Türkçe



PDF indir

 

 



Sivil toplumculuk yeni kapitalizm- Mesut Canatak

İzlenme 2755


başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu
başkasının merdiveninden çıkmanın
ne denli zor olduğunu göreceksin”
- Dante- 

Kapitalizme karşı mücadelede sosyalizmden bahsetmemek,insan aklını yok eden kapitalizmden bütünüyle kurtulmak için binbir türlü yol ve yöntemi göze aldıktan sonra sosyalist bir düzeni kurgulayıp istememek,sosyalizme ulaşmayan kapitalizm eleştirilerinde bulunmak, kapitalizm karşıtlığı yaratmaktan itina ile köşe bucak kaçarak, anti-emperyalist söylemleri kullanıp yorumlamak ne kolay
 
Ne kolay savaş karşıtı olarak barışı, halkların kardeşliğini,bir arada yaşamı ve özgürlüğü,demokrasi anlayışı ile savunmak. Hümanizm ağırlıklı çevreci olarak yeşili, maviyi, hayvan haklarını savunmak, cinsiyet ayrımcılığın karşısında olmak. Sağlıklı toplum ve yaşam için sigaraya, uyuşturucuya ve yozlaşmaya karşı olmak ne kolay
 
Sosyal ve sosyolojik söylemleri sol siyasal söylemmiş gibi söylemenin kolaylığı arkasında bulunanın, burjuva ideolojinin sivil toplum arayışı ve anlayışı olduğu merak konusu olmalı ve insanlarla hayvanları ayıran en önemli şeyin, merak konusu olduğu bilinmelidir. Hayvanların hiç biri ve türü merak etmezler, genetik olarak aynı şeyi sürekli yapma konusunda kaygıları hiç olmadığı gibi, ideolojileri ve toplumsal sorunları da hiç olmamıştır
 
Türkiye’nin temel sorunlarından birisi, kolay olana tapma ve kolaycılıktan beslenen, beslenildiği kadar da uzaklaşılan merak konusunun gelişmemişliğidir. Sivil toplumcu düşüncenin tarihine ve ideolojisine meraksız bir göz atış, politik toplum düşüncesinin uzağındaki pencereden kuş bakışı olursa, gidilen yer adının da kuş bakışı bireylerin buluştuğu liberal sol veya sağ akıl olması kadar doğal ne olabilir. 
 
Neo-liberalizmin alt yapı temelinde uyguladığı ekonomik yıkımın ve ölümlerle sonuçlanan savaşın yarattığı tahribatın sonuçlarını, çıplak bir göz görebilmektedir. Aynı gözün bu liberal ekonomik tahribatla beraber, üst yapısal ideolojik şekillenme sonuçlarının kendisi üzerinde ne tür değişiklikler yarattığı konusunda bilgi sahibi olabilmesi çok zordur. Aynı zorluk, emperyalizmin neo-liberal ekonomik ve ideolojik saldırıları sonucu tetiklenen sosyal sınıflar arasındaki etkileşim ve tepkileşim diyalektiği sonucu ayrışan işçi sınıfı ideolojisini de anlayamamasına neden olmaktadır. 
 
Neo-Liberalizm özel mülkiyetin serbest pazarıyla, bireyci özel yaşamın piyasası demek. Ekonomik alandaki serbest pazar ile piyasacı birey arasındaki ilişki karmaşık değildir, her iki piyasacı,devleti ve toplumsal yaşamı, kamucu devlet ve ortakçı yaşam anlayışından uzaklaştırarak özel mülkiyetçi ve piyasacı yapar. Piyasa ekonomisinin belirleyeniyle, bireyci ideolojinin sahibi devlet, devletin ideolojik aygıtları olan din, aile, okul, boyalı basın ve medya kanalıyla toplum üzerinde hegemonya kurar ve her alanı özelleştirerek devleti küçülttüğünü, bireyi de devlet baskısından kurtardığını iddia eder. 
 
Özelleştirmeler sonucu ekonomiyi büyüterek, kişi başına düşen milli gelirin artacağını ve artan milli gelirle ekonomik özgürlüklerini kazanan bireylerin özgürleşebileceği, özgürleşen bireylerin ise sivil toplumda istediği gibi giyinip eğlenebileceği, istediği gibi muhafazakar, metafizik ve ateist düşünceleri savunabileceği, istediği gibi etnik, dinsel kimliğini savunarak yaşayabileceğini savunur. Bunun içindir ki sivil toplum kuruluşlarını sonuna kadar destekler, önlerini açar. 
 
Sivil toplum kuruluşlarına yönelik mali destek sağlayan Avrupa Komisyonu, 1993’den başlayarak AB’nin dış politika ve güvenliği ile ilgili işbirliği yaptığı ülkelerde demokrasinin geliştirilmesi, hukuk düzeninin yerleştirilmesi, insan haklarına saygı ve özgürlüklerin korunması konularında birlikte çalıştığı ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarının güçlenmesi için mali destek sağlamaktadır. Türkiye’de bunlardan biridir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kayıtlarına göre, Türkiye’deki vakıf sayısı 4547’dir. Sivil toplum kuruluşu olarak AB fonlarından yararlanan ve AB’nin dış politika ve güvenliğini sağlama yönünde çabalar içinde bulunan bazı vakıf ve dernekler şunlardır: Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı, Toplumsal Sorunlar Araştırma Vakfı, Kadın Siyasetçiler Derneği, Kadın Adayları Destekleme Derneği, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Derneği, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Türkiye Kalkınma Vakfı, İnsan Kaynakları Geliştirme Vakfı, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Bağımsız İletişim Vakfı, Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği, Helsinki Yurttaşlar Derneği. 
 
AB fonlarının yardımıyla vakıf kurarak, Avrupa anayasasını Türkiye’ye taşıma lobiciliği yapan birçok sivil toplum kuruluşlarına nereden bakarsak bakalım sonuç değişmemektedir ve hepsi neo liberalizmin sivrisinekler gibi ideolojik taşıyıcılarıdır. 
 
Bütün bunlara bağlı olarak, bir çok insanın kafasını karıştıran bugüne gelirsek; darbe karşıtı, sivil toplumcu olarak algılanan, algılanamadığı kadar AB’ci ve ABD’ci AKP’nin, bir kesim sosyal demokratlar ve bazı sol kesimler tarafından, hatta “sol” ortak adaylar tarafından desteklenmesini anlamak kolaylaşıyor. Radikal, Cumhuriyet, Birgün Gazetesi yazarlarının arasında öne çıkan Murat Belge, Oral Çalışlar, Aydın Engin, Ahmet Atlan, Taner Akçam Fikret Başkaya, Etyen Mahçupyan, Mehmet Atlan, Ali Bayramoğlu,Adalet Ağaoğlu, Baskın Oran gibi birçokları sivil toplumcu anlayışlarını, Kemalist devlet karşıtlığıyla birleştirerek gizli veya açık AKP destekçiliği yapmaktadırlar. Bunların devlet karşıtlığı sol liberalizmde öne çıkan Gramsci’ci devlet karşıtlığı da değildir. Bunların devlet karşıtlığı sahtedir. Kemalist ideolojiyi ve devleti, sınıflı toplumlar tarihi yaklaşımından ayırtıp yengeç gibi yan yürüyerek değerlendirirler. Kemalist tarihi ve iktidarı tek partili, baskıcı, bürokratik bir yapı biçiminde sınıflardan bağımsız değerlendirip, arkasından devlet karşıtlığı yaratarak sayfalarca değerlendirme yazıları yazmak, politikaya soyunmak, aday olmak veya adayları desteklemek ahmakçadır. Kemalist Cumhuriyet tarihi ve iktidar kavgası, kapitalizme eklemlenme yolunda, kendi kurum ve kuruluşları her ne pahasına olursa olsun yerleştirmek isteyenlerle, bunun karşısında sosyalist bir cumhuriyet kurmak için ölümleri ve hapishaneleri göze alan işçi ve emekçilerle sosyalist aydınların onurlu mücadelesi arasındadır. Bugünde bu kavga sürmektedir. Seçimlerden sonra sol/siyaset ciddi arınmalarla yolunu devam edecek gibi görünüyor. 
 
Sol liberalizm kavramı nereden çıkıyor? Tek cümleyle, sınıfsal söylemden özgürlükçü söyleme dönmedir. Politik toplumun yerine sivil toplum projesi koyan sol liberalizmin temel referans noktası, düzen içi muhalefet argümanları içindeki devletçiliğe, otoriterliğe, milliyetçiliğe ve dışa kapalılığa karşı yeni bir hegemonik söylem yaratarak, özgürlükçü demokrat ve eşitlikçi bir toplum kurabileceği düşüdür. Tarihin yapıcı öznesi olan işçi sınıfını bir kenara koyarak, tarihi ilerletici güçler düşüncesine sivil toplum yerleştirilirse, sivil toplumun özgürleştirici “güzelliğini” sınırlayan devlet mekanizmasına karşı saldırı kaçınılmaz olur. Ancak, bu saldırı, devletin sınıfsal niteliğine karşı değildir; daha çok ve bütün olarak toplumsal yaşam içindeki bireyin, değişim ve değiştirme çabalarının karşısına bürokratik engel olarak çıkan devletin kuşatılması biçimindedir. 
 
Sivil toplum düşü projesi içinde ele alınabilecek kavram, devletten başkası değildir. Sol liberaller, sivil toplumu, devlet karşıtlığından kalkarak kurdukları ideoloji belirlenimli bir üst yapı modeli çizerek tarif ederler ve Marksizm’in alt yapı ağırlıklı ekonomik modelinin eleştirisini de yapmış olurlar. Unuttukları ise, altyapı-üstyapı ilişkisi ve etkileşimidir. Bu akıl, devleti, sivil toplumu her yönüyle sarmalayan bir kuşaktan ibaret görür ve devlet tarafından sarmalanan sivil toplumu özgürleştirerek devlet karşısında eşitlemeyi, daha sonra da ele geçirmeyi politika ve siyaset sayar. İnanılması zor stratejide, kapitalist devletin bir zor aracı olduğu gerçeği göz ardı edilerek, devlet kurumlarının yaslandığı yer ve tarihini son derece küçümsemektedirler. Unuttukları bir başka gerçek, politik iktidarın ideolojik kurumlar üzerindeki her daim otoritesinin olmasıdır. Devletin ideolojik aygıtları dediğimiz din, aile, okul, boyalı basın ve medya kendi içinde sürekli ideoloji üretirken, bir yandan da politik iktidarın temel kurumu olan devlet tarafından şiddet içeriğinde biçimlendirildiği görülmelidir. Burada öne çıkan yan kandırma ve zor arasındaki birlikteliğin her daim yenilenmesidir. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız; her yeni burjuva ideolojik üretim, aynı zamanda pek çok fiili bir zorun arkasından gelmesi, bütünü kapsıyor olması gerçeğidir. 
 
İdeolojik hegemonyanın siyasi devrimden önce mümkün olduğu düşüncesi ve önermesi Gramsci’ye aittir. Gramsci düşüncesinde sivil toplum güçlü, görkemli bir etkinliğe sahiptir, devlet bir türlü fiziki baskısını ve varlığını hissettiremez; devlet, sivil toplumun yanında cüce ve gölgede kalmaktadır. 
 
 
Mesut CANATAK 
(Sendika Org'ta bu tarihte yayınlandı.3 Temmuz 2007) 

19/04/2024 Bugün417 ziyaret var  Sitede 10 Kişi var  IP:3.144.243.160