Henüz ilk gençliğine bile ulaşmamışken, radyonun son günlerinde, siyahbeyazsinemaperdelerindetanımıştımonu. Sonramahallelerin, semtlerinbüyükkahvehanelerininönündengeçerkenkarşılaşmışveçokşaşırmıştım. Radyoyabenziyorduamasinemamsıydı. Azönceyazlıksinemaperdesindegördüğüm, şimdikahvehaneninbirduvarında, azyukarda, sinemagibiizlenebilirkonumdaveaynısahneyigösteriyordu. Fonda, ıslıksesiylerüzgarsesibirbirinegeçmişbirmüzik, kapıkenarlarındaoynayançocuklarıtelaşlıbirbiçimdeeviniçinealmayaçalışananneler, kepenklerinisüratlibirbiçimdekapatmayaçalışandükkanlar, sokaktakiinsanlarınkaçışları. Bütünbunlardüelloyatutuşmuş, veazsonraiçlerindenbirisininöleceğiikikovboyasahneaçmakiçin.
Western sineması içimize öylesine işlemiş ki, orta yaşı geçmiş olduğum halde, nerede bulursam, mutlaka seyretmeyi görev edindiğim bir vaka. Ancak artık, western filmlerini, çocuk gözüyle seyrettiğim, çocuk akılla anlamaya çalıştığım gibi değil...
Western sineması, 1960’lı yıllardan itibaren Holywood sinemasının dışında da yer bulmaya başlar. İspanyol, Alman, İtalyan sinemalarının yanı sıra Yeşilçam sinemasında bile, ard arda western filmleri çekilir. Bunların içinde hiç kuşkusuz İtalyan western sinemasının (namı diğer spagetti western) özel bir ağırlığı vardır. 60’lı ve 70’li yıllarda toplam 600 adet spagetti western filmi çekilmiş, sonraki yıllarda Holywood sinemasına şöhretli oyuncular kazandırmış, çekildiği dönemlerde de kadrosuna şöhretli Holywood oyuncuları katmıştır.
Spagetti western denince de, akla ilk gelen isimlerdendir Sergio Leone. Dolar üçlemesi; Bir Avuç Dolar, Birkaç Dolar İçin, İyi Kötü Çirkin; ya da Amerika üçlemesi; Yabandan Gelen Adam, Bir Zamanlar Batı’da, Bir Zamanlar Amerika’da gibi.
Üçlemelerden ilkinin adının “Dolar”,diğerinin “Amerika” olması şaşırtıcıdır. Önceden mi tasarlanmıştır, yoksa yolda mı oluşmuştur bilinmez ama, bilinen şudur ki, western sinema tarihine çıkmamacasına girmiştir. Western kategorisinde de olsa sinema tarihine girişi, onun farklı nedenlerle de incelenmesine kaynaklık etmiştir.
Soğuk savaş ismiyle anılan, 1945-1980 dünyasının, birbirini iten ve çeken konjonktüründe, siyaset kadar, sinema, edebiyat ve bilcümle sanat dalları da etkisiz kalamazdı. Çin devriminden, Nikaragua devrimine; Küba devriminden, Vietnam devrimine; El Salvador’dan, Güney Afrika’ya; Doğu Avrupa kopuşlarından, Afganistan’a kadar, dört kıtada altüst olan dünyada, romanların yazılmaması, tiyatroların ve sinemaların üretilmemesi, resim ve heykelin kayıtsız kalması düşünülemez. Mülkiyet ve paranın sorgulandığı, bu sorgulamada devletin ve kapitalizmin açığa çıktığı koşullarda, insanı konusu yapan sinemacının, edebiyatçının, ressamın, yontucunun Marksist ya da sosyalist olmaksızın bile ulaşabildiği devasa bir zenginlik vardır. “Mülkiyet” üçlemesini yapan Metin Erksan’a, sosyalist ya da devrimci olmadığı halde, bunları nasıl yaptığı sorusunun cevapsız kalması, herhalde bu nedenledir.
Yine bu nedenle olmalıdır ki, ömrünün hiçbir kertesinde siyaset üzerine laf etmemiş Sergio Leone’nin, “Amerikan iç savaşı tek kelimeyle saçmalık” demesi. Ama ustasının Akira Kurosawa olduğunu her fırsatta dillendirerek.
Amerika üçlemesinin sonuncusunda (Bir zamanlar Amerika’da), kapitalistleşerek ve devletleşerek sınıf atlayan mafyaya, kendisini, öldürerek yok ettirmesi, muhtemelen muradıdır Sergio Leone’nin. Bu tıpkı üçlemenin ilkinde (Bir Zamanlar Batıda) olduğu gibi, kapitalisti (kapitalizmi) omurilik felçlisi ve ölümcül olarak betimlediği gibidir.
Üçlemenin ilki olan Bir Zamanlar Batıda da, müzik acı yüklüdür, demiryolu yapımındaki göçmen işçinin yalnızlığını, çaresizliğini ve yabancı kalmışlığını anlatır. Demiryolu işçilerinin azgın çalışma koşullarının içinden geçer, kadını çiftliğine götüren sürücü, işçilerle dalga geçerek…
Adam, doğudan batıya- yapımı önünden devam eden demiryolunun üstündeki- tren vagonuyla yol alır. Demiryolu, Amerika’nın doğusundan batısına doğru örülmektedir, kapitalizm doğudan batıya doğru demiryollarını örerek yol almaktadır. Adamın işbirliği yaptığı mafya, kapitalistin önünü temizler, oluşan rantı onun için ele geçirir. Ancak bir süre sonra, mafyanın ranttan pay talebi, ve bu talebin rekabete dönüşmesi, mafyanın kapitalisti öldürmesi ile son bulur. Ama onu da öldüren, gariban bir köylüdür en sonunda. Köylünün, mafyayı öldürmek için peşine düşüşü, mafyanın, onunda mülkiyetine el koymuşluğudur. Sergio Leone, kapitalizmin ilkel sermaye birikim dönemini anlatır üçlemenin ilkinde. Arada bir yerlerde, (İyi, Kötü, Çirkin) kapitalizmin bunalımında yarattığı savaşın (Amerikan iç savaşı) izlerini sürer. Kapitalist vahşetin para uğruna insanların birbirini kırdığında, fonda, “şaçmalık” diye nitelediği Amerikan iç savaşı vardır.
Üçlemenin ikincisinde (Yabandan Gelen Adam) sınıfsal çelişkiler ve çatışmalar daha görünürdür. Daha ilk sahnede karşılaştırır burjuvalar ve din adamlarıyla köylüleri, şiddetle çatıştırır, ve daha ilk sahnede galip getirmek ister köylüyü burjuvalar karşısında. Ama henüz erkendir… Köylünün görmesi gerekenler için. Hatta filmin jeneriğinde, “Devrim bir akşam yemeği değildir, bir edebi olay değildir, bir resim ya da işleme değildir. Zarafet ve incelikle asla yapılmaz. Devrim bir şiddet eylemidir” şerhini, Mao Tse-Tung’dan alıntılıyarak koyar.
Bahsedilen Meksika devrimidir… Basit köylünün içine doğru çekildiği, ama bunu henüz köylünün dahi göremediği, bir yandan, köylünün devrimciye öğrettiği, diğer yandan, devrimcinin köylüye öğrettiği, ve giderek birbirlerinden öğrendikleri bir devrimci kalkışma. Enternasyonalist devrimci ile yerel köylüyü çatıştırır üçlemenin ikincisinde Sergio Leone. “Burası benim Mesa Verde’m değil, burası çok karışık” diyen köylüye karşı, “Bu bir devrim ise karışıklık gerekli” diyen enternasyonel devrimciyi konuşturur. Sergio Leone’nin siyasal yelpazede nerede durduğunu bilemeyiz ama, Troçkizm ve Maoizmin, dönemin popüler siyasal olgular olduğunu bildiğimizden olsa gerek neden yaptığını anlarız.
Üçlemenin sonuncusunda (Bir zamanlar Amerika’da), kapitalizmin 1929 bunalımı vardır. Bütün yıkıcılığı ve yoksullaştırmışlığı ile. Kentteki sefalet, işsiz nüfus, çocuk emeği sömürüsü, küçük kızların bedenlerini para karşılığı satması, sokak çeteleri, çetelerin sokak kavgaları, mafya, mafya-polis işbirliği, silah ve para ile mafyalaştırılan sendikalar, mafya devlet, devletleşen mafya, mafyalaşan devlet. Sonra burjuvaların, lüks mahalleleri. Bunalımın, burjuvalar için fırsata dönüşmesi.
20. Yüzyılın ilk çeyreğini alt üst eden devrimci dönemin, 1929 bunalımı ile birlikte, sönümlenen ve stabilleşen halinin yönetmeni fazlaca belirlediği ve umutsuzlaştırdığı ortadadır. Artık ölümcül kapitalizmin kendi kendisini yok etmesini bekler. Ve filmin son sahnesi bunun için hazırlanmıştır.
Sinemanın, 20. Yüzyılın son çeyreğini geçişinden itibaren stabilleşen sınıf çatışmaları ile doğrusal orantılı olarak, konusunu ve alanını, daha spesifik olana, insan ve insan ilişkilerine çevirdiğini biliyoruz. Çeyrek yüzyılı aşkın bir zamandır bu alanda üretilenlerin değerli katkılar olduğunun da altını çizmek gerek. Ancak yeni dönemin yeni olanaklarının, yeni bir altüst oluş ile geldiği gün gibi ortadadır.
Yeni dönemin yeni sinemacılarının bu devasa birikimden yararlanıyor olduklarını düşünüyor olmam bile, gerçekleşebilmesinin yarısından fazlasıdır.
M. Can Dinçoğlu
1 Ocak 2015
88 kez bakılmış
3 Ocak 2015
17:14
21/11/2024
Bugün409 ziyaret var
Sitede 29 Kişi var
IP:18.223.237.218