Kapitalizm ve kriz kavramlarını yan yana getirince, hemen bir üçüncü kavramı,komünizm kavramını da düşünmek gerekiyor. Daha kesin bir ifadeyle kapitalizmin krizi, komünizmin güncelliğine işaret ediyor.
Ölüm - Yaşam ve Olasılıklar
Kriz kavramına iki açıdan yaklaşabiliriz. Birincisi genel olarak hareketin, özel olarak sermayenin hareket sürecinin bir anı olarak kriz. İkincisi “olay” olarak kriz.
Kriz, Yunanca “krisis” kavramından geliyor. Bu kavram, bir organizmanın olağan yaşamında aniden ortaya çıkarak varlığını tehdit etmeye başlayan bir duruma işaret ediyor. Krizi organizmanın hareketine ait, dolayısıyla onun bir anı olarak düşündüğümüzde, organizmanın bu krize yol açan etkenleri giderecek bir değişimi geçirerek yaşamına devam edebileceğini, ya da geçiremeyerek yok olmaya başlayacağını söyleyebiliriz. Bu anlamda kriz organizmanın, ölüm ve yaşam olasılıkları arasında bir noktada, bir kararanında olduğunu söylüyor.
Kavramın tıpta kullanımına bakınca tam da böyle bir anlamla karşılaşıyoruz. Hastanın kritik durumu, yaşamaya devam edip etmeyeceğinin henüz belli olmadığı bir ana işaret ediyor. Kriz kavramının dramaturji (tiyatro) alanında kullanımı da, oyun boyunca açığa çıkan çelişkilerin bir biçimde çözüldüğü bir ana işaret ediyor. Ama bu an yaşanırken, kimi karakterler bu anın içinden değişerek, çözümün bir ifadesi, simgesi olarak çıkıyorlar; kimileri de değişememenin simgesi olarak ya ölüyor ya da oyunun kurduğu evrenin dışına düşüyor, tasfiye oluyorlar.
Bir “olay” olarak kriz, ise, öngörülemeyen bir duruma, hareketin içinde değişimlerin ve o ana kadar var olmayan olasılıkların gündeme gelmeye başlamasına işaret eder.
Bu kısa özetten hareketle, kapitalizmin krizinin, varlık- yokluk seçeneklerive daha önce gündemde olmayan olasılıklarla karşı karşıya kaldığı bir duruma işaret ettiğini söyleyebiliriz. Kapitalizm ya krizden, krize yol açan sorunlarını aşacak biçimde kendini yeniden örgütleyerek çıkacaktır, ya da yok olmaya başlayacaktır.
Kapitalizmin, kendini yeniden örgütlemesi, bugüne kadar yaşanan krizlerin bize gösterdiği gibi, teknolojik temelini, emek sürecini, firma ve piyasa örgütlenmelerini, yeniden üretim süreçlerini, kurumlarını (devlet, ideoloji) dönüştürerek yeni bir sermaye birikim rejimi yaratabilmesi, yeni bir hegemonya sistemi kurabilmesi anlamına gelecektir. Bunlar olurken hem emek, hem sermaye kesiminde belirgin yeni sınıf şekillenmeleri yaşanacak, yeni kesimler ortaya çıkarken kimi eski kesimler yok olacaktır.
Tüm bunlar başarılabildiği taktirde kar oranları restore edilecek ve yeni bir büyüme genişleme, göreli refah dönemi başlayabilecektir. Aksi taktirde kapitalizm krizinden çıkamayacak, çürümeye devam edecektir. Günümüzün teknolojik gelişmişlik, küresel bütünleşme düzeyi göz önüne alındığında bu çürüme giderek hızlanan bir uygarlık krizi anlamına da gelecektir.
Kapitalizm 1970’lerde yapısal bir krize girdikten, 1980’lerde sorunlarını erteleyecek bir kriz yönetim modelini (neo-liberalizm, finansallaşma) devreye soktuktan sonra 2007’de de, bu düzenleme modelinin iflasına bağlı olarak mali bir kriz patlak verdi. Yapısal krize yol açan tüm çelişkiler yeniden açığa çıkmaya başladı. Ekolojik boyutu, savaşları, dinci akımların yükselişini, egemen sınıfın parazitleşme sürecini de düşününce uygarlık krizinin derinleşmeye başladığını kolaylıkla söyleyebiliriz.
Bu “durum” içinde iki olasılık söz konusu. Bunlardan birinin, servetin ve servet üretme araçlarının merkezileşme düzeyine, izleme, disiplin uygulama, cezalandırma, öldürme teknolojilerinin hızla artmakta olan kapasitelerine, “kültür endüstrisinin” insanları kendi içlerine ve hazlara yönlendirici etkilerindeki yayılmaya bakarak, George Orwell’in “1984” romanında betimlediği bir totaliter barbarlığa açılmakta olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.
İkinci olasılık ise kapitalizmin aşılarak başka bir toplumsal düzene geçilmesiyle ilgilidir. Bu yeni düzenin adı da komünizmdir. Bu anlamda kriz, komünizmi yeniden, salt teorik felsefi bir proje olarak değil, barbarlığa karşı bir seçenek, tek seçenek, bu nedenle de pratik bir zorunluluk olarak gündeme getirir, konuşulmasına olanak sağlar.
Kapitalizmin bundan önceki yapısal krizine bakınca, hem insanlığın barbarlığı, Faşizminde, Yahudi Soykırımı’nda, iki dünya savaşında, iki atom bombasının yarattığı yıkımda çok berrak bir biçimde gördüğünü biliyoruz. Bu barbarlığa karşı, insanlık, kapitalizmin ötesine, komünizme geçmeyi deneme çabalarını hızlandırmış, somut ve son derecede değerli, zaman zaman trajik derslerle dolu örnekler üretebilmiştir.
Ancak hem komünizme geçme çabaları, geçiş sürecini aşamadan kapitalizmle komünizm arasındaki “sosyalizm” denen “no man’s land”da saplanmış kalmış, ilerleyememenin sonuçlarını yaşamaya başlamış, hem de kapitalizm yeni bir sermaye birikim rejimi ve hegemonya sistemi yaratarak krizden çıkmaya başlamıştır.
Bu gözlemlerden çıkarılacak dersler, kapitalizmin her zaman krizinden çıkacağına, komünizmin de hep “sosyalizme” saplanacağına ilişkin olamaz. Bunlardan birincisi, kapitalizmi, başı olan ama sonu olmayan, ebedi bir sistem olarak görmeyi gerektirir ki bu tümüyle insanlık tarihinin dinamiklerine aykırı, fantastik ve tabii idealist bir sonuç olacaktır.
Diğer taraftan, savunanların arzularının aksine bu ebediyet iddiası, Hegelci bir not düşersek, başı olan ama sonu bir türlü gelmeyen şeyler gibi kapitalizmin de canavarlaşmakta olduğunun kabulu, itirafı edilmesi ama buna karşın savunulması anlamına gelir ki bu da her şey bir yana bir ahlak dejenerasyonuna işaret eder.
İkincisi, komünizmin her zaman “sosyalizme saplanmaya” mahkum olduğunu ileri sürmek, egemen sınıfların gücünü mutlaklaştıracak, onları tanrı katına yükseltirken, “büyük” insanlığın aklını, kendini yönetme iradesini yadsıyarak onları kul statüsüne indirgeyip barbarlığa mahkum etmek olacaktır.
Bu gözlemlerden çıkacak en önemli ve öncelikli ders, tarihin karşımıza getirdiği momentte, eğer irademizi kullanmaz, komünizmi güncel bir sorun, kapitalizme, “şimdi, burada” bir cevap olarak olarak düşünmezsek, barbarlık olasılığının hızla artmaya devam edeceğine ilişkin olmalıdır.
Kapitalizmin bu krizden çıkma olasılığı, tarihsel olarak vardır ama henüz ne teorik ne de pratik olarak gündemde değildir. Güncel olan bir taraftan çürüme, çözülme, canavarlaşma, diğer taraftan da bunun karşısında güncel bir seçenek olarak gelmeye başlayan komünizmdir.
Komünizmin Güncelliği
Alman İdeolojisi yapıtında, Marx/Engels, komünizmi “Komünizm bizim içinişlerin kurulması gereken bir durumu, realitenin kendini uydurması gereken bir ideal (ülkü) değildir. Biz şeylerin andaki durumunu (yapılandırılmış durumunu –E.Y) ortadan kaldıran gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları bugün var olan öncüllerden kaynaklanır” ( vurgular orijinalinden. sf 57, 1976, Progress Publishers, Moskova).
Böyle baktığımızda, yukarda değindiğim, komünizmin bir zorunluluk olarak güncelliğinin yanı sıra, “şeylerin andaki durumunu ortadan kaldırmayı amaçlayan bir hareket olarak” pratikte de karşımıza çıkmaya başladığını görüyoruz.
Londra’daki, Şili’deki öğrenci olaylarından, yerel isyanlardan, Yunanistan’daki genel grevlere, Sintagma Meydanı çatışmalarına, Tahrir Meydanı’ndan, İspanya’daki Porto Del Sol eylemine, ABD’deki Wall Street’i işgal etme olayına, Hindistan’da yolsuzluğa karşı kitle hareketlerine, İsrail’deki kitle eylemlerine, bunların yüzlerce başka kentte yansımalarına kadar, kalabalıklar (Hardt ve Negri’nin bir deyimini ödünç alırsak “çokluk”) hızla bunlara katılmaya başlayan işçi sendikaları, “şeylerin andaki durumunu” sorguluyor, demokrasiden, burjuva siyasetinden, sermaye düzeninden bıktıklarını dile getiriyorlar; “şeylerin andaki durumunu istemiyoruz” diyorlar.
Örgütlü ve programlı olmadıkları için, saman alevi gibi sönmesi beklenen bu olaylar, sönmüyorlar, ilk anda beklenenin aksine hem patlak verdikleri yerde devam ediyorlar hem de yaygınlaşıyor yeni yerlerde boy vermeye başlıyorlar; nihayet Wall Street’e, mali imparatorluğun “Roma”sının sokaklarına ulaşıyorlar.
Çokluk ve işçi sınıfı birlikte şeylerin andaki durumunu sorgularken, “şeylerin andaki durumunun” sahiplerinde, 1789 Fransız Devrimi, Rus Devrimi öncesindeki aristokrasiyi anımsatan bir aymazlık, küstahlık gözleniyor. Balkonlarda, ellerinde şampanya kadehleri, eylemcileri, polisin saldırılarını keyifle izliyorlar, binalarının camlarına, inanılmaz bir kibirle “biz %1’iz” pankartları asıyorlar.
Sokaktakiler, meydanlardakiler, ne istemediklerini biliyorlar, ama henüz ne istediklerini bilmiyorlar. Onların eylemi “şeylerin andaki durumunu ortadan kaldırmayı amaçlayan hareketi” oluşturuyor. Böylece, tarihin kapatılmış, egemen yapı tarafından paranteze alınmış düzenli zamanının akışı kırılıyor, siyasi eyleme ve müdahaleye uygun bir alan açılıyor. Bu alanda, şimdi hareketin “ne istediğini” tanımlamak, ona anlatmak, hızlanmasına ve yayılmasına olanak sağlayacak örgütsel biçimleri ve çalışma tarzlarını yaratmak ve geliştirmek gerekiyor... Kısacası, bir “hareket olarak komünizmi”, bir başarı garantisi beklemeden, tüm yenilgi olasılıklarına karşın hızlandırmak, şekillendirmek, kendini bulmasını, yaptığı işin bilincine varmasını sağlamak için katılmak, bu cesareti göstermek gerekiyor.
Sol Org 13/10/2011
Ergin Yıldızoğlu