Cevizden anlayanlarbilir; iklimisertbölgelerdecevizinkabuklarıdahakalınolur. Bunabağlıolarakdaiçidiğerbölgelerdekicevizlerenazaranküçükolur. Ortamauyumsağlamaklaalakalıdır. Doğadaevriminonlarcaküçükkanıtındansadecebiridir. Kırmasızorolduğugibikırıldığındaeldeedilenceviziçi her zamantatminetmeyebilir. Ancakincekabuklucevizleriniçidoludoludur. Kolaycakırılır, genelde de afiyetleyenir. Şimdikabuğusert, içikofcevizisuçlamanınveincekabuklucevizlerin ne kadargüzelolduğunuanlatmanınbuyazıyıokuyanlaradahafazlafaydasıolacağınıdüşünmüyorum. O nedenlebubenzetmeligirişinardındanyazınınyazılmasebebinegeçiyorum.
Kabuklarlabahsetmeyeçalıştığım, Türkiye’desolunbuzamanakadarkendisinivaretmekiçingeliştirdiği, ürettiğikimialışkanlıklar, örgütselgelenekler, kültürler, kırmızıçizgiler, ilkeler vs.
Her kabuk gibi nesnellik ve öznenin nesnellik karşısındaki konumlanışının bir sonucu olan bu özellikler, günümüzde kalın bir kabuk görüntüsü çiziyor. Bu kabuklar öylesine kalın ki kimi dönemeçlerde dışarıda uyum sağlanması gereken süreçlerin değiştiğini idrak edemeyecek bir ‘iç’ yaratıyor.
Burada işaret etmek istediğim nokta kesinlikle dış şartlara uyumlu yeni bir kabuğun yaratılması değil. Bu elbette gerekli. Ama konu Türkiye olunca, konu sol olunca, önce o kabuğun bir güzel kırılması gerekiyor. Ancak o zaman dışıyla daha uyumlu bir kabuk elde edilebilir. Dünyadaki örneklerine baktığımzda da göreceğimiz tam olarak budur. Sadece bir örnek; Rus Marksizminin ortaya çıkışını ve dolayısyla Ekim Devrimini hızlandıran olgu, romantik kırk kuşağıyla kaba materyalist altmış kuşağının çatışmasıdır. Altmış kuşağının özellikleriyle Rus Marksizminin özellikleri bambaşkadır. Fakat kabuğu kıran altmış kuşağıdır. Romantizmi karşısına alan, onunla sert bir hesaplaşma içine giren ve kabuğu kıran bu kuşak; Belinski’leri, Herzen’leri parlatmış, Plehanovları, Leninleri ortaya çıkarmıştır.
Kabuk kırmanın o kadar da kolay bir işlem olduğunu düşünmüyorum. Tam tersi, oldukça çetin bir mücadelenin sonucu olabilir. Bu aynı zamanda sert hesaplaşmalar anlamına geliyor. Burada bahsedilen, bir yönüyle kuşak çatışması. Eskinin, yeni karşısındaki direnci, yeninin eskiyi yıkmak karşısındaki kararlılığı… Bunun için yalnızca gelmekte olanı anlamak yetmiyor malesef. Gelmekte olanın götürmesi gerekenleri de anlaması gerekiyor. Yukarıda verilen örneğe bu noktada geri dönelim; matbaa kırklı yılların romantik kuşağı sayesinde Rusya’da yaygınlaşıyor. Bu kuşağın en önemli özelliği sadece romantizm değil. Ülkesine baktığında kendisini hakem konumunda gören, yeri geldiğinde güzelleyen, eleştirilecek bir nokta varsa bunu kırıp dökmeden bir romantik muhnisliğinde yapan bir kuşak…
Altmış kuşağı olarak tanımlanan kaba materyalist kuşak ise romantiklerin ayağını bastığı zemini tamamen karşısına alan, kesin ve köklü dönüşüm planlarıyla sonuçlanan ülke değerlendirmeleri yapan ve gelmekte olan kuşağın en belirgin özelliği olan eskiyle girdiği mücadelede kesinlikle yıkıcı, sert bir konum alıyor. Aynı zamanda ayağını bastığı zemini de altmış kuşağına borçlu. Dönemin kaba materyalistlerinin neredeyse tamamını oluşturan gençliğin yanından ayırmadığı ‘Staff und Kraft’ adlı kitap, romantik kuşağın yaygınlaştırdığı matbaalarda gizlice basılıp elden ele gezebiliyor.
Turgenyev, Babalar ve Oğullar kitabında bu iki kuşak arasındaki çatışmayı net bir biçimde ortaya koyar. Bunu kuşağının en uç karakterlerleriyle yapmasının sebebi, bu çatışmayı tüm detaylarıyla ortaya sermek kuşkusuz. Romanda altmış kuşağını temsil eden ana karakter Bazarov’un “On tane iyi şairdense işini iyi yapan bir tane kimyageri yeğlerim” cümlesi, altmış kuşağının edebiyatı önemsemediği anlamına gelmiyor. Bu cümle altmış kuşağının hayata bakış açısını, önceliklerini ve kırk kuşağıyla girdiği hesaplaşmada neleri karşısına aldığını göstermesi açısından önemli. Genel bir araştırma yapıldığında altmış kuşağının öyle aman aman birikimli bir kuşak olmadığı, yukarıda adı geçen Staff und Kraft’ın materyalizm açısından dikkate değer bir kitap dahi olmadığı görülecektir. Ancak hedefleri bellidir, kabuğu kırmak. Dışarıyı görmek isteyen altmış kuşağının ardılı, dışarıya nasıl ayak uydurulacağını, dışarıyı nasıl değiştireceğini bilen bir Rus devrimci kuşağı olmuştur. Sonuçta Rus coğrafyasında kırılan kabuk, tüm dünyayı etkilemiştir.
Artık ülkemize dönmenin vaktidir. Kırılması gereken kabuk kimleri temsil ediyor? Kırması gerekenler kimlerdir?
Hiç lafı uzatmadan kabuğu kimlerin temsil ettiğini belirteyim; 12 Eylül’ün yok edici saldırıları karşısında kendini ve aklını koruyan, solu ayakta tutan ve bugünlere gelmesinde önemli bir pay sahibi olanlar. Kabuğu kırması gerekenler ise; 12 Eylül’e doğan, siyasal anlamda gözünü AKP’yle açan ve Haziran Direnişi’yle birlikte ‘90 Kuşağı’ ya da ‘Haziran kuşağı’ olarak adlandırılan kuşak. Bunun bir nedeni var. Türkiye siyasetinde 12 Eylül ve 2013 Haziran’ı arasındaki dönemi sol açısından fetret devri olarak tanımlamak mümkün. Ancak fetret devri yalnızca duraklama değil aynı zamanda bir sonraki atılımın da nüvelerini barındıran bir dönemdir. Fakat atılımın gerçekleşmesi, fetret devrinin yarattığı tüm özelliklerin de geride bırakılmasına, gerektiğinde yok edilmesine bağlıdır.
Haziran sonrası Türkiye’de, siyasal hedeflerin referansı Haziran olmak zorunda. Fakat referansınız ne kadar Haziran olursa olsun; yapınız, alışkanlıklarınız, kırmızı çizgileriniz, kısacası kabuğunuz Haziran öncesi Türkiye’sine aitse belirleyen Haziran değil kabuk oluyor. Bu kabuğun kırılması gerek. Kıracak olan ise kesinlikle Haziran kuşağıdır. Haziran’ın kendi siyasal temsilcisinin yaratılamamasının, Haziran’da sokağa çıkan milyonların Türkiye siyasetinde kendini görememesinin en önemli nedeni bu kabuğun hala sağlam ve sert olmasıdır. Hesaplaşmanın da sert olması gerekir. Burada bahsedilen geçmişe küfretmek, değerlere saldırmak, ilkeleri boş vermek değil. Bahsedilen bu değerlerin Türkiye siyasetinde solu, eşik atlatmaya, güç yapmaya yetmediğidir. Bunu idrak edememenin nedeni ise kabuk seviciliğidir.
Kabukların kırılması için Haziran kuşağının, sert bir hesaplaşmaya hazır olması gerekir. Bu yalnızca siyaset alanında gerçekleşecek bir hesaplaşma olamaz. Sanatsal alan da hesaplaşmanın bir diğer boyutu. Turgenyev’e Babalar Ve Oğullar’ı yazdıran tek neden, onun iyi bir gözlemci ya da romancı olması değil kuşkusuz. Haziran, kendi edebiyatını, kendi sinemasını, kendi örgütsel formunu ve kendi siyasal hattını kurmak ve kurarken de var olanla hesaplaşmak zorundadır.
‘Şimdi bu da nerden çıktı AKP ile hesaplaşmak dururken birbirimizle niye hesaplaşıyoruz?’ diyenler olacaktır. Merak edilmesin hesaplaşmanın her iki tarafı da AKP ile hesaplaşmayı merkeze koymaktadır. Ancak AKP’nin nasıl gideceği, güzel günlerin nasıl geleceği sorularına verilen farklı yanıtlar ve bu yanıtların doğurduğu sonuçlar, Türkiye soluna tren üstüne tren kaçırtmaktadır. Artık trenin kaçması istenmiyorsa bu hesaplaşma zorunludur. Bu hesaplaşmanın sağlıklı bir şekilde sonuçlanması, yukarıdaki sorulara sağlıklı cevaplar veren ve bu cevaplara hep birlikte sahip çıkan bir sol yaratacaktır.
Bu anlamda gençliğe büyük rol düşmektedir. Haziran sonrasında bile, atılacak adımların sonunda nelerin elde edileceğini değil nelerin kaybedileceğini hesaplayan statükocu anlayışla gençliğin derdi olmalıdır. Bu açıdan elimizin rahat olduğunu söylemeliyim. Hesaplaşma sonunda karşı tarafın kaybedeceği (kabuk dahil) pek çok şey olabilir. Fakat Haziran gençliğinin kaybedecek hiçbir şeyi yok. Zaten kaybedilebilecek her şey kaybedildikten sonra ortaya çıktık.
Bizler Haziran’a müthiş bir öncülük kabiliyeti ve yaygın bir örgütlülükle girmedik. Ama yeni bir öncülük anlayışı ve yaygın bir örgütlülükle çıkmak zorundayız. Sert kabukların içinde çürümek istemiyorsak…
Gün ışığıyla bir an evvel buluşmak için hesaplaşmak ve aşmak zorundayız. Kendi kabuğumuz mu? Hele bir dışarıya çıkalım onun da en güzelini yaratırız.
Baransel Ağca
İstanbul Üniversitesi - baranagca@gmail.com
@BaranselAgca
114 kez bakılmış
GENÇ GAZETE BLOG 7 Mart 2015
21/11/2024
Bugün735 ziyaret var
Sitede 40 Kişi var
IP:18.119.161.216