundan farklı olarak yerel yönetimler kentsel yaşamın yeniden üretimi için gereken maddi alt yapıyı üretmekle yükümlü bir iktisadi üretim örgütü temelinde biçimlenmektedir. Yine merkezi yönetimlerden farklı olarak yerel yönetimlerin silahlı bir zor mekanizması yoktur. Öte yandan yerel yönetimler para basma, gümrük uygulama, vergi koyma gibi merkezi devletin sahip olduğu tasarruf yetkilerini de sahip değildir.

   Bilinen şudur ki; hazır bir yerel yönetimler teorisi yoktur ve olanlar da özgüllükle örtüşmez.Kentlerin toplumsal organizma içersinde adacıklar olarak yer aldığı bir dönemde yaşayan 19 uncu yy. sosyalistlerinin bulunduğu noktadan bakıldığında bu önemli bir eksiklik sayılmayabilir. Ancak, kapitalist toplumun omurgasını kentlerin oluşturduğu 20 nci yy. sosyalistleri için yerel yönetimleri merkezi devletin basit bir uzantısı olarak ele alıp; toplumsal eleştirinin ikincil konuları arasında tutmak ciddi bir eksiklik olarak kabul edilmelidir.

   Devlet kapitalist yapısını koruduğu sürece ve sermaye sınıfının çıkarlarına göre işlediği sürece kent yönetimleri aracılığıyla elde edilecek başarıların tümünün sınırlı kalmaya mahkum olduğu bir gerçektir. Ancak, tüm kapitalist toplumun kent toplumundan ibaret bir örgütlenme haline geldiği günümüzde bu erteleyici tutumu sürdürmek düpedüz “dünyayı dönüştürme” amacının pratik olarak bir kenara bırakılması olacaktır.

   Bilindiği gibi, kentler toplumsal örgüsünde endüstriyel ilişkilerin giderek belirleyici olması ve endüstriyel yeniden üretim sorunundan kaynaklanan kolektif tüketim gereksinimlerinin tüm kent halkının günlük yaşamındaki gereksinimleri haline gelmesidir. Bununla birlikte, belediyeleştirilmiş yerel yönetimlere katılım talebi emekçi sınıfların “genel oy” talebinin bir parçası haline geldi. “Yurttaşlık” haklarının emekçi sınıfları da içine alan tarzda yaygınlaştırılması, burjuvazinin bir “sınıf komplosu” olmaktan çok, emekçi sınıfların, politik süreçlere katılma talebi ile yükselttikleri şiddetli bir mücadelelerin bir sonucudur.

   Bu çalışma, yaklaşmakta olan belediye seçimlerinin yarattığı yerel yönetim sorununa ilgi duyan insanlara soyut olarak bir çerçeve sunabilme amacı taşımaktadır. Dolayısıyla doğrudan kent sorunlarının çözümüne ilişkin kimi önermeler içerse de sonuçlandırılmış bir çalışma olmayacaktır. Bu nedenle, burada ortaya konan görüşlerin tartışılarak olgunlaştırılmasına ihtiyaç vardır. Yerel yönetimler denilince çoğunlukla hemen akla belediyeler gelir, yerel yönetimlerin sadece belediyelerden ibaret olduğu sanılır. Oysa yerel yönetim esas olarak kentlerin her türlü idari yönetimini kapsamaktadır. Bu kapsamda ele alındığında Türkiye’de gerçek bir yerel yönetimden söz etmek olanaksızdır.

   Kentler idari açıdan bütünüyle merkezi otorite tarafından atanan vali ve kaymakamlarca yönetilmektedir. Mevcut il genel meclisleri valilik ve merkezi iktidarın vesayeti altında çalışmaktadır. Belediyelerin işlevi yerel yönetimlerden çok, kamu hizmetlerini meta olarak pazarlamak veya pazarlanmasını düzenlemekten ibarettir. Meclise sunulan yeni yasa tasarısında valiliklerin güçlendirilmesi bu durumu değiştirmeyecektir.

   Kısacası kentlerde yaşayanlar kendi yöneticilerini seçmiyor, sadece zorunlu hizmetlerin kendilerine pazarlanması işlerini kimlerin idare edeceğini kararlaştırıyor. Gerçek anlamda yerel yönetimin ilk koşulu, kentlerin her türlü idari işlerinin kentlerde yaşayanlarca seçilmiş organlar tarafından planlanarak organize edilmesidir. Bu nedenledir ki, valilik ve kaymakamlık kentlerde yaşayan insanlar tarafından seçilerek göreve getirilmeli ve bunların yetkileri seçilmiş kent meclisleri tarafından belirlenmelidir.

   Türkiye gibi ülkeler söz konusu olduğunda kentsel alt yapı denilince, elektrik, su, yol, kanalizasyon v.. teknik alt yapı akla gelmektedir.Oysa; yerel iktidar kalkışlarının bir parçası olarak yerel yönetimler, eğitim, kültür ve tüm toplumsal gerekleri kapsayarak çağdaş yaşam koşullarını kent toplumuna ulaştıran bir araç olmalıdır. Sermayenin yoğunlaştığı bölgelerde ucuz işgücü, kırdan göçlerde sürekli kılınmaktadır. Tarımda kapitalistleşme, makineleşme ve mülksüzleşmeyle birlikte geliştirilmiş, büyük emekçi kütleleri topraktan koparak kentlere göçmeye ve yeni geçim olanakları aranışına itilmiştir. Kente göçen emekçi kütleler, yedek sanayi ordusu olarak kullanılmıştır. Sermaye sınıfı bu durumu ücretleri baskı altında tutmada kullanmaktadır.

   Bu ucuz ve yedek işgücü sanayiden başka inşaat, ev hizmetleri, fason üretim gibi alanlarda burjuvazi tarafından kar oranlarının arttırılması için kullanılmaktadır. Kentlerdeki gecekondulaşma ise, asgari ücret düzeyinin düşük tutulmasına destek olarak geliştirilmektedir. Toplumsal sermayenin yoğunlaştığı üretim birimlerinin hemen yanı başında gecekondu bölgelerinin oluşmasına destek olan burjuvazi, bu alanları seçim yatırımlarına dönüştürmeyi de iyi kullanmıştır. Gecekondulaşmayla birlikte lümpen alt kültür yaratılarak emek gücünün dayanışma bilinci sürekli yok edilmeye çalışılmıştır.

   Sosyalistlere düşen görev; sınıf mücadelesinin özüne müdahalede bulunarak, kapitalist özel mülkiyetin karşısına sosyalist kamu mülkiyetini öne çıkarma mücadelesi vermek ve yerel yönetimleri, yerel iktidar kalkışlarının bir parçası olduğu gerçeğini bilerek davranmaktır.

28 Eylül 2003 İsmail ÖZKAN

Bookmark and Share
 

 


 


21/11/2024 Bugün1025 ziyaret var  Sitede 8 Kişi var  IP:3.14.135.82