Türkiye’nin önde gelen düşünürlerinden Fikret Başkaya: Solun kendini yeniden yaratması gerekiyor
“Solun yeniden bir umut olabilmesi için, kendini yeniden tanımlaması, artık eski yöntem ve araçlarla, eski politika yapma tarzıyla bir yere varılamayacağını bilmesi gerekiyor. Başka türlü söylersek, artık 19. ve 20. yüzyıl solunun bir işe yaraması mümkün değil”
Geçen hafta duyurduğumuz üzere, Politik Muhabbetler’de ‘çıkış yollarını’ aramaya devam ediyoruz. Ne var ki çıkış güzergahının nerede olabileceğine ilişkin konuşurken, haritanın tamamına göz gezdirmesek de olmuyor. Önce dünyada ne olup bittiğini anlamaya çalışıp ardından Türkiye’nin bu düzlem üzerindeki özel konumuna odaklanıyoruz.
Ülkemizde yaşananlar, dünyada kapitalist sistemin girdiği ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerden bağımsız değil. Ancak salt bundan ibaret de değil. Türkiye, küresel çarkın bir parçası olduğu oranda sistemsel buhranlarından etkilenirken, aynı zamanda kendi iç çelişkilerinin getirdiği öznel durumlara ya da problemlere de sahip. Yani bugün yaşadıklarımız ne tamamen AKP ile ilgili ne de tamamen AKP’den bağımsız. Neoliberal kapitalist sistemin krize girmesi AKP’nin politikalarının sonucu değildi; fakat krize giren neoliberal kapitalist sistemin Türkiye’ye verdiği ve vereceği zararlar AKP politikalarının bir sonucudur. Şimdi bunun üstüne sosyal ve siyasal kriz de binmiş halde. Peki ne yapmalı?
Bu hafta Türkiye’nin en kıymetli düşünce insanlarından Fikret Başkaya’ya kulak verdik. Fikret Hoca’ya göre dünyada ve Türkiye’de sistemin zemini tamamen kaymış durumda. “Zemin kayınca ne olur?” diye soran Fikret Hoca, ardından cevabı şöyle veriyor: “Üstündeki her şey çöker.”
>>Dünyada bir süredir bazı değişimler gözlemliyoruz. Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor, kaldı ki yönetilenler de eskisi gibi yönetilmek istemiyor. Sizce olan bitenin altında ne yatıyor?
Kapitalizm bir dünya sistemi. Birçok bakımdan kendini önceleyen üretim tarzlarından, uygarlıklardan çok farklı. İki türlü kriz peydahlamadan yol alamıyor: Birincisi, konjonktürel veya devrevi krizler ki, bunlar yaklaşık 7-11 yıllık aralarlar tekrarlanıyor ve bunlar sistemin işleyişine içkindir, mündemiçtir. Yanlış politikaların sonucu olarak ortaya çıkmıyorlar. Bir yol kazası söz konusu değil… Ya da başka türlü söylersek, önlenebilirdeğildir. Sistem kriz yaratıyor ve onu aşıyor, işleyiş bu şekilde yol alıyor. Bir de yapısalveya sistemik kriz dediğimiz krizler var ki, bunlar yaklaşık 25 yıl kadar sürüyor. Bir durgunluk dönemi. Bu, verimlilik, dolayısıyla kâr oranlarının düşük olduğu bir dönen demek. Onu yine yaklaşık 25 kadar devam eden bir genişleme, yükselme dönemi izliyor. Sanayi kapitalizminin tarih sahnesine çıktığı dönemden beri başlıca üç yapısal kriz yaşandı: 1871, 1829 ve 1974-75… Birinciden kolonyalizm sayesinde çıkılabildi. İkinciden savaşlar ve yeniden yapılanmayla çıkıldı ve üçüncüsü olan 1974-75 krizinden de neoliberalizmdayatılarak çıkılmak istendi ama operasyon başarısız oldu. Küresel kapitalizm 2. Emperyalist Savaş Sonrası’nın (1974–1975) verimlilik, yani prodüktivite düzeyine bir türlü ulaşamadı… Verimlilik ve kâr oranlarını gerekli düzeyde restore edemedi…
Kapitalizm sürekli büyümek zorunda. Büyümeden varlığını koruyamaz. Dolayısıyla her kapitalist veya kapitalist işletme için büyümek veya yok olmak dışında bir seçenek yoktur. Kapitalizmde durmak diye bir şey yoktur. Hiç bir kapitalist “Bu kadarı bana yeter” demez. Bu yüzden de her kapitalist ileriye doğru kaçmak zorundadır.Zira, mücadele çılgın, vahşi bir rekabet ortamında devam ediyor. Fakat temel bir çelişkiyle de malûl. Büyüyebilmek için her seferinde daha ileri, daha gelişmiş üretim tekniklerinin, teknolojilerin devreye sokulması gerekiyor. Bunun anlamı, canlı emeği, yani işçiyi makinayla ikame etmektir. Her seferinde daha az canlı emek kullanmak demek, ‘işsizler ordusunu’ sürekli büyütmek demektir. Üretilenin satılmasının yanı realizasyonunzora girmesi, üretimle tüketim arasında bir uyumsuzluk demektir. Tabii üretilenin satılamaması da kriz demektir.
Şimdilerde sistem artık yeteri kadar ‘yeni değer’, ‘fazla değer’, ‘artı değer’ üretemiyor. Makina-robot daha çok ve daha çabuk üretmeyi mümkün kılar ama yeni değer yaratmaz. Yeni değeri fazla değeri sadece eti-kemiği olan insan, işçi, yani canlı emek yaratır-üretir. Makina-robot sadece daha önce yaratılmış, makinede ‘dondurulmuş’ değeri yeni ürüne aktarır, transfer eder. Şimdilerde sistemin tıkanmasının, patinaj yapmasının birinci nedeni, yeteri kadar yeni değer yaratamaması. Tıkanmanın ikinci bir nedeni daha var: Kapitalistler üretimin insani-toplumsal ve ekolojik sonuçlarıyla ilgili değillerdir. İnsana ve doğaya verilen zararla ilgili değillerdir. Oysa bir şey üretmek, doğadan bir şey çekmekle, eksiltmekle mümkün ve üstelik üretirken de, tüketirken de kirletmek kaçınılmaz. Sistem sınırsız büyüme-genişleme eğilimine ve dinamiğine sahip ama bu dünyanın kaynakları sınırlı. Bir önemli şey de, kapitalizmin kendini yeniden üretme hızıyla, doğanın kendini yenilen üretme-yerileme hızı arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkmış bulunuyor. Eğer buraya kadar söylediklerim doğruysa, bu artık kapitalist dünya sisteminin hem iç ve hem de dış sınırına dayandığı anlamına gelir. Aynı şeyi başka türlü ifade edersek, artık söz konusu bildik kriz veya krizler söz konusu değil. Bu tartışmasız bir uygarlık krizi.Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek önemlidir. Artık sistem dahilinde çözüm yok! Bir tarihsel dönemin sonuna gelindi. Tabii bu durumu da artık krizkavramıyla ifade etmek mümkün değil. Zira kriz, normal durumdan, denge durumundan bir sapma demeye gelse de normale dönüşüde ima eder. Şimdilerde artık bir çöküştensöz etmek gerekiyor ama bir sosyal sistemin çöküşü bir canlı organizmanın ölümü gibi anlık bir şey değildir. Bir eğilim ve/veya bir süreci olarak anlamak gerekir. Başka türlü söylersek geriye dönüşün mümkün olmadığı durumu, geri dönüşü olmayan eşiğinaşıldığını ifade eder. 1917 Moskova doğumlu, Rus fizikçi ve kimyacı Ilya Prigojine, ki Nobel Ödülü de almıştır, şöyle söyler: “Eğer bir biyolojik. kimyasal veya sosyal sistem, genel denge durumundan fazlaca saparsa ve bu sıklıkla tekrarlanırsa, artık bir daha sistem yapamaz.” Şimdilerde kapitalist dünya sisteminin manzarası öyle…
SİSTEM ÇÖZDÜĞÜNDEN FAZLA SORUN YARATIYOR
>>Bu söyledikleriniz, egemenlerin yönetme yeteneğinin aşındığı anlamına mı geliyor?
Aynen öyle. Artık sistem bir bütün olarak, çözdüğünden daha çok sorun yaratıyor. Her seferinde sosyal kötülükleri büyütüyor. Üstelik ekolojik yıkım da almış başını gidiyor. İklim krizi insanlık ve uygarlık için bir var olma-yok olma durumu ortaya çıkarmış bulunuyor… Egemenlerin yönetme yeteneğinin aşınması, aynı zamanda onların kitleleri aldatma ve oyalama yeteneğinin de aşındığı demeye geliyor. Vakitlice etkin bir müdahale yapılamazsa eğer, insanlığın ve uygarlığın geleceği karanlık demektir. Bir geleceği yok demektir. Durum vahim, her şey çığırından çıkmış durumda ama egemenler cephesi hâlâ eski şarkıları söylemeye devam ediyor. Artık yönetenler yönetemez durumda. Şimdilik baskıyı, şiddeti, devlet terörünü, bölgesel savaşları devreye sokarak zaman kazanmaya çalışıyorlar ama bu müthiş yıkıcı-yok edici bir genel savaş çıkarmayacakları demeye de gelmiyor. Sosyalizm veya barbarlık ikilemi hiç bu günkü kadar kendini dayatmamıştı.İkinci savaş sonrasında (1945-1975) düzenleme işiniulus devletler yapmıştı. 1980 sonrasında, neoliberalizm çağındada uluslararasıdenilen ama aslında emperyalizmin peydahladığı kurumlar, işte IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vb. düzenleme işini üstlendi ama artık onların da pili bitti. Ulus devletler ve emperyalist kurumlar işlevsiz hale geldi ama onların yerini alan birileri yok.
POLİTİK İSLAMCILAR DÜNYAYI ANLAMAKTAN ACİZLER
>>Bu söylediklerinizden, artık istemin bir kaos tablosuna hapsolduğu sonucu çıkıyor. Peki, Türkiye bu tablonun neresinde?
Türkiye’de de tam bir kaos görüntüsü var. Artık, Türkiye yönetilebilir olmaktan çıktı. Tabii yönetilenler de bu durum karşısında sessiz ve tepkisiz değil. Zaten başka türlü de olamazdı. Zira saldırının olduğu yerde, direnme ve karşı saldırı da eşyanın tabiatı gereğidir. Politik İslamcı Müslüman Kardeşlerin Türkiye’ ayağını temsil eden AKP, ülkeyi tam bir kaos ve yıkım sarmalına hapsetti. Rıza üretme, kitleleri aldatma-oyama yeteneği tamamen aşındı. Tabii bugünkü sefil tablo sadece onun eseri değil. AKP çöküş sürecini hızlandırdı ama alışık olunmayan bir ajandası da vardı: Eski rejimi yıkıp, bir İslam Cumhuriyetikurmak, 21. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nu ve hilafeti ihya etmek. Kurumları bu amaçla, bilinçli olarak çökerttiler. Mevcut olanı yıkmak kolaydır da yenisini yapmak o kadar kolay değildir. Fakat bu politik İslamcıların önemli bir zaafı var: Dünyayı anlamaktan acizdirler, önlerine, ileriye geleceğe değil, geriye bakıyorlar. Bu yüzden de yönetme özürlüdürler. Tarihte geriye dönüş olduğunu sanıyorlar. Öyle bir şey mümkün değildir.
Aslında Türkiye ekonomisinin temeli 1980’den beri aşınmaya devam ediyordu. 1980 yılında Türkiye’nin egemenleri ve ideolojik uşakları, “İracat öncülüğünde büyüme”, “Dışa açılma”, “Dünya ekonomisiyle bütünleşme” söylemiyle aslında tam bir yeniden kompradorlaşma tercihi yapmışlardı. Ünlü 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Amerikancı, NATO’cu darbeyle kompradorlaşmanın önü açıldı. O tarihten itibaren Türkiye ekonomisinin temeli aşınmaya devam etti. 2002 yılında emperyalizmin ve yeril mülk sahibi sınıfların bir tercihi olarak, AKP’nin iktidara taşınmasıyla da aşınma hızlandı, derinleşti ve sonuç: Çöküş.
Fikret Başkaya, lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, doktorasını Paris’te tamamladı. Yurtdışında bulunduğu süre boyunca; azgelişmişlik, emperyalizm ve kapitalizmden sosyalizme geçiş sorunları üzerine çalışmalar yaptı. Abant İzzet Baysal Üniversitesi iktisat bölümü öğretim üyesi iken ‘Paradigmanın İflası’ adlı kitabı nedeniyle Terörle Mücadele Yasası’na muhalefetten 20 ay hapis cezasına çarptırıldı. Haymana Kapalı Cezaevi’nde yattı. 2007’de Özgür Üniversite’yi kuran ve halen bu üniversitenin başkanlığını yapan Fikret Başkaya, Fransız Marksist düşünür Samir Amin’in kitaplarını da Türkçe’ye kazandırdı.
Kompradorlaşmış bir rejim demek, ekonominin iç eklemlenmesinin ve uyumunun ortadan kalkması demektir. Her bir sektör yönünü içeriye değil dışarıya döndürüyor ve ekonomi dış belirleyiciliklere tâbi oluyor ve daha kolay yara alabilir hale geliyor. Fakat sorun sadece ekonomiyi angaje etmiyor. Tüm alanları ve sektörleri kapsıyor. Buna dış politikada yaşanan sefalet de dahil.
Biraz önce söylediğim gibi, politik İslamcıların iktidara taşınması emperyalizmin de istediği bir şeydi. Ortadoğu’da otokrasiler aşınıp kitleleri aldatma ve oyalama yetenekleri ortadan kalkınca, yerine bir şey koymak gerekiyordu. Dediler ki, “Biz bunların yerine politik İslam’la yola devam edebiliriz.” Türkiye’deki siyasal İslam’ın iktidara taşınması , işte bu bütünlük içinde anlaşılabilir. Zaten Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından sonra politik İslamcılığın önü açılıyordu. 12 Eylül askeri darbesi sol muhalefeti ezdi ve dinci gericiliğin önünü sonuna kadar açtı. Lâkin bir şeyi söylemek olmaz: Geride kalan yaklaşık yüz yıllık dönemde, sömürü, yağma ve talan hiç bir zaman AKP iktidarındaki düzeye ulaşmadı. Yağmalanmamış, talan edilmemiş, özelleştirilmemiş, kâr arıcına dönüştürülmemiş hiç bir şey bırakmadılar… Oysa, her şeyin özelleştirildiği, müştereklerden ve ortak yaşam alanlarının ve kaynaklarındanyoksun bir toplumsal yaşam sürdürülebilir değildir. Zira, müştereklertoplumu bir arada tutan tutkaldır…
ESKİ POLİTİKA TARZIYLA BİR ŞEY BAŞARILAMAZ
>>Sizce bu anlattıklarınız karşısında ne yapılması gerekir?
Bir kere nasıl bir zemin üzerinde durduğumuz konusunda kafa karışıklığından kurtulmak gerekiyor. Şeyleri adıyla çağırmak gerekiyor. Eski yöntemlerle, eski politika yapma tarzıyla bir şeyleri başarmak mümkün değil. Zira global planda da Türkiye’de de zemin kaymış bulunuyor. Zemin kaydı mı, zeminin üstündeki her şey çöker. Bu, siyaset yapan tüm aktörlerin de bundan etkilenmesi demektir. Eğer dünya farklı bir zemin üzerine savrulmuşsa, bu eski düşünce tarzlarının, eski yöntem ve araçların bir işe yaramadığı anlamına gelir. Bir kere dayatılan burjuva siyasetinin dışına çıkmak gerekiyor. Mevcut politika yapma yöntem ve araçlarını reddetmek gerekiyor. Zira geçerli burjuva siyaseti topluma tuzak kurmaktan ibarettir. Egemen sınıflar tarafından kurulan veya kurdurulan partilerin neye yaradığı konusunda açıklık olmalıdır. Zira, siyasi partiler ve seçimler kitleleri aldatmanın, oyalamanın araçlarıdır. Kullanılan oyun bir karşılığı yok. Seçilenler seçenleri hiç bir zaman temsil etmiyor. Bu sahte oyunu bozmak gerekiyor ve bu mümkün.
>>Dünyanın solun söylemlerine daha ilgi duyar hale gelmeye başlaması, sözünü ettiğiniz zemin çöküşüyle mi ilgili? Artık Soğuk Savaş’ın dezenformasyonundan uzak olan Batı gençliğinin bir bölümü, neoliberal kapitalist sistemden çıkış için sosyalizmi işaret ediyor. Tabii emekçi sınıflar içinde de yabana atılmayacak bir sol eğilim beliriyor. Bu çökme halinden sol nasıl faydalanabilir?
Dünyadaki sol hareketin bu duruma etkili bir şekilde müdahale edebilmesi için önce kendini yeniden yaratması gerekiyor. Yoksa yeni bir şey yapmak imkân dahilinde olamaz. Dolayısıyla solun, eski üslupla, eski politika yapma tarzıyla, eski yöntem ve araçlarla sürece etkili müdahale edebilme yeteneği yok. Bir kere eski kafayla bir yere varılamayacağını bilmek gerekiyor.
Mesela şimdilerde, parlamenter demokrasiye dönüşten söz ediliyor. Aslında AKP parlamenter demokrasi denilenin iflası sonucu iktidara taşınmadı mı? İnsanlar dünyanın her yerinde parlamenter demokrasi denilenden neden kaçıyor? Artık o sahte oyunun kendileri için bir şey ifade etmediğini bildikleri için… Fakat ortada umut ve güven veren bir sol alternatif de olmayınca, sağ popülistpartilere ve politikacılara yöneliyorlar. Aslında neoliberalizminişçi sınıfının mücadele yeteneğini aşındırması, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve
sosyal demokrat partilerin de neoliberalizme teslim olması, solda bir ütopya zaafı yarattı. İnsanlar Sovyetler Birliği’nde çökenin sosyalizm olduğu yanılsaması içindeler. Oysa orada çökenin sosyalizmle bir ilgisi yoktu. İnandırıcı ve güven veren bir alternatif olsa, faşizan partilerin peşine takılırlar mıydı? Solun yeniden bir umut olabilmesi için, kendini yeniden tanımlaması, artık eski yöntem ve araçlarla, eski politika yapma tarzıyla bir yere varılamayacağını bilmesi gerekiyor. Başka türlü söylersek, artık 19. ve 20. yüzyıl solunun bir işe yaraması mümkün değil. Dünyanın her yerinde ve her alanda muazzam anti-kapitalist direnişler, mücadeleler var. Fakat bu hareketler temel bir zaafla malûl. Bir kere birlerinden kopuklar ve ortak bir perspektife de endeksli değiller. Bunların hem ulusal planda ve hem de dünya ölçeğinde kavuşması gerekiyor. Mücadelenin mevcut bölünmüşlüğü ve dağınıklığı aşması gerekiyor… Çok büyük çeşitlilik içeren sosyal hareketler, direnişler birbirinden kopuk ve bölük-pörçük. Bir perspektife endeksli değiller. Bu sıkıntıyı da aşmak gerekiyor. Hiçbir mücadele odağı tek başına bir başarıya ulaşamaz. Nihai tahlilde, tüm bu direnişlerin enternasyonal planda kavuşması gerekiyor. Bunun şartlarını yaratmak lazım.
Yeni bir perspektifin ve paradigmanın yaratılabilmesi de eleştirel düşünce gerekir. Bu, radikal eleştiri zaafını aşmakla mümkün olabilir. Ve bu süreçte de entelektüellere önemli bir rol düşüyor. Zira, ideali ve ütopyayı formüle eden onlardır ve entelektüellerden yoksun hiçbir hareketin de bir başarı şansı yoktur. Esasen kitle hareketinin yükseldiği dönemde entelektüel yaratıcılık da büyür. Geride kalan yaklaşık 40 yılda radikal eleştiri dibe vurdu. Bu durumun aşılması gerekiyor. Artık burjuva siyaseti iflas etti. Hâlâ burjuva politikacıları aracı bataklıktan çıkaracaklarını söylüyorlar. “Ben aracın direksiyonuna geçersem bu işi düzeltirim” diyorlar. Araç bozuksa, ki bozuk, neyi ne kadar yapabilir? Sen direksiyona geçince ne değişecek? Bütünsel bir bakış lazım. Özetle hiçbir şey eskisi gibi değil. Eski yöntem ve araçlar da işlevsizleşmiş bulunuyor.
>>Aracı değiştirmek lazım yani?
Üç şeyi değiştirmek lazım: Aracı, sürücüyü ve istikameti değiştirmek lazım. Bu yapılmadığı zaman, insanlık ve uygarlık belki de tarihte hiç yaşanmamış bir vahşet dönemine doğru sürüklenebilir. Bunu hissederek de söylüyorum.
TÜRKİYE’DE İSLAMCILIĞIN PİLİ MURSİ DÜŞÜNCE BİTTİ
>>Türkiye’de siyasal İslamcı rejim, bir meşruiyet krizine girdi. Kendi içlerinde de parçalanıyorlar. Örneğin eski bakanlardan Ali Babacan, AKP’den istifa etti. Yeni parti kuracağı söyleniyor. Yıllardır bu konuda düşünen, yazan ve çeviriler yapan bir entelektüel olarak, siyasal İslamcılığın Türkiye’deki geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de bu politik İslamcılığın pili, Mısır’da Mursi iktidardan düştüğü gün bitmişti. Neden? Çünkü politik İslamcıların kitleleri aldatma, oyalama yeteneği olmadığı anlaşıldı. Bu projeyi üretenler de siyasal İslamcılardan desteği çekip başka çözüm arayışlarına girdiler. Bunu birkaç yıl evvel seninle yaptığımız bir söyleşide de söylemiştim; AKP de Müslüman Kardeşler’in buradaki versiyonu. Buna ek olarak AKP, bugüne kadar neoliberalizmi bağnaz biçimde uyguladı. Arap Baharı’nın sona ermesinden itibaren siyasal İslamcı rejim çöküşe geçti ama 5-6 yıl daha dayandı. Yine de yolun sonuna geldiler. Artık o iş bitti. Kitleler artık duruma müdahale etmenin gerekliliğini kavradılar. Önemli bir muhalefet oluştu Türkiye’de. Bu parti dağılacak ve içinden birileri çıkacak. Sonunda yine bunlar gibi olacak. İnsanlar kendisine yeni diyeni gerçekten yeni sanır. Yeni değil aslında. Eskinin farklı bir versiyonu olarak hortluyor. Artık AKP bundan sonra yola devam edemez. Şahsen 1 yıl daha dayanır mı, bilmiyorum. 2020’de sahneyi terk edeceğini tahmin edebiliriz. Çünkü durum artık sürdürülebilir değil. Bütün göstergeler kırmızıda ve her şey çöküş halinde. Ekonomi, dış siyaset, eğitim… Her şey batmış durumda. Kurumlar çökmüş, değerler aşınmış. Değer ölçüsü yok olmuş. O nedenle, kendi içlerinden çıkanın da şansı yok. AKP içinden türeyecek “yeni” bir parti demek, eski şarabı yeni şişede sunmaktan ibarettir. Şişe değişince şarabın tadı değişir mi? Bunu iyi anlamak ve anlatmak lazım. Mesela diyorlar ki, “Parlamenter sisteme dönülsün.” Parlamenter sisteme dönünce ne olacak? İşte bunlar (AKP) parlamenter sistemden gelmedi mi buraya? AKP, parlamenter sistemin krizi üzerine iktidar oldu. Tarihte geriye dönüş yoktur. Onun için muhalefetin durumu çok iyi analiz edip halkçı, demokratik bir perspektif ve program üretmesi lazım. Verili düzen partileri dışında bunu yapmak lazım. Siyaseti parlamento dışına taşımak gerekiyor. Bunun adına ister geçiş programı, ister acil program de… Bence nelerin yapılması gerektiği, neden yapılması gerektiğine dair bir perspektif ve program gerekiyor. Bunun için de, bütün sorun odaklarını içeren, temsil eden bir kongre toplamak gerekiyor. Bu ulusal kongreden, programı yazmak üzere bir ekip belirlenmeli. Ulusal kongre ikinci kez toplanarak, hazırlanan programı tartışıp son şeklini vermeli. Aslında bu yöntem politikleşmeyi de sağlayacaktır. İnsanlar politik özneler olduğunda gerisi gelecektir. Politika yapma işi, profesyonellere bırakıldığı sürece orada politika yapmanın bir anlamı olmuyor. Ancak politika yapma işi, her bireyin işi olduğu zaman, demokrasiden söz etmek de mümkün hale gelir.
>>O zaman önümüzdeki süreçte solun görevi, “İnsanları yurttaş ve politik bireyler haline getirmeye çalışmak, bu amaç için hareket etmektir” diyorsunuz…
Evet öyle. Şeyleri değiştirmek istiyorsan, önce anlaman gerekiyor. Boşuna “Anlamak aşmaktır”denmemiştir. Uygun tartışma zeminleri oluşturmak gerekiyor. İnsanların hayır demesi önemli ama yeterli değil. Benim söylediklerim birkaç öneri sadece. Yapılabilecek çok şey var. Hakikaten insanlar bezmiş durumda. İşsizlik, iğretilik, sömürü, yağma ve talan, doğa tahribatı inanılmaz boyutlarda. İnsanların buna evet demesi imkânsız. İnsanlar hayır diyor ama iş sadece o aşamada kalmamalı. Enerji yatırımları tam bir yıkım halini aldı. JES’ler, HES’ler, termik santraller, maden ocakları… Sözde enerji sorununu çözüyorlar. Halbuki asıl amaç değerlenme sıkıntısı çeken sermayenin önünü açmak. Söylediğimin özeti şu; insanlık ve uygarlık, kritik ve tehlikeli bir eşiğe dayanmış bulunuyor. Artık hiç bir şey eskisi gibi değil.
DÜŞÜNSEL BİR KOPUŞ YARATMAK GEREKİYOR
>>Türkiye’de 31 Mart seçimlerinden sonra, iktidar ülkenin her anlamda zenginliğini üreten merkezlerini kaybetti. Bu kuşkusuz muhalefete cesaret ve umut verdi. Fakat burada biraz durup düşünmek gerekmez mi? Çünkü muhalefet dediğimiz cephenin tamamı, seçim sürecinde oluşan havayla birlikte, ’lider’ profili üzerinden bir noktaya doğru kanalize edilmeye çalışılıyor. Bundan sonrası için, solun pratik ve fikirsel manada nasıl ilerlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Bir sorunu yaratan düşünce tarzıyla o sorunu çözmek çözmek mümkün değildir. Öncelikle bir düşünsel ve entelektüel kopuşa ihtiyaç var. Düzen içi muhalefet ancak düzeni yeniden üretebilir. Oysa, verili paradigmanın dışına çıkmayı gerektiren bir zamandayız. Artık birikmiş sorunlar çözülebilir değil.
Eski paradigma iflas etti o halde.
Kesinlikle iflas etti. Eğer paradigma çöktüyse, yenisini yaratma dışında bir seçenek de yok demektir…
Haber / Yazı: Berkant Gültekin
Bir Gün Gazetesi 15 Temmuz 2019
21/11/2024
Bugün860 ziyaret var
Sitede 40 Kişi var
IP:3.141.201.95