Türkçe



PDF indir

 

 



OSMANLI SİYASETİNDE DIŞ ETKENLER

İzlenme 3304


1908 olayları genellikle bir “tarih kesiti” içinde yorumlanıyor. Çok büyük yanılgılara neden olan bu durumu önlemek için önce, 19. yüzyılda Avrupa’daki siyasi durum yumağı içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl bir yer aldığını görmek gerekiyor


XIX. YÜZYILDA İNGİLTERE’NİN DIŞ POLİTİKASI VE OSMANLI İMPARATORLUĞU 
“İngiltere’nin çıkarları uğruna yapmayacağı hiçbir şey yoktur.” S.Münir Paşa 

Bu yazının amacı ve temel tezini baştan yazmak istiyorum. Bunun için önce bir soru: 1908’de geçen olayları bir devrim saymak mümkün ? Mümkün değil; çünkü devrim, iktidarın sınıfsal yapısını değiştirmeyi amaçlar. Abdülhamid’in devrilmesi ve meşrutiyetin yeniden kurulması ise bunu amaçlamıyor. Bilindiği gibi mutlakıyet rejiminden meşrutiyete geçiş, o ülkede sınıflar dengesini alt üst eder. Ya da başka bir deyimle, bu geçiş iktidarın sınıfsal yapısının değişimi için ortaya çıkar. 1908’de olan bu değil. Yazı bunun da ispatını içeriyor 

İngiltere’nin dış politikasını tayin eden iki önemli faktör vardır
a. Avrupa’daki güç dengesi
b. İmparatorluk sınır ve ulaşım yollarının savunulması ve bunlara bağlı olarak da uluslararası sularda egemenlik. 
Bu iki ilkeyi gerçekleştirdiği ölçüde, üzerinde güneş batmayan İmparatorluk dünya 
üzerindeki egemenliğini sürdürebiliyor. Özellikle Avrupa’da güç dengesi beş ülke ekseninde belirleniyor. Avusturya_Macaristan İmparatorluğu, Fransa, Çarlık Rusya’sı ve Prusya arasındaki ilişkilerle, İngiltere’nin bu devletler karşısında değişken olarak aldığı konumlar, Avrupa’da güç dengesini oluşturuyor. Osmanlı İmparatorluğu ise bu devamlı değişen güç dengesinden etkilenerek yaşamını sürdürmeğe çalışıyor. 

İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu ile olan ilişkileri, bu ülke ile yapılan karlı ticaretten öte, Hindistan yolunun güvenliğinin sağlanmasına yönelik. İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde şemsiyesini açması bununla açıklanmalı. XIX. Yüzyılın ortalarında İngiltere Çarlık Rusya’nın Boğazlara yerleşmesine engel olabilmek için çaba harcıyor. İstanbul’u sürekli tehdit altında tutmanın aracı olabilecek bölge olan Balkanların Rus etkisi alanına girmesine karşı çıkıyor. Kırım harbi bu nedenle yapılıyor. 30 Mart 1856’da imzalanan Paris Antlaşması ile Karadeniz tarafsızlaşıyor. Karadeniz’de sahili olan hiçbir devletin, bu denizde harp gemisi inşa edemeyeceği, antlaşmanın en önemli maddesi olarak yürürlüğe giriyor. 

Paris Antlaşması imzalandığı sırada, “Doğu’da İngiltere’nin sesi” olarak adlandırılan, İngiltere’nin Osmanlı Büyükelçisi Lord Canning, Paris’e delege olarak gelen Lord Clarendon’a bir mektup gönderiyor: 

“….İşte bu gelecek Rusya’ya karşı gerekli tedbirlerin alınması düşüncesindeyim. Bunun için de Avrupa’daki ve Asya’daki İmparatorluklar arasında tarafsız ve bağımsız devlet veya eyaletlerin kurulmasından başka çare yoktur… Harp bu safhada kalsa bile, bence, vaktiyle Fransa’dan koparılan ganimetler sırasında kurulmuş olan Varşova Dükalığı’nın ihyasını, ayrıca üzerinde ne Türkiye’nin ne de Rusya’nın fazla bir hak iddia etmemeleri gereken Kafkasya’nın bağımsızlığını istemekle hayırlı bir iş yapmış olacaksınız.” 

İngilizler daha sonra 1850’lerde Hindistan yolu ile Çarlık Rusya arasında tampon görevini yapan Osmanlı İmparatorluğu’nun yanı sıra başka tampon devletler yaratmak istiyorlar. Kafkasya’ya bağımsızlık tanınması böyle bir anlam kazanıyor. (1) Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere tarafından kurulması için çok büyük çabalar harcanacak olan Kafkasya Federasyonu’nun temelleri üç çeyrek asır önce atılmak isteniyor. 

Bu arada İngiltere, Hindistan üzerindeki egemenliğini pekiştirmek için bir dizi yeni tedbirler alıyor. Öncelikle Asya’da Belucistan’la Afganistan’ın fethini tasarlıyor. Daha sonra da Süveyş Kanalı’na el koyarak Doğu Akdeniz’deki İngiliz üstünlüğünü perçinlemeye çalışıyor. 

Süveyş Kanalı 1869’da Fransızlar tarafından açılıyor. Böylece, İngiltere’nin Doğu’ya açılan ana ulaşım yolları çok daha kısa olduğu için, Akdeniz’den geçmeye başlıyor. Yeni Hindistan Yolu’nu güvenceye olmak, İngiltere’yi Akdeniz’i kontrol altına almak zorunda bırakıyor. Bunun çözümü ise Akdeniz’de bulunan iki önemli stratejik noktanın ele geçirilmesidir. Mısır ve Kıbrıs. 

İngiltere, Mısır’da 1875 yılına kadar süren Fransız sermayesinin etkinliğini kırmak için büyük bir mücadeleye giriyor. Hatta Fransız-Alman Savaşı’nda, Almanya’ya karşı olumlu bir tavır bile takınıyor. Nihayet 1875’de, büyük bir borç içinde bulunan Mısır Hidiv’inden Süveyş Kanalı’nın 176.000 adet senedini 100 milyona satın alıyor, İngilizler. (2) Kıbrıs Adası’nın ele geçirilmesi ise daha sonra oluyor. 

Boğazların Çarlık Rusya’nın eline geçmesi ya da bir Osmanlı-Rus İttifakının kurulması sonucu, Rus savaş gemilerinin Akdeniz’de boy göstermesinden korkan İngiltere Osmanlı Devleti’nden yana bir politika izlemeyi yeğliyor. 

İngiltere ile Fransa arasında çıkar ilişkilerinin Mısır’da keskinleştiği dönemde, Orta-Asya’da Çarlık Rusya ile İngiltere arasındaki ilişkiler de gerginleşiyor. Çarlık Rusya, Hindistan’a açılan kapılara doğru, Asya’da adım adım ilerledikçe, İngiltere mücadeleyi Balkanlar’a kaydırmaya çalışıyor. Çarlık Rusya’ya karşı Asya’da yalnız kalan İngiltere, Balkanlar’da çatışmaya girdiği an, arkasında müttefik olarak yalnız Osmanlı Devleti’ni değil, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nu bulabiliyor. (3) 

Paris Antlaşması’ndan memnun olmayan Çarlık Rusya, Kasım 1870’de bu antlaşmanın Karadeniz ile ilgili hükümlerini tanımadığını ilgili devletlere bir nota ile bildiriyor. Fransa Almanya’ya mağlup olmuş, Almanya, Çarlık Rusya yanlısı, Avusturya-Macaristan ise çekimser. Bu durumda yalnız kalan İngiltere’nin tepkisi yalnızlığı ölçüsünde büyük oluyor. Statükonun bozulması hiçbir zaman işine gelmiyor. Londra’da bir konferans toplamak için harekete geçiliyor. 1871’de Londra Boğazlar Sözleşmesi’ne göre, Karadeniz’de sahili bulunan devletlerle harp gemisi inşa etme olanağı veriliyor. Tuna yine serbest su yolu, Boğazlar ise sulh zamanında tüm devletlerin harp gemilerine kapalı. Bu antlaşma ile Çarlık Rusya Boğazları gemilerine açamamış oluyor. Bu durum karşısında Rusya, Balkanlar’da milliyetçi cereyanları desteklemeğe devam ediyor. (4) 
15 Ekim 1876’da Osmanlı-Sırp Antlaşması’nı bahane eden Çarlık 24 Nisan 1877’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan ediyor. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Drby, 6 Mayıs 1877’de Çarlık Rusya’nın Londra Sefiri Suralof’a verdiği notada, Rusya’nın Süveyş Kanalı, Basra Körfezi ve İstanbul’u işgal etmemesi durumunda İngiltere’nin tarafsız kalabileceğini, aksi takdirde savaşa gireceğini bildiriyor. (5) 

Çarlık Rusya, savaştan önce Bosna-Hersek’i Avusturya-Macaristan’a vereceğini vaat ettiği için bu ülkenin tarafsızlığını sağlıyor. Fransa, kolu kanadı kırık, ister istemez tarafsız. Almanya’nın da Çarlık Rusya’yı desteklemesiyle İngiltere yalnız kalıyor. 

Savaş Rus ordusunun lehine gelişiyor. Edirne’ye kadar gelen Ruslar, İstanbul’a yürümeye kalkınca, İngiliz donanması Sarayburnu açıklarında demirliyor. Ayestefanos’a (Yeşilköy) kadar gelen Rus ordusu İstanbul’a İngiliz donanması yüzünden giremiyor. Çarlık Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yapılan Ayestafanos Antlaşması, Rusya’nın nüfuzunu Ege Denizi’ne kadar uzatıyor. Karadeniz’de sahili bulunan büyük bir Bulgaristan Prensliği’nin kurulmasına yol açıyor ve Doğu’da Ermenilerin kurtarıcısı rolüne soyunmasına olanak tanıyor. (6) 

İngiltere’nin bu Antlaşmayı kabul etmesini beklemek mümkün değil. Çarlık Rusya’yı savaş ile tehdit ederek Berlin’de bir konferans toplanmasını sağlıyor. Berlin Kongresi’ne göre Ayastefanos Antlaşması’nın birçok maddesi değişikliğe uğruyor.

Bulgaristan ikiye ayrılıyor: Birincisi muhtariyet kazanırken, ikincisi Osmanlı Devleti’ne gevşek bağlarla bağlı bir prenslik oluyor. Makedonya Osmanlı İmparatorluğu’nda kalıyor ama buradaki reformların müttefiklerin denetimine yapılması kararlaştırılıyor. Doğu’da Eleşkirt ve Beyazıt, Ruslar tarafından boşaltılarak Osmanlı İmparatorluğu’na iade ediliyor. Boğazların statüsü aynen korunuyor. Ancak, İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yardım karşılığında Kıbrıs Adasını istiyor. Böylece sıra Akdeniz’de ikinci önemli stratejik noktanın ele geçirilmesine geliyor.

4 Haziran 1878’de ada hukukça Osmanlı İmparatorluğu’nun sayılmasına rağmen tasarruf hakkı İngiltere’ye geçiyor. Ya da başka bir deyişle Ada İngiltere’ye kiralanıyor. Anlaşma ile ayrıca Çarlık Rusya’nın Batum, Ardahan ve Kars vilayetlerini işgal etmeye teşebbüs ettiği an, İngiltere Osmanlı Devleti’nin yardımına koşmayı taahhüt ediyor. 

Berlin Antlaşması’ndan sonra, İngiltere için bir gerçek ortaya çıkmıştır. Artık Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunmakla, Hindistan Yolu’nun güvenliğini sağlamak mümkün değildir. Bu yetersiz kalıyor. Çok daha etkin tedbirlerin alınması gerekiyor. Devamlı zayıflayan Osmanlı Devleti’nin artık Rusya’nın önünde bir tampon devlet görevini yerine getirmesi zorlaşmıştır. Bunun için Avusturya-Macaristan’in Bosna-Hersek’e yerleşmesini sağlayarak, Rusya’nın güneye sarkmasını önlemek gündeme geliyor.

Bir yandan da Osmanlı Devleti’ni yakın bir gelecekte dağılacağını hesaplayarak, Osmanlı topraklarından kendine bağlı yeni devletlerin kurulmasını teşvik etmek ya da bu topraklarda kendine bağlı yeni devletlerin kurulmasını teşvik etmek ya da bu topraklarda stratejik yerleri ele geçirmek artık yeni dış politikasının temelini teşkil ediyor. Kıbrıs’a yerleştikten sonra 1882’de Mısır’ın işgaliyle bu politikanın işlediği görülüyor. (7) Bu durum İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Derby şöyle ifade ediyor: 
“Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını çabuklaştırmak işimize gelmez. Zira bu kaçınılmaz sonuçsa, tedricen ve en az tehlikeli olacak bir biçimde oluşmasına çaba göstermemiz gerekir.”(8) 
Sonuçta kaçınılmaz olarak Osmanlı-İngiliz ilişkileri bozuluyor. Bunun karşılığında Osmanlı-Rusya arasındaki buzlar erimeye başlıyor.

1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan beri iki ülke arasındaki ilişkilere daha gerçekçi bir biçimde yaklaşıyor Çarlık Rusya. Çünkü Çarlık Rusya Balkanlarda kendi amacı için kurdurduğu devletlerin, yavaş yavaş İngiliz dış politikasının etkisi altına girmeye başladığını görüyor. Bu durumda roller değişiyor. Artık Çarlık Rusya Balkanlarda ve Boğazlarda kurmayı düşlediği egemenlik yerine, Osmanlı İmparatorluğu’nu İngilizlere karşı “Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan kapıların bekçisi” olarak desteklemeyi yeğliyor. Bunun da karşılığını çok kısa bir zamanda görüyor. 
İngiltere’nin Berlin Kongresi’nde kazandığı diplomatik zafer ile Afganistan üzerinde denetimi ele geçirmesine karşılık, Çarlık Rusya Türkmenistan’ı işgal ediyor.

1884 yılında Merv’e giren Rus ordusu Herat’a doğru ilerliyor. Hindistan büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalıyor. İngiltere ile Çarlık Rusya arasındaki gerginlik 1885’de sıcak savaşı zorluyor. Düşmanın en zayıf yerinin Karadeniz olduğunu İngiltere Kırım Harbinden beri bilmektedir. İngiliz harekat planı buna göre hazırlanıyor. Odesa’yı denizden bombalamak, Karadeniz’in Kafkasya kıyılarına çıkarma yapmak. İngiliz donanmasının Karadeniz’e çıkma hazırlıkları karşısında telaşa kapılan Çarlık Hükümeti Almanya Başbakanı Bismarck’a başvuruyor. Aralarındaki antlaşmanın 3. maddesi gereğince Almanya’dan yardım istiyor. Almanya Başbakanı bu desteği hiç çekinmeden veriyor. Alman politikasını: 
a. Rus kuvvetlerinin mümkün olduğu kadar Avrupa’dan uzak kalması, 
b. İngiliz-Rus ilişkilerinin devamlı olarak gergin tutulması 
İstekleri belirliyor. Almanya’nın desteğini alan Rusya, İngiliz-Osmanlı yakınlaşmasını engellemeyi başarıyor. Mısır ve Kıbrıs’ın işgalinden dolayı, İngilizlerle ilişkisi olumsuz seyreden Osmanlı Padişahı, bir savaş sırasında Boğazların kapalı kalacağını açıklıyor. Bu, İngiliz donanmasının Karadeniz’e çıkmasının mümkün olmadığı anlamına geliyor; İngilizler açısından Boğazların önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. 
Güç durumda kalan İngilizler, Çarlık Rusya ile Afganistan-Rus sınırında anlaşmazlıklara yol açan noktaların çoğunda tavizler vermek zorunda kalıyor.(9) 
İngiltere, bu arada, 1878 Berlin Antlaşması’nın öngördüğü reformlarla yetinmeyip, Osmanlı sınırları içinde yaşayan Ermenilerin özerkliği için çaba harcıyor. Bunun üç amacı var: 
a. Osmanlı Devleti’ni Mısır’ın işgalini kabul etmeye zorlamak, 
b. Çarlık Rusya’nın dostluğundan Osmanlı devletini vazgeçirmek ya da başka bir deyişle, Parlmertson ve Disraeli dönemlerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nu İngiliz bölgesine sokmak, 
c. Kuzey transit yolundaki ticaret egemenliğini kaybetmemek. 
Özellikle üçüncü noktayı biraz açıklamakta yarar var. Hindistan’a ulaşan deniz yolu, Mısır ve Kıbrıs üzerinde kurulan İngiliz egemenliği ile büyük ölçüde güven altına alınıyor. Ama Hindistan’a giden karayolları da var. (10) Bu yollardan İngilizler daha ayrıcalıklı olarak yararlanmak istiyorlar. Doğu Anadolu ve Kuzey İran ticaretini elinde bulunduran Ermenileri korumak ya da kontrol altına almak için özerk bir yönetime kavuşmalarını Osmanlı devletinden ısrarla talep ediyorlar. Özellikle bu yollardan biri olan Karadeniz’den Hazer Denizi’ne ulaşan ticaret yolu çok önemlidir.

Rusya’da oturan Ermenilerin Çarlık Rusya Hükümeti’nin isteği doğrultusunda Kuzey transit yolunu İngiliz ticaretine kapama olasılığı yüksek görünmektedir. Bu korkuya bir de Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Doğu Anadolu Ermenilerinin böyle bir durumda kuzeydeki hemşerilerini desteklemek için daha güneyden geçen Trabzon-Doğu Beyazıt transit yolu üzerindeki İngiliz ticaret egemenliğini sarsabilecekleri kuşkusunu eklemek gerekiyor. Tüm bunları göz önüne alan İngiltere hükümeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun hayalleri düşlerini süslüyor İngilizlerin. (12) 
Ancak Osmanlı İmparatorluğu’na dönmek gerekiyor. Tanzimat’tan Berlin Kongresi’ne kadar niçin İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunduğunu yukarıda nedenleriyle açıklamaya çalıştık. Ama İngiltere’nin Kıbrıs ve Mısır’ı işgal etmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nu gözden çıkarması Osmanlı Padişahını Mithat Paşa’yı tasfiye etmeye zorluyor.

Böylece İngiltere, Tanzimat’tan bu yana Tanzimat paşaları aracılığı ile elinden tutmuş olduğu Osmanlı dış politikasında istediğini yapma olanağını yitiriyor. Abdülhamit, Tanzimat öncesi Osmanlı dış politikasına geri dönüyor. Denge politikası tekrar ön plana çıkarken, bu kez Osmanlı İmparatorluğu’nu etkisi altına almaya çalışan yeni bir devletin ağırlığı hissediliyor: Almanya. Abdülhamit’in –yetersiz de olsa- yenileşme çabaları, İngiltere’nin Kıbrıs ve Mısır gibi ülkelerin işgalinden sonra Mezopotamya’ya göz dikmesi, Osmanlı Devleti’nin Ermeni komitacılığına karşı baskıcı tutumu, İngiltere’nin rakibi durumuna gelen Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yerini devamlı olarak büyütüyor. (13) 
Bu durumda, İngiliz Başbakanı Lord Lalisbury, daha 1896 yılında Ortadoğu bunalımı sırasında Çarlık Rusya ile bir ittifak arama çabasına giriyor. 1898 yılının Ocak ayında, yani Port Arthur’un Ruslar tarafından işgalinden hemen sonra, İngiltere Çarlık Rusya ile bir ittifak aramaya girişiyor.

Bu çerçevede Osmanlı İmparatorluğu’nun iki ülke arasında bölüşümünü öngören bir plan sunuyor. Plan, Büyük Çin Seddi’nin kuzeyindeki Çin sömürgeleriyle, Çin’in Hoang Ho vadisine kadar uzanan kuzey kesimini, Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Küçük Asya ve Mezopotamya’nın kuzey kısımlarıyla Boğazları Rus nüfuz bölgesine bırakırken, Çin’de Çeng Çe Havzası ile Osmanlı İmparatorluğu’nda Mezopotamya’nın güney kısmıyla Mısır ve Arabistan’ı İngiliz nüfuz bölgesine bırakıyor. Ancak bu paylaşım dönemin Rus dış politikasına ters geldiği için reddolunuyor. (14) 
Osmanlı Padişah’ı Abdülhamit ise, Avrupa ülkeleri arasındaki bu güç dengesi politikasını yakından takip ediyor. Kıbrıs ve Mısır’ı ele geçirdikten sonra Mezopotamya topraklarına göz diken İngilizlere karşı Abdülhamit’in Almanya’ya göz kıpmasını Büyük İngiliz casusu arkeolog Valery Arminius Vambery çok eleştiriyor, Abdülhamit’in nezdinde. Padişahla çok sıkı ilişki içine giren bu Macar asıllı arkeologun İngiliz casusu olduğunu bilmezlikten gelen Abdülhamit, İngilizlere bir haber göndermek istediği zaman, onu Macaristan’dan çağırıyor, gerekli biçimde ağırlıyor, uzun uzun konuşuyor ve çok büyük bir dostuna anlatırmışçasına isteklerini sıralıyor.

O dönemde Abdülhamit Almanya’nın yardımıyla Çanakkale Boğazını güçlendirmek için, Boğaz’ın her iki yanına, zamanın en güçlü silahı olan Krupp toplarını yerleştiriyor. Ayrıca en dar yerlerine yerleştirdiği mayınlarla Çanakkale Boğazını herhangi bir ülkenin donanması için geçilmesi mümkün olmayan bir kale haline getiriyor. Arminius Vambery ise büyük bir yüzsüzlükle asıl tehlikenin Çarlık Rusya’dan geleceğini, asıl güçlendirilmesi gereken yerin İstanbul Boğazı olduğunu bıkıp usanmadan Abdülhamit’e işleme çalışıyor.

Hiç şüphesiz İngiltere’den aldığı talimatla, Birinci Dünya Savaşında, Çanakkale Muharebeleri sırasında, Abdülhamit kadar İngilizlerin de kendi açılarından ne kadar haklı oldukları ortaya çıkıyor. Sevgili casus Prof. Arminius, İngilizlere karşı bir türlü yumuşamayan Abdülhamit’ten ümidini kesince gönderdiği raporlarda artık Jön Türklerin desteklenmesini salık veriyor. İngiliz hükümetine. 
“Padişah’ın inadı, gururu ve intikam hırsı İngiltere ile uzlaşma imkanlarını engellediğinden Londra bugünkü krizi yatıştırmak amacıyla bazı adımlar atacağı yerde Türk İmparatorluğu’nun dağılmasını ve İngiltere’nin müdahalesinin kendilerini Abdülhamit’in pençesinden kurtaracağına inanan unsurlara yardım etmelidir. İşte bu nedenledir ki ben Genç Türkiye Cemiyeti’nin İngiliz yanlısı üyelerinin dikkatle izlenmesini tavsiye ediyorum. Arabistan’da, Suriye’de, Mısır’da görülen bu grupları desteklemek, İngiltere’nin Ortadoğu’daki gelecekteki politikasının tohumlarını atmak bakımından önemli ve gereklidir. İngiliz diplomasisi tarafından desteklenen bu grupların artık geciktirilmesi mümkün olmayan Osmanlı egemenliğinin dağılma sürecinin başladığı o kritik anda İngiliz Hükümeti’nin elinde önemli bir koz olacağından şüphem yoktur.” 4 Haziran 1896 (15) 
XIX. yüzyılın sonlarına doğru gerginleşen İngiltere-Rusya arasındaki ilişkiler, özellikle Uzak-Doğu’da, iki önemli olayla büyük ölçüde uzlaşma yoluna giriyor. 1905 yılında Çarlık Rusya’nın Japonya karşısında uğradığı hezimet ve aynı yıl Çarlık Rusya’da patlayan Devrim. Yakın-Doğu’da ise İngiliz-Rus rekabeti, Almanya’nın bölgede nüfusunu arttırmasıyla yavaş yavaş sönüyor. Geriye sadece Afganistan sorunu kalıyor.(16) Bu anlaşmazlık da Fransa’nın yardımıyla 31 Ağustos 1907 yılında imzalanan İngiliz_Rus Antlaşmasıyla sona eriyor. Antlaşma İran Afganistan ve Tibet’i kapsıyor. Karşılıklı tavizlerle, İngiltere ile Çarlık Rusya arasında bir dizi tampon devlet ortaya çıkıyor. Çarlık Rusya’nın Dışişleri Bakanı İsvolski’nin tüm çabalarına rağmen antlaşmada İstanbul ve Boğazlar sorunu yer almıyor. İngilizler bu konuda şimdiden bağlayıcı bir karar almak istemediklerinden, gelişmeleri beklemeyi tercih ediyorlar.(17) Denizlerdeki egemenliği tartışılmaz olan İngiliz İmparatorluğu’na meydan okumak isteyen Almanlar 1905-1912 yılları arasında yeni zırhlı gemilerin yapımına öncelik veriyorlar. İki taraf arasında süren bu silahlanma yarışı İtilaf devletleri arasındaki çelişkileri geri plana atıyor. Yakın-Doğu’da İngiliz egemenliğine son vermek isteyen Alman emperyalizmi Osmanlı Devleti’nden Bağdat Demiryolu imtiyazını elde ediyor. İngiltere’nin Alman sermayesine sırtını dayayarak kendisine karşı direnmek isteyen Abdülhamit’e KIZIL SULTAN unvanını vererek, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni desteklemesi bir ölçüde sevgili Prof. Vambery’nin öğütlerine kulak verildiğini gösteriyor. Tüm bunlara karşın Abdülhamit, Alman güvencesiyle Balkanlar’daki Slav ülkelerinde gelişen bağımsızlık hareketlerine, Küçük Asya’da Ermenilere karşı, İmparatorluğu’nun dağılmaması için mücadeleyi amansız bir biçimde sürdürüyor. Alman-İngiliz rekabetinin yavaş yavaş doruğa erişmesi karşısında Alman Genelkurmayı İngiltere’yi, en hassa noktası Hindistan’dan vurmak için iki yönlü plan hazırlıyor. 
Bunun için, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç dinamikleri bu kez Alman dış politikasının yararlanmasına açılıyor. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda iki önemli akım var: 
a. Panislamizm: Abdülhamit tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nu ayakta tutabilmek için teşvik ediliyor. Dağılma tehlikesi ile karşı karşıya gelen Osmanlı Devleti’nin yaşam sürecini uzatabilmek için İslam dini etrafında toplanma, bu ideolojinin temelini teşkil ediyor. Ayrıca İngiliz sömürgelerindeki halkların çoğunun Müslüman oluşu, İngiltere’ye karşı bir koz olarak kullanma olanağı veriyor Abdülhamit’e. 
b. Pantürkizm: Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan çeşitli halkların gelişen burjuvazileri tarafından ekonomik temellere dayanarak atılan milliyetçilik sloganları ile bütünleşen kitleler, emperyalist ülkelerin desteğiyle verdikleri bağımsızlık mücadeleleri sonucunda, imparatorluktan bir bir ayrılıyorlar. Bunlara karşıt olarak imparatorluğu ayakta tutabilmek için tüm Osmanlı tarihindeki ikinci sınıf vatandaş sayılmış olan Türklere dayanarak, dünyadaki Türklerin birleşmesini esas olan ideolojiler türetiliyor. Özellikle Çarlık Rusya’dan gelen Türk aydınlarının başlattığı bu ideolojiyi, Selanik ve Rumeli’nin kaybından sonra İttihat ve Terakki’nin içindeki aydınların çoğunluğu benimsiyor.

Rum ve Ermenilerin, Osmanlı İmparatorluğu’nda İngilizlerin işbirlikçisi olarak faaliyet göstermelerine karşın Alman yanlısı Selanik dönmeleriyle Yahudiler ve ileride İttihat ve Terakki sayesinde zenginleşen Türklerin* ülke içinde güç kazanması Türkçülük kavramına yeni boyutlar getiriyor. Böylece Osmanlı ülkesinde gelişen akımlar, Almanya için bulunmaz fırsatlar yaratıyor.”7B” (Berlin-Basra) olarak adlandırılan Bağdat Demiryollarının yapılmasının asıl amacı olan Ortadoğu’ya yani petrol bölgesine inerek nüfuzunu buralara yerleştirmek, Alman hükümetine yetmiyor. 
Almanya’nın büyük hedefi ise, İngiltere’nin gözbebeği Hindistan’ı vurmak. Bu nedenle Alman Genelkurmayınca hazırlanan plan bu iki ideolojik akımdan büyük ölçüde yararlanıyor. Planın iki yönü oldukça ilginç : 
a. Kafkaslardan hareketle Hazer Gölü’nün kuzeyinden, Afganistan yolu ile Hindistan’a inmek, 
b. Filistin yoluyla, Arabistan’ı içine alarak, Süveyş Kanalını ele geçirerek, Mısır’a inmek ve Hindistan yolunu kesmek. 
Birinci planın yürütülmesi Pan-Türkizme, ikincisinin ise Pan-İslamizme dayanıyor.(18) Birinci Dünya Savaşı’na kadar Almanlar bu planların gerçekleşmesi 
için İttihat ve Terakki üzerinde ideolojik propagandalar yürütülüyor.

Kadrolarda çok geniş yankılar uyandıran bu planların askeri açıdan uygulanması Birinci Dünya Savaşı’nda gerçekleşiyor. Sonuç: Sarıkamış ve Kanal bozgunları ve yüz binlerce ölü. Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Almanya’nın etkisi altına girmesiyle, Berlin hükümetinin Balkan Yarımadası’ndaki egemenlik mücadelesi şiddetleniyor.

Diğer yönden Almanya’nın Ortadoğu kaynaklarını ele geçirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nda harcadığı çabaların yoğunlaşması karşısında, İngiltere’nin Hindistan’la arasındaki bağların zayıflamasına izin vermesi mümkün değildir. Çarlık Rusya açısından da durum pek farklı görünmüyor. Balkanlardaki Alman nüfuzunun artması, Karadeniz kıyılarından Kafkas sınırına kadar tüm güney Rusya’nın güvenliğini tehlikeye düşürebilirdi. Ayrıca Slavların korunmasını üstlenmiş olan Çarlık Rusya’nın bu rolü bırakmaya niyeti de yoktu.

Son olarak da, Rusya, Almanların Boğazlara yerleşmesine, İstanbul’dan –hatta doğrudan doğruya Berlin’den- Ermenilerin bulunduğu yaylalara silah ve asker taşımaya yarayacak bir demiryolu hattının yapılmasına da müsaade edemezdi. Menfaatleri birleşince, iki amansız düşman, Almanya’nın Yakın-Doğu’ya sızmasını önlemek için eleele vermek zorunda kaldılar.(19) İngiltere Kralı Edward VII ile Rus Çarı Nikola II, 1908 yılının haziranında Reval’de buluşuyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasının karar verildiği bu toplantı sonunda yayınlanan ortak bildiride, tüm uluslar arası sorunlar üzerinde tam bir anlaşmaya varıldığı açıklanıyor. Konferans sırasında İngilizler 7-8 sene içinde gittikçe güçlenen Alman donanmasının Avrupa’da güç dengesini bozacağını ve bu nedenle güçlü bir Rusya’nın varlığının gerekli olduğunu belirtiyorlar.

Bu sırada çok önemli bir olay, Avrupa’da yankılar yaratıyor. Padişah 24 Temmuz 1908 günü anayasayı kabul etmek zorunda kalıyor. Sadrazamlığa İngiliz dostu olarak tanınan Kamil Paşa atanıyor. Bu durum İngiltere için tam bir zafer oluyor. Avrupa’da Abdülhamit’in iktidarı kaybetmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Alman nüfuzundan çıkıp İngiliz nüfuz alanına girmesi olarak kabul ediliyor. Nitekim İngiltere, eski dostu Kamil Paşa’nın iktidara gelmesiyle yeni dostu Çarlık Hükümeti’ne Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini bozmamak için, artık Boğazlar konusunda eskisi gibi taviz vermek niyetinde olmadığını sezdiriyor.(20)

İTTİHAT VE TERAKKİ

İttihat ve Terakki Selanik’te gelişiyor. Selanik, Osmanlı ülkesinin Avrupa’ya açılan en önemli kapılarından biri. Büyük bir ticaret limanı olan Selanik’te çeşitli düşünce ve politik akımlarını kaynaştığını görmek mümkün. Yabancı konsoloslukların kapitülasyonlar sayesinde elde ettiği olanaklar bunda bir etken. Selanik’te güçlü bir ticaret burjuvazisi yetişiyor. Çoğunluğunu Selanik dönmelerinin teşkil ettiği bu işbirlikçi burjuvazi kültür seviyesi, dil bilmesi açısından kolaylıkla Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret yapan yabancı tüccarlarla ilişki kurabiliyor. 

   Batı kültürü ile yakın ilişkilerin kurulması nedeniyle Selanik’te önemli bir uluslar arası örgütlenme merkezi de bulunuyor: Mason Locaları. Mason Localarının başında Selanik’in en meşhur avukatı E. Karasu var. Karasu Abdülhamit’e Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için rüşvet teklif eden kişidir. Aynı zamanda ileride, Abdülhamit’in tahttan indirilmesi sırasında Meclis’in tebliğini sunan Türk olmayan dört kişiden biri. E. Karasu, Talat Paşa’yı Mason Locaları’nda örgütlenmeye teşvik ediyor, bunun mükafatını da ileride İttihat ve Terakki’nin önde gelen milletvekillerinden biri olarak siyaset sahnesine çıkmakla görüyor. 

   Mason Locaları’nda çoğu Selanik iş çevrelerini temsil eden Selanik dönmeleri ve Yahudiler hakim. Hemen hemen hepsi Avusturya-Macaristan ve Almanya ile ticari ilişkiler içinde. Bunların çoğu İttihat ve Terakki’ye katılıyorlar. İhtilal başarı kazandığı takdirde İngiltere ve Fransa ile uluslar arası ticareti elinde bulunduran, devlet müteahhitliğini tekeli altına alan Rum ve Ermeni tüccarlarının gücünü kırıp yerlerini almayı tasarlıyorlar. Bu nedenle “milli” iktisattan yana bir tutum izler görünüyorlar. İttihat ve Terakki’ye girenler, sadece Selanik tüccarları değil, Rumeli’de büyük çiftlik sahibi olanlardan bir kısmı da (Serez Beyleri) partide yer alıyor. 

   Bulgar Sırp ve Yunan çetelerinin devamlı tahribatı, Rumeli Türk Beylerinin gelirlerine büyük zarar verdiğinden, bunlar, hükümet değişikliği ile ekonomik durumlarının değişeceğini umuyorlar. (21) Birçok İttihatçı lider, bu arada, Mason Locaları’na giriyorlar. Hem devletin takibinden kurtulmak, hem de ideolojik ve ekonomik olarak kendilerine destek bulabilmek için. Böylece Mason Dernekleri aracılığıyla, İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri ile Selanik burjuvazisi arasında ilişkiler toplumsal temeline oturuyor ve hareket yalnızca bir subay ve aydın hareketi olmaktan kurtuluyor. 

   Çünkü İttihat ve Terakki’nin nüvesi ilk önceleri, aylıklarıyla geçinemeyen küçük taşra memurlarıyla, Makedonya’da eşkıya kovalamakla görevli küçük rütbeli subaylardan oluşuyordu. İttihat ve Terakki’nin Selanik kanadı Alman etkisi altında gelişirken, Manastır kanadı İngilizlerin etkisi altında kalıyor. İngilizler İttihat ve Terakki’yi kontrol altına almak, Abdülhamit’i devirip, Osmanlı ülkesini Alman nüfuzundan kurtarmak için çabalarını yoğunlaştırırken, ileride, İttihat ve Terakki içinde geçecek kavgaların ilk tohumlarını da atmış oluyorlar.(22) 

   İttihat ve Terakki’nin Alman kanadının belkemiğini teşkil eden Yahudi ve Selanik dönmelerine Türklerin de katıldığı görülüyor. Rum ve Ermeni tehcirlerinden sonra kalan mallarla zenginleşen bu yeni işbirlikçi ticaret burjuvazisi tarihe “milli” olarak çıkıyor ya da çıkartılıyor. Tüm Türkiye solu resmi tarihin bu yanılgısını günümüze kadar paylaşıyor. İttihat ve Terakki ancak ordunun koruyucu gölgesi altında varolabiliyor. Gücünü ordudan alıyor. Meşrutiyetçi akım, Makedonya’da III. Ordunun, Edirne’de II. Ordunun genç mektepli subayları arasında dal budak salıncaya kadar, İttihat ve Terakki uzunca bir süre, Avrupa’daki bir avuç aydının kişisel hareketi olarak kalıyor. Kur’anı-Kerim ve kılıç üzerine edilen yeminlerle üye kabul eden İttihat ve Terakki’nin kimi örgütsel özelliklerine de değinmek faydalı olacak. 

   Örneğin, tüzüğe göre Parti fedailerinin yaşamlarını kaybetmeleri durumunda ailelerinin bakımı, evlatlarının tahsil masrafları Parti tarafından üstleniliyor. Parti militanlarının mücadeleciliği örgütsel mekanizmalarla besleniyor. İdeolojik yapıları, Fransız ihtilalinden esinlenen, burjuva ideolojisinin kötü bir kopyasından ileri gidemiyor. Parti üyelerinde, Anayasa rejimi ile her şeyin düzeleceği fikri sabit hale gelmiş durumda. (Tanzimat’tan 27 Mayıs’a kadar aydın geçinenlerin ideolojik yapılarını etkileyerek, onları Anayasaların her şeye çare olduğuna inandıranlar kimler acaba?) 

   İttihat ve Terakki üyelerinin büyük çoğunluğu özellikle Arnavutluk’ta Manastır’da Kosova ve Drag’daki liderlerinin büyük bir kısmı koyu İngiliz taraftarı ve Alman aleyhtarı. Hatta Basri Bey’in yazdığına göre, “Buralarda gizli komiteye giriş yemini şöyle: Mithat Paşa anayasasını getirmek ve Türkiye’yi Almanların pençesinden kurtarmak.” İnönü ise hatıralarında, “Meşrutiyet ilan edildiği zaman sempatimiz daha çok Fransa ve İngiltere’ye karşı idi… Almanya’ya gelince, biz Almanya’yı ilk zamanlar istibdadın yardımcısı olarak görüyorduk.” diyor. (23) Başka bir deyişle, İ. Önünü, İttihat ve Terakki’nin İngilizci kanadından olduğunu söylemek istiyor. 

   İttihat ve Terakki içinde İngiliz ve Alman kanadlarının mücadelesi zaman zaman çok sert geçiyor. İttihat ve Terakki’de Alman kanadının zaferi, Hürriyet ve İtilaf Partisinin doğmasına neden oluyor. İngiliz taraftarlarının kurduğu bu parti, daha sonraları, eski rejimin nimetlerinden yararlananları da bünyesinde topluyor. Bunlar Abdülhamit’in nimetlendirdiği aşiret reisleri, şeyhler vs. ile birlikte Hürriyet ve İtilaf Partisinin desteğini oluşturuyor. (24) 
  
   İttihat ve Terakki artık ordudan aldığı güçle Abdülhamit’e kafa tutabileceğini hesaplarken, önünde çok büyük bir engel bulunmakta: Batı’nın büyük devletleri. Onların izni olmadan iktidara geçmesinin olanaksız olduğunu çok iyi biliyor. Bunu konsolosları aracılığıyla Avrupa Devletlerine sunduğu bir yazı çok iyi gösteriyor: “….ama Avrupa bize ve dolayısıyla insanlığa bir yardımda bulunmak istiyorsa bize en önce yarayacak hizmet: bir yönden Makedonya’daki her çeşit teşebbüslerden vazgeçmek, diğer yönden Abdülhamit’in baskı idaresine bir an önce son vermesi için İstanbul üzerinde gerekli girişimleri yaparak, Makedonya’daki her çeşit kötülüklerin önlenmesini sağlamak için Sofya, Atina ve Belgrat hükümetleri üzerinde etkisini göstermektir.”(25) İttihat ve Terakki, Büyük Devletlere “Makedonya’ya karışma ama Abdülhamit’e karış” diyor. Bu deyiş ise Mayıs 1908 tarihini taşıyor. Reval’den önce.(26) Tarihi bir tesadüf mü? Seksen yıl sonra Türkiye solunda kimileri, bu kez Avrupa Parlamentosu’na şöyle çağrıda bulunuyorlar: “İktidarı sol üzerine baskılarına karış, ama ülke üzerindeki sömürüye karışma” Nerdeyse üç çeyrek asır geçiyor, ama bazı saplantılar açısından pek fazla bir şey değişmiyor!...

İttihat ve Terakki, iktidardan önce emperyalist ülkelerden yardım istiyor, Abdülhamit’i devirmek için. Yardım geliyor ama karşılığı da emekçi halka oldukça pahalıya mal oluyor. Örneklemekte yarar var. 1909 yılında, İttihat ve Terakki iktidarda iken, yabancı sermayeye teminat vermek zorunda kaldığı için, 25 Eylül 1924 tarihinde Tatil-i Eşgal Muvakkatı’nı tanzim ve ilan ediyor. Yayılan grev dalgasının önü alınıyor. Hukuki bir belgeye dayanmak için çıkardığı bu kanunla birlikte, hükümet işçilerin üzerine polis ve asker gönderiyor, gervler zorla bastırılıyor. (27)

Abdülhamit devrildikten sonra, Anayasa’nın uygulanmaya konması, Hıristiyanlar, özellikle Rumlarda, İmparatorluğu “birlikte yönetmek” düşleri uyanıyor. İngiltere, bu arada, bir yandan Çarlık Rusya’yı frenlerken, bir yandan da Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey vasıtasıyla İstanbul büyükelçisine bazı tavsiyelerde bulunuyordu.

“Jön Türkleri teşvik için elinizden geleni yapınız ve dilekler ileri sürerek onlara güçlük çıkartmaktan çekininiz.” (28)

1908’den sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulan yeni rejime ilk darbe Almanya’nın müttefiki Avusturya-Macaristan’dan geliyor: osna-Hersek ilhak ediliyor. Avusturya’nın cesaretlendirdiği Bulgaristan ise bağımsızlığını ilan ederek Osmanlı Devleti’ne ikinci darbeyi vuruyor. Bu duruma çok kızan İngiliz Dışişleri Bakanı Grey Viyana’ya bir nota gönderiyor.

“Son olaydan özellikle zarar görmüş olan Osmanlı Devleti başta olmak üzere diğer devletlerle önceden anlaşmaya varmadan Berlin Antlaşması hükümlerinin çiğnenmesi ya da değişikliğe tek taraflı olarak uğratılması, Majesteleri Hükümeti tarafından asla kabul edilemez.”

Ama bu sert notadan öte fazla bir şey yapmıyor İngiltere. Bu durumdan faydalanan ise Almanya oluyor. Osmanlı Devletti’ne verilen bu gözdağı, artık İngiltere’nin dünya üzerindeki hakimiyetinin bittiğini, ancak Almanlarla dostluk ilişkileri korunduğu sürece uluslar arası antlaşmaların yürürlükte kalabileceğini gösteriyor. (29) Osmanlı İmparatorluğu’nda ise bu olay halk arasında bir galeyana yol açıyor. Avusturya mallarına boykot başlıyor. Avusturya’dan getirilen fesleri atıp beyaz keçe külah giyme modası başlıyor. Selanikli tüccarlar, fes fabrikası kurmak için harekete geçiyorlar. Meşrutiyet döneminin iktisat otoritesi Cavit Bey, bir makale yazarak, bu Selanikli tüccarlara fes imalatındatekel tanınmasını istiyor. (30)  

A.Hamdi Dinler (Araştırma-inceleme dizisi No:1 Uluslar arası Sermayeye Karşı İşçi Sınıfının Uluslar arası Mücadelesi İçin Sosyalizm Yolunda yeni Açılımlar)

Bilim yayıncılık 1997 Baskı Çetin Matbaacılık

18 Ekim 2006 ( Bu araştırma- inceleme yazı dizisi 31 Mart Olayı açılımıyla son buluyor ) 

NOTLAR:

(1)   Kocabaş Süleyman; Türkiye ve İngiltere, Vatan yay. s. 63

(2)   a.g.e., s. 69

(3)   Uluslar arası İlişkiler Tarihi, c.11,ss.103-4

(4)   Kocabaş; a.g.e.,s. 73

(5)   a.g.e.,s. 78

(6)   a.g.e., s. 81

(7)   Armaoğlu Fahir; Siyasi Tarih 1789-1919, Ankara İn.SBF yay. Ankara 1961, s. 378

(8)   Engelhard; Tanzimat, Milliyet yay., çev: A. Düz; s. 144

(9)   Uluslar arası İlişkiler… c.11, ss. 177-8

(10)        a.g.e., s. 242

(11)        Avcıoğlu Doğan; Milli Kurtuluş Tarihi, c.11, ss. 1074-5

(12)        Uluslar arası İlişkiler… c.11, s. 243

(13)        a.g.e., s. 256

(14)        a.g.e., s. 256

(15)        Öke, Mim Kemal; İngiliz Casusu Prof. Arminius Vambery’nin Gizli Raporlarından; s. 102

(16)        Uluslar arası… c.11, s. 331

(17)        a.g.e. , s. 339

(18)        Berkes Niyazi: Batı Sorunu, Bilgi yay., ss. 76-77

(19)        Uluslar arası…, c.11, s. 342

(20)        A.g.e., ss. 347-8

(21)        Avcıoğlu; Türkiye’nin Düzeni: s. 121

(22)        Avcıoğlu; a.g.e., s. 120 ve Milli Kurtuluş Tarihi, c. 3 s. 1112

(23)         Avcıoğlu; Türkiye'nin düzeni, s. 122 24-a.g.e.,s. 122

(24)        a.g.e., s. 122

(25)         Resneli Niyazi Bey'in anıları; s. 75

(26)        Küçük Yalçın; Türkiye Üzerine Tezler, c.2; Tekin yay., s.35-36

(27)        Tuncay Mete: Türkiye’de Sol Akımlar, Bilgi yay. S. 22

(28)        Uluslar arası… c.11, ss. 351-2

(29)        A.g.e., s. 352-3

(30)        Avcıoğlu Doğan: Türkiye’nin Düzeni, s. 123
 

 Bookmark and Share


21/11/2024 Bugün793 ziyaret var  Sitede 45 Kişi var  IP:18.225.195.153