Türkçe



PDF indir

 

 



STP NEREDEN NEREYE

İzlenme 2986

Sosyalist Türkiye Partisi, nereden nereye geldi
"Yurtseverlik anti-emperyalist mücadelede öne çıkarılması, biçim verilmesi ve yeniden üretilmesi gereken bir kimliktir. TKP bu yeniden üretimin ana üssü haline gelecektir… Tersine bu başarı temin edildiği anda komünist yurtseverliğin, düzen partilerinin pasif konumundaki kitleler, bürokrasi, ordu, akademi gibi kurumlarda tamamen tasfiye edilmeyen ‘bağımsızlıkçı’ yönelimler nezdinde ağırlık kazanması kaçınılmaz olacaktır. Genel olarak samimi anti-emperyalist kategorisine giren bu kesimlerin anti-kapitalist bir perspektife angaje olmaları oldukça düşük, yurtseverlik kulvarında TKP’ye yakınlık hissetmeleri ise çok büyük bir olasılıktır.” (TKP Parti Konferans Kararları Kasım 2004) 


Anti-emperyalist mücadeleyi, anti kapitalist mücadeleden ayırmak konusu seneler sonra tekrar gündeme giriyor. 1960-70 arasında yapılan tüm tartışmaların tarihin karanlıklarında kaldığını zannediyorduk, ama yanılmışız. Özellikle küreselleşme diye adlandırılan günümüz emperyalizmin durumu göz önüne alınırsa bu konuda tartışmak bile gereksiz. Ama, bir kez daha uyarmakta yarar var. İçinde bulunduğumuz dönem anti-kapitalist mücadelenin gerekliliğini daha da arttırmış ve emperyalizme karşı mücadelede bu vurgunun güçlendirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Özellikle, emperyalist güçlerle çok sıkı bir işbirliğine giren sermaye çevrelerinin isteği doğrultusunda, ulusal alanlar, kendi ulus devletlerince küreselleşme yolunda büyük çaba harcamaya devam ediyorlar. Bu durumda anti-kapitalist vurgunun yerine yurtseverlik vurgusunu öne çıkarmanın hiçbir anlamı yoktur. 

Tüm bunlar ordu, bürokrat, akademi çevrelerinden gelecekte ümit ettikleri bazı katılımlardan dolayı yapılıyorsa da, bunun olacağı çok şüphelidir. Samimi anti-emperyalist kategorisine giren, “bürokrasi, ordu, akademi” gibi kurumlarda yer alanların yapısal durumuna bakınca Sol Dergisi’nin 233 ncü sayısı bize aydınlatıcı bilgiler veriyor. Özellikle emekli topçu yüzbaşısının yazısı ile Yön Dergisi’nin tekrardan hortlatılması tarihi tesadüf olamaz. Nitekim bir başka yazar da; “Ama unutulmamalıdır ki, 19 Mayıs yürüyüşlerini yapan Denizler, Milli Demokratik Devrim stratejilerini kuran solcular Kemalistlerin yandaşlarıydılar. Ve eğer yalnızca bir darbe girişimi olarak görüp küçümsemiyorsanız, her şeye rağmen sosyalist yönelimli Yön ve Devrim Hareketi de Kemalizm olarak tanımlanmayı hak eder.”(1) 

Bu durumda Kemalistleri bağımsızlıkçı, ulusal bir akım olarak değerlendirmiyor mu yazar? Kemalizmin Türk solu içinde (yurtsever cephe için A.H.D.) ihmal edilmemesi gerektiğini öne sürüyor. Yazar Kemalizmi yüceltmek için geçmişte yazılanları tekrar etmekle yeni nesillere öğütler vermekten kaçınmıyor Kızılcık Dergisi’nin sayfalarında. İsterseniz bir de geçmişe, 40 sene öncesine dönelim. “ Asker-sivil aydın zümrenin (bürokrat, ordu, akademi A.H.D.) anti-emperyalist ilkelerin Türkiye’de sosyal adaletin gerçekleşmesiyle bugünün Kemalist politikasının gereği bulunduğu, bu aydın çevrelerde yaygındır.” (2) 

Yurtseverlik kavramının arkasında Kemalizmin görüntüsü rahatlıkla görülebiliyor. Hatta daha derine inince karşımıza asker-sivil aydın zümre ortaya çıkıyor. Nitekim TKP Genel Başkanı Aydemir Güler, “Şimdi bir sabah kalktığında kolundaki ay-yıldız sökülmüş, yerine Uluslar arası Mübadele Gücü arması işlenmiş çocuklara tanık olacağız… Bunların bir kısmı Afganistan’a gönderilecek. Ben bu sürecin sadece halkın orduya bakışını değiştirmekle kalmayacağını, ortaya yurtsever bir askeri kanadı çıkmasının da kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.” Tarihin derinliklerinden gelen bu anlayış bizi gerilere götürüyor ister istemez, 1966 yıllarına… “…asker-sivil aydın zümre (bürokrat, ordu, akademi A.H.D.) Türkiye’de ordu olsun, devlet mekanizmasında olsun kilit noktalarını elinde tutmaktadır.”(3) 

Yurtsever Cephe ve yurtsever bir askeri-sivil aydın zümre (bürokrat-ordu-akademi) bize ne hatırlatıyor? 1960’larda oluşturulmaya çalışılan Milli Cephe’yi mi, yoksa 1970’lerde ortaya atılan Ulusal Cephe’yi mi? Cephe kavramı tek bir hedefe dönük, cepheye katılanların sadece o hedefe yönelik birlikteliğini ifade eder. Örneğin Fransa’da Halk Cephesi faşizme karşı kurulmuştur. Ama TKP yurtsever cephe kavramının farklı anlamda olduğunu ileriye sürüyor. “Diğer yandan, emperyalizme tam boy teslim edilirken kriz batağına saplanmış bir ülkede yurtseverlik duyguları elbette canlanacaktır. Ve Türkiye’de yurtseverliğin temel ifade kanallarından birinin Kemalizm olması tarihsel bir gerçekliktir.(4) 

İşte tam bu sırada yurtseverlik konusunda Kemalizmin aklanabilmesi için “samimi olan Kemalistler ile samimi olmayan Kemalistler” ayrımı yapılıyor. Böyle bir idealist yaklaşımla (X) siyaset sorununu çözmeye çalışmak ancak Yurtsever Cephe’cilere mahsustur herhalde. “Samimi Kemalistler için gerçekten bir dram var ortada. Sınıfsal çelişkileri, kapitalizmin mantığını emperyalist mekanizmaları burjuva diktatörlüğü açısından din ve devletin ne tür bir anlam ifade ettiğini kavramadan dünya görüşünü “ulusal çıkar”lar veya “laiklik” üzerine dayandırmanın bir sınırı var. Ve şu sıralar bu bir işkenceye dönüşmüş durumda. Kaçacak yer, sığınacak liman yok. “Laik devlet”in, “Ulusal çıkar”ları savunan kurumların gerçek kimliğini görmek için artık tek koşul kaldı: Samimi olmak.” (5) 

Sorunu “samimi olmak veya olmamak” biçiminde ele almak inanılmaz bir zaaftır. Ayrıca “Kemalist burjuva”nın “ulusal bağımsızlık” ve “aydınlanma” kavramlarının arkasına sığınılarak açıklamak, sonuçta Kemalizm’le hesaplaşmanın gericilik olduğuna kadar varabiliyor. Böyle bir anlayış, bir dönem Kemalizmle sosyalizm arasında Çin seddi olmadığını söyleyenlerin tezlerine benzemiyor mu? Burada Kemalizm konusunda bir yazarın görüşlerine yer vermekte yarar var. Çünkü, tespitlerine katılmamak mümkün değil. “Birincisi, … Kemalizm’de Türkiye’de demokrasinin gelişimine katkıda bulunacak hiçbir öğe göremiyorum. İkincisi, biraz vurucu söylemek gerekirse, sosyalizmin Türkiye’de benimsenmemesi, güçlenememesi Kemalist ilkeleri, politikaların ve yöntemin bir tür kambur olarak sırtta taşınmış olmasından kaynaklanıyor.”(6) 

Burada önemli olarak, sol’un Kemalizmle ilişkisinin kesilmesi ve eleştirisinden sonra kendi özgü sorunlarını ortaya konulması gereği vurgulanıyor. Doğrusu da bu. Ama, ne yazık ki; Kemalizmi yanlış değerlendirenler yurtsever cephe kavramları ile ona kucak açıyor. (X) Bu durum 19. yüzyıl sonrası ve XX. Yüzyıl başlarındaki Osmanlı-Türk roman kahramanlarında görülüyor. (Osmanlı-Türk Romanında tarih, Toplum ve Kimlik Taner Timur. Afa yay.Temmuz 1991) “Kemalist devrim kesinlikle ilerici bir harekettir. Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinin önündeki siyasal, ideolojik ve hukuksal engellerin temizlenmesi açısından Kemalist Devrimin önemi tartışılmaz derecede büyüktür.”(7) 

Bir devrimin sınıfsal yapısını ortaya koymadan, çeşitli reformların yapıldığı her momente devrim demek ne kadar doğrudur? Emperyalizmin Türkiye’ye rahatça girmesini sağlamak amacıyla (yeni sömürgecilik) kapitalist ilişkilerin yeşermesini amaçlayan reformları, “burjuva” devrimi diye göstermek ne kadar anlamlıdır? Bu durumda emperyalizmin, Hindistan örneğinden kalkarak ilerici olduğu iddia edenlere mi katılıyoruz? Türkiye tarihinde sık sık burjuva devrimlerinden söz edilir, ya da tamamlanmamış burjuva devriminden. 1908’le başlayan bu burjuva devrimlerinin ilkini sorgulamaya başladığımızda verilecek cevap hazırdır: Lenin 1908’i burjuva devrimi olarak nitelediğine göre ona karşı mı çıkıyorsunuz? Bu konuyu Ekim 1995’te Gelenek Dergisi’nde incelemiştim. Kemalist devrimin yaptığı reformlarının gerçek niteliğini kapitalist dünyayla ilişkileri analiz ederek ortaya koymak mümkündür. Örneğin, Tamer Timur’un dediği gibi, “tekelci kapitalizm çağında burjuvazi ve küçük burjuvazi öncülüğünde gerçek bir burjuva devrimi mümkün mü?” Asıl önemli olan bu burjuvazinin niteliğidir. Nitekim,” burada önemli olan savaş dönemi boyunca güçlenen Müslüman kökenli ticaret burjuvazisinin dünya sistemi ile bütünleşme işlevini o döneme kadar yürütmüş olan azınlık kökenli ticaret burjuvazisinin yerini devralma amacıdır.”(8) 

Lozan sonrası esas gerçekleşen Türk işbirlikçi ticaret burjuvazinin mübadele sonrası, Rum ve Ermeni işbirlikçi ticaret burjuvazinin yerini almaya çalışması ile, batı hukuku ve pozitivizm aracılığı ile batılaşma kopyası bir burjuva ideolojisinin yeşermesi, yabancı sermayeye verilen ekonomik tavizlerle emperyalist devletlerin destekledikleri biçimde kapitalist ilişkilerin Türkiye’ye yerleşmesi için verilen çabalardır. Örneğin, ikamet ve kaza salahiyeti ile ilgili antlaşma ile Türkiye’de tüm yabancı şirketlerin bütün hakları garanti altına alınıyordu. Bu yaklaşım sonucunda 1929 yılında Türkiye’deki tüm şirketlerin ödenmiş sermayelerinin %49.89’u yabancı şirketlere aitti Burada Kemalizmin bağımsızlıkçı, anti-emperyalist olarak senelerce Türkiye solu içinde kabul edilen varsayımını tam tersine çevirmek gerekiyor. “Kemalist rejim, aynı sömürgecilerin bu ülkelerde yaptığı gibi memlekette çok batıcı, Batı uygarlığının tabii büyük ölçüde karikatürize olarak, değerlerini, ilkelerini empoze etmeye çalışan bir rejim durumunda.”(9) 

Kemalizm sadece Türkiye’de emperyalizmin yeni işbirlikçilerini yaratmakla kalmadı, son derece otoriter bir rejim kurdu. “Totaliter rejimler, en başta toplumda ya da kurmakta olduklarını iddia ettikleri toplumda sınıfların varlığını reddediyorlar. Bu Batı Avrupa’da da dile geldi, Türkiye’de de. Sınıfların varlığı ülkemizde de birliği bozucu bir şey olarak görüldü. Kemalizmin ünlü sloganı hatırlayarak söylersek bu ülkedeki toplumda, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitle” olduğu illeri sürüldü. (10) 

Resmi tarihin artık sosyalist harekete ne kadar nüfuz ettiğini görmek mümkün oluyor. Geçmişin tüm gerçeklerini bir türlü kabul etmeyen, tarihi Kemalist açıdan sorgulamamaya kalktıklarında dibi görünmeyen bir uçuruma düşmekten kurtulamıyorlar. “Beğenip, beğenmemek ayrı bir konudur, Mustafa Kemal hareketi tarihsel perspektif içerisinde bir ilerlemedir. Bu ilerlemenin mantığını kavrayanlar açısından Türkiye devriminin gelişiminde bu “ilerleme”nin ne kadar payı olacağı türünden bir soru olmaz.(11) 

Türkiye solu “40 senelik utkan geleneği” ile Kemalist ideolojinin baskısı altında gözünü bile açmadan, Kemalizm’in sol yorumlamasını ortaya koymaya çalışırken (altı ok), onun kalıntılarını taşıyan ve bazı siyasi ve kültürel öğelerinin ağırlıkta olduğu bir dünya görüşü ile Marksizm’in tüm kavramlarını karmaşık bir hale getirdi. Bundan sonra gelen kuşaklar ise bu kavramların etkisinden bir türlü kendilerini kurtaramadılar. Bunların içinden bazıları bu duruma tamamen karşı çıkarak, yeni solda post-Marksist kavramlar üreterek radikal demokrasi projesini yaşama geçirmeğe çalıştılar. Kimileri de “ulusalcı sol” olarak milliyetçi kulvarda sağcılarla Kemalizmin tekrar dirilmesi yolunu seçtiler. Kısacası, Türkiye sosyalist hareketi, Kemalizmin getirdiği ideolojik yapıdan bir türlü kurtulamadığı için, aydınların kendi soyutlamaları içinde Marksizm’e doğru eğilimlerinin başlangıç noktası ister istemez Kemalizm oldu. “Bu resmi ideoloji Kemalizm’dir ve hiç kimse şaşırmasın Kemalizm budur. Ne Attila İlhan’ın ona giydirmeye çalıştığı sosyalizm kisvesidir Kemalizm, ne mazlum milletlerin uyanışını sağlayan anti-emperyalist mücadeledir. Onlar daha ziyade taktik nedenlerle ortaya çıkmış gelişmelerdir ve Kemalizm’in iktidar arayışları o renkleri bu ideolojiye katmıştır.”(12) 

Kemalist ideolojinin sorgulanmasını istemeyenler, düşünen, araştıran bir kuşağın ortaya çıkmasının toplum düzenini bozacağı inancını taşıdılar. Sol harekette ise, Kemalizmin eleştirisine karşı çıkanlar, Kemalist kültür öğelerinin özellikle de anti-demokratik siyasal kültür öğelerinin mirasçısı oldular. “…liderliğin özellikle de otoriter liderliğin olması, kişilerin yüceleştirilmesi, teoriden çok kişilerin önde kalması, Kemalist rejimdi bir solun malul olduğu hastalıklardan biridir. Sol hiçbir zaman kendi içinde demokratik olmamıştır, çünkü bu siyasal kültürün içinde büyümüştür.” (13) 

Yurtseverliğin en önemli öğelerinden birisi de bilindiği gibi “milli gurur” dur. Bunun dozunu ayarlamak o kadar zordur ki insanı hemen milliyetçilik rüzgarı ile birlikte faşizme kadar götürür. Nitekim Türkiye’de MHP’nin özellikle üzerinde durduğu bu kavramın öne çıkartılması çok tehlikelidir. Bu durumda, “milli gurur” kavramına sosyalizm dışında bazı gerekçelerle sahip çıkmak ve onun üzerinden siyasi politikalar üretmek nereye doğru gideceği belli olmayan bir yola sapmak demektir. “Devrim, devrimci kalkınma doğrudan düzenin merkezindeki sömürü mekanizmalarına dönük bir saflaşmanın ürünü olmayabilir ve genellikle olmaz da… Böyle dönemler, sermaye egemenliğinin yapısal zayıflıkları ve devrimci mücadelenin bu zayıflılıkları genişletmesi ile birlikte ortaya çıkarlar. Paris Komünü işçilerin burjuvazi tarafından ayaklar altına alınan ulusal gurura sahip çıkmasıyla…(14) 

“Doğrudur; Komüncü işçileri en fazla zayıflatan noktalardan birisi bu ulusal gurur meselesinden sınıf perspektifine geçişte işi ağırdan almaları ve düşman sınıfın yurtseverliğine ilişkin hayallerden hiç vazgeçmemeleriydi. Ancak bu zaaf 1871’deki büyük kalkışmanın kaynağında yurtseverlik olduğunu unutturmamalıdır…” (15) 

Türkiye solu, kendisini ayakta tutacak ideolojik desteği aydınlardan aldı. Ama bu aydınların ideolojisi, kendileri Marksist oldukları ve olaylara Marksist yöntemle baktıklarını ısrarla söyleseler de Kemalizmin milliyetçiliğinden kendilerini kurtaramamışlardır. Bunun en somut örneği 1968’lerde veriliyor. Mihri Belli’nin 5 Aralık 1968’de siyasal Bilgiler Fakültesi’nde verdiği konferansta; “… Kaldı ki, kemalizmle sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur. Atatürk’ün en büyük çabası, genç kuşaklara Türk milli gururunu telkin etmek olmuştur. Milli gurur iyi şeydir… Milli gurur insanı sosyalizme götürür. En sağlam sosyalistler o yoldan gelmişlerdir sosyalizme. Bir adamda gerçek milli gurur varsa korkma. Er geç temel ilkelerde birleşirsin onunla…” (16) 

Ne yazık ki, günümüzde de ulusal gurur hakkında farklı düşünülmüyor. Sosyalistler tüm bu olup bitenden sonra tarihten ders almayı bir türlü beceremiyorlar nedense. Şimdi, yurtsever cepheye karşı çıkan herkesi “neo liberalizmin tetikçisi” olarak suçlayan Metin Çulhaoğlu’na gelelim. Kendisi daha TKP’ye girmeden önce şunları yazıyor. Bu yazdıklarına katılmamak mümkün değil. “… IMF’ye kızıyorsunuz; Kemalizm, anti-emperyalist ve bağımsızlıkçılık mıdır? Özelleştirmelerden canı yananlar var; ülkede bunca revaçta olan Kemalizm, özelleştirmelere siyasal-ideolojik bir set oluşturabilmekte midir? “halkçılık” diyorsunuz; Kemalizm, neden ve nasıl haçlıdır? Eşitlik istiyorsunuz; Kemalizm, eşitlikçi fikrini neresinde ve nasıl taşımaktadır? Yoksulluk, rüşvet, çete vb. işlere hep başkaları bulaşıyor da, Kemalistler bu tür işlerde hiç mi yer almıyor?” (17) 

Samimi Kemalistleri savunanların, bu argümanlara karşı söyleyecekleri hiç mi bir şeyleri yok. Yoksa, bu söylediklerini redderek yurtsever cephe’de yerini alan Metin Çulhaoğlu “kraldan daha fazla kralcı” olarak, yurtsever cephe’ye karşı olanları neo liberalizmin tetikçisi kabul edip, ne yapmak istiyor? Yine Aynı yazar, 15 yıl önce yazmış olduğu başka bir yazısında, Kemalizmle ilişki kurulmasının bu aşamada yeri olmadığını iddia etmekle birlikte, şunları da eklemekten vaz geçemiyor. “Ama dünyadaki gelişmeler ışığında yeni bir Kemalist akım doğar ve bunun dillendirdiği söylemle Türkiye sosyalist hareketi arasında bazı noktalarda(örneğin yurtseverlik A.H.D.) belki ilişki kurulur, bilemem, bundan sonrası artık spekülasyona girer.” (18) 

Toptancı bir anlayışla, yurtsever olmayan herkesi neo liberalizmin tetikçisi olarak ilan ettiğine göre, Metin Çulhaoğlu için, şimdi kurma zamanıdır her halde. Ancak bir noktayı unutmaması gerekiyor. Yurtseverlik kavramı çok yükseltildiği zaman, milliyetçilik, ulusalcılık gibi kavramlarla karışmaya başlar. Bilindiği gibi yurtseverlik, ulusalcılık, milliyetçilik teorik olarak ayrıştırılmaya çalışılsa da, halk kitleleri içinde çoğu zaman aynı manada kullanılır. 

Özellikle gündelik siyasette farklılıklar kafa karışıklığı yaratır ve kısa zamanda kaybolup gider. En nihayet, “sosyalist yurtsever yoksa onu da biz yaratırız” diyerek, gerçeği ortaya koyan TKP Genel Başkanı Aydemir Güler’e gelelim. “sonuç olarak bizim işimiz cephe açmaktır. Cephemize gücü oranında verili burjuva tarafların da değişim geçirmesi olanaklıdır. Öyle ki; Belki de bugün kimilerin nafile arayıp durduğu, “sosyalist olmayan yurtseverler” , mücadelesinin bir ileri evresinde açığa çıkacaklardır. Ya da bir başka deyişle bu tür bir yurtseverliğin sahneye çıkması, ya da daha klasik bir deyimle, orta sınıfların (bürokrat, ordu, akademi A.H.D.) bölünmesi “bizim” ürünümüz olacaktır.” 1997 senesinde destekledikleri 28 Şubat sonrası gericiliğe savaş açan TKP örgütü türban broşürü ile birlikte ordunun Erbakan’a açtığı mücadeleyi daha ileri götürmek için elinden geleni yapmıştı. Ama, kitlelerde istediği “yarılmayı” bulamamıştı. Bu kez yine yeni bir yarılma peşinde koşuluyor. Bakalım bunun sonu nereye gidecek! 

Ahmet Hamdi Dinler 

1. Kızılcık Dergisi Gürol Öz 2. Yön Dergisinde Mihri Belli’nin E.Tüfekçi imzasıyla yazdığı yazı. 3. a.g.e. 4. Restorasyon Kemalizmi. Dünya Armağan Gelenek Dergisi sayı 68.s.47 Ekim 2001 5. Kemalizmin Dramı. Kemal Okuyan Komünist Dergisi sayı 98 6. Sol Kemalizm’e Bakıyor. Levent Köker Metis Yay. S.41 7. Kemalizm Bir Anti-kapitalist mi? Ali E.Oğuz Gelenek Dergisi Sayı 57 s.30 Haziran 1998 8. Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri. Haldun Günalp Yurt Yay. S.21-22 9. Sol Komünizme Bakıyor. Kürşat Bumin Metis Yay. 10. a.g.e. s.57 11. A.P. Ne İstiyor? Kemal Okuyan Gelenek Dergisi 01.08.1997 s.99 12. Resmi İdeolojinin Gerçeği Aydınlanınca. H.Bülent Kahraman Radikal gazetesi 13. Sol Kemalizm’e Bakıyor. Taha Parla Metis Yay. S.50 14. Marksizm ve Güncel Siyaset Cemal Hekimoğlu Gelenek Dergisi sayı 55 15. a.g.e. 16. 5 Aralık 1968’de Siyasal Bilgiler Fak. Verilen Konferans Mihri Belli 17. Türk Solu ve Kemalizm M.Çulhaoğlu Yazın Dergisi sayı 83 18. Sol Kemalizm’e Bakıyor. M.Çulhaoğlu Metis Yay.
AHMET HAMDİ DİNLER