2001'de ölümü gören alt-orta sınıflar, rektifiye edilmiş ekonomiye dış kaynak desteğini alan AKP'nin büyüme performansından etkilendiler.
Yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi ve nihayet genel seçimin yaşanacağı önümüzdeki 3 yıl, büyüme değil; durgunluk, daralma zemininde yaşanacak gibi. Bu da politik düzeyi, seçim sonuçlarını epey etkileyecek bir etken. Bakalım muhalefet partileri bu etkeni değerlendirebilecekler mi...
Cumhuriyet gazetesi yazan iktisatçı Mustafa Sönmez'le AKP'nin on yılına damgasını vuran iktisat politikalarını, bu politikaların halk nezdinde nasıl algılandığını ve geldiği noktayı konuştuk. Sönmez'e göre, yapay bir büyüme ve istikrar yaratan bu politikaların artık sonuna gelindi ve toplumsal muhalefetin kendisini yaşanabilecek bir krize hazırlaması gerekiyor.
AKP iktidarının onuncu yılındayız. Şöyle başlayalım: 3 Kasım'da AKP'nin iktidara gelişi kimi çevreler tarafından bir kopuş, adeta bir "ihtilal" olarak gösterilmeye çalışıldı. İktisadi açıdan bakıldığında böyle bir kopuş söz konusu mu?
İktisadi açıdan AKP devri, önceki dönemde altyapısı hazırlanmış süreçten, meyveleri devşirme devridir. 2001 krizinde önemli bir tıkanma yaşayan Türkiye kapitalizmine IMF ve Kemal Derviş işbirliğiyle yapılan ağır operasyonla, tıkanan damarlar açılmış, bunun faturası ağır biçimde alt-orta sınıflara ödetilmiş, açılan damarlar ile birlikte AKP, 2002 sonrasında aynı formatı koruyarak rejimi geliştirmiştir. Bu anlamda bir kopuştan değil, süreklilikten söz edebiliriz. Neoliberal politikaların, tek parti iktidarının verdiği ve dış konjonktürün de lehte seyrettiği iklimde, hayata geçirilmesidir son 10 yıl. İzlenen yoldan ne IMF ne dış ve iç egemen güçler şikayetçi oldular. Takdir bile gördü AKP icraatı her fırsatta. Neoliberalizmin tatbikatında parmak ısırttı AKP. Hele ki milli görüşçü çizginin icraatı hatırlandığında... Bir yazımda belirttim; 28 Şubat, AKP ya da eski Milli Görüşçüler için şans sayılmalıdır. 28 Şubat olmasaydı, Erbakan takımı o dönem yaşanan ağır kamu maliyesi krizinde unufak olurdu. O kaderi, 28 Şubat sayesinde İslamcılar değil, merkez sağ sol yaşadı ve İslamcılara ıslah edilmiş birikim şartları altın tepsi içinde teslim edildi 2002'de.
Geçtiğimiz on yıl boyunca AKP iktidarının ekonomi politikalarının oturduğu zemini nasıl tarif etmemiz gerekir? Hangi politikalar ve hangi sektörler burada ön plana çıkıyor?
AKP döneminin büyüme politikalarının esasım dış kaynak girişi oluşturur. Doğrudan yabancı sermaye, borsaya ve devlet kâğıtlarına gelen sıcak para ile dış banka kredilerinden oluşan dış kaynak girişini cezbetmek için izlenen neoliberal politikalar, 20022008 döneminde bolluk gösteren dünya likidini Türkiye'ye çekmeye de imkan vermiştir. 2001 krizinde sıkılaştırılan kamu maliyesi, çıkarılan özelleştirme yasalarının uygulamayı kolaylaştırması, banka kredilerinin tüketiciye yüzünü dönmesi, yabancı kaynağa düşük kur-yüksek faiz cazibesinin sunulması büyümenin iklimini de oluşturmuştur. Bu dönemin ana özelliği iç pazara dönük olması, ithalat ağırlıklı bir özellik göstermesidir. Bu nedenle büyüme, iç tüketimden rüzgârını alan ama öbür taraftan döviz açığı yani cari açık yaratan karakterdedir. 2001 krizi sırasında iyice geriletilen emek ücretleri ve sendikal hat, bu iç pazara dönük üretim için ayn bir avantaj sağlamıştır. İç tüketimde bankaların tüketici kredileriyle ve kredi kartı özendirmeleriyle desteklenen iç talep, otomotivden beyaz eşyaya üretim ve ithalatı kamçılarken bir yandan da inşaat (konut) yatırımlarına dayanmıştır. İnşaatın özellikle son beş yılda baş aktör olarak öne çıkarıldığını, bundan sonrası için de kentsel dönüşüm tezgahıyla önde tutulacağını söyleyebiliriz.
AKP'nin "laik" sermayeye karşı "muhafazakar" sermayenin partisi olduğu, onların çıkarlarını temsil ettiği konusunda yaygın bir kanaat var. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
AKP'nin İslamcı-muhafazakar bir organik sermayedar tabanı var elbette, irili ufaklı bu sermayedar kesim, kamu yatırımları, kentsel altyapı yatırımları ve TOKİ yatırımları ile özellikle korunup palazlandırılıyor. Ama bunun yanında, TÜSİAD'da temsil edilen geleneksel egemen burjuvazi de kısa sürede terbiye edilerek iktidarla uzlaşı içine sokulmuştur. Bu terbiye etme, ibret olsun diye Aydın Doğan'ın medya ve medya dışı kuruluşlarına getirilen vergi denetimi ve akabinde cezalarla gerçekleştirilmiş, toplumun genelinde estirilen devlet terörü, birçok kesim gibi büyük (laik) sermaye kesimini de sindirmiş, onu iktidara biat etmeye zorlamıştır. Kaldı ki, her tür sermaye için aslolan kar ve sermaye birikimidir. Bu hedefi zorlaştırmayan siyasi yönelişlerden ilk ağızda tedirgin olmak ya da böylesi yönelimlere cepheden muhalif durmak, birikim aksamadığı sürece sermayenin umuru olmadı ve olmayacaktır da. Muhafazakar ve otoriter yönelişlere, büyük sermayenin önem verdiği AB'nin uzunca yıllar hayırhah tutum takınması da bu kesimin umursamazlığında etkilidir. AB'nin, son aylarda öne çıkan eleştirilerinin ekonomik ilişkileri olumsuz etkilemesi, birikim sürecini aksatması halinde belki TÜSİAD kesiminde homurtulara cesaret edilebilir. Bu bile çok muhtemel görünmüyor. Ancak ABD'nin ve AB'nin günün birinde at değiştirmeye karar vermesiyle TÜSİAD'da bir muhalefet belirtisi görebiliriz.
AKP'nin on yıl boyunca emekçi kesimlerin de desteğini almayı başardığı görülüyor, bu desteğin iktisadi nedenleri neler acaba?
Sınıfın bilinç düzeyi sürekli erozyon yaşıyor, buna karşılık pragmatizm ağır basıyor. Emekçi kesimler, 2001 krizinde kendilerini muazzam ölçüde yoksullaştıran politikalara tepki olarak o koalisyonu oluşturan partilere oy vermediler,onları cezalandırdılar, seçim barajına gömdüler. Bu cezalandırma, seçim barajı sisteminin de azizliğiyle AKP'yi iktidara taşıdı. 2001'de ölümü gören alt-orta sınıflar, rektifiye edilmiş ekonomiye dış kaynak desteğini alan AKP'nin büyüme performansından etkilendiler. Büyüme ile birlikte yeniden işlerine döndüler, bankalardan tüketici kredisi, kredi kartı kolaylıkları gördüler. Büyüme ile birlikte bütçeye giren KDV'ler vc ÖTV'lerin yükü ağırlıkla onların üstündeydi ama satılan kamu varlıkları ile birlikte bütçeye giren kaynaklardan "hizmet aldıkları" hissettirildi onlara. "Sağlıkta dönüşüm" adı altında erişimin kime, neye mal olduğunu ve sürdürülebilir olup olmadığını sorgulamadan hizmet almayı takdir ettiler. Kamu, sanayiden, enerjiden çekilmişti ama kitlelerin gözüyle görüp eliyle dokunduğu ulaştırma yatırımlarına, kentsel altyapı yatırımlarına yönelmişti. Sivil havacılık, duble yol, metro, hızlı tren... Bunlar hep çalışkan bir iktidar ve hayatı kolaylaştıran hizmetler olarak algılandı kitlelerce. TOKİ'nin kamu arsalarını keyfince kullandığının farkında değildiler ama diktiği binalardan etkilendiler. Cari açık henüz hayatlarını daraltmıyordu ama cari açık bedelli büyüme, ithalat gündelik hayatlarına dokunuyor ve bundan keyifleniyorlardı. Bu çalışkan, "hizmet üreten" iktidar algısına, güvenilir bir alternatif partinin ortada görünmemesi de eklenince alt-orta sınıfın oy tercihi şimdiye kadar fazla değişime uğramadı. Büyümenin yerini durgunluk, hatta daralmanın alması, yeni bir işsizlik dalgası, bedelsiz hizmetin bedelliye dönüşmesi ile AKP tercihinden bir uzaklaşma da çok muhtemeldir.
Türkiye ekonomisinin yeni bir krizle karşı karşıya kalabileceğine dair güçlü sinyaller geliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
AKP devrinin temelini oluşturan iç tüketime dayalı birikim rejimi bu yıl teklemeye başladı. Devasa boyutlarda dış kaynak kullanmanın arka yüzünde belirmiş cari açık kamburu ile ilerlemek zorlaştığı için 2012'de vites küçültüldü. Büyüme sert bir düşüş yaşayınca bütçeye giren dolaylı vergiler de hızla azaldı; buna karşılık başta sağlık-sosyal güvenlik, belediye açıkları olmak üzere katı harcamalar azalmayınca bütçe süratle açık vermeye başladı. Böylece cari açık kamburunun yanına ikinci kambur bütçe açığı olarak eklenme eğiliminde. Bu çift kambur ile eski paradigmayı sürdürmek zorlaşıyor. İç tüketim, hane halkının borçlanması ile mümkündü. Borçlanmada da sınırlara gelindi, ihracat ise rekabet gücü olan ve iç tüketimdeki azalmayı telafi edecek özellikte değil. Dolayısıyla 2012 ve izleyen yıllarda dünya ekonomisindeki, özellikle AB'deki daralma ile beraber ekonominin büzüleceğini, küçüleceğini, işsizlik ve yoksullaşma süreçlerinin ivme kazanacağını söylemek mümkün. Yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi ve nihayet genel seçimin yaşanacağı önümüzdeki üç yıl, büyüme değil; durgunluk, daralma zemininde yaşanacak gibi. Bu da politik düzeyi, seçim sonuçlarını epey etkileyecek bir etken. Bakalım muhalefet partileri bu etkeni değerlendirebilecekler mi...
AKP içerisinde birbirlerini ekonomiyi iyi yönetememekle suçlayan ve kriz karşısında alınacak önlemler konusunda anlaşamayan kesimler var, tarafların pozisyonlarını bize anlatır mısınız?
Gaz-fren metaforuyla ifade edilen bu kesimlerden "gazcılar", yüksek cari açığa rağmen büyüme temposunun yüksek tutulmasını isteyen ve sözcülüğünü Zafer Çağlayan'ın yaptığı kesim. Kredi faizlerinin düşürülerek yatırımın ve ihracatın canlı tutulmasını arzu eder görünen bu kesim, dış kaynağa dayalı büyümenin yarattığı cari açık kırılganlığını fazla dert etmez görünüyor. Frenci kesimi ise Ali Babacan ve Merkez Bankası temsil ediyor ve yüksek büyümenin yarattığı cari açık kırılganlığını önemsiyorlar. Aslında gaz mı fren mi kararını bu iki kesim de vermiyor. Süreci dış yatırımcı belirliyor. Riskin büyüdüğünü görünce geri çekilerek tempoya son tahlilde o karar veriyor, içeridekiler de mesajı almış olarak karar açıklıyorlar. 2012'de büyümenin yüzde 9'lardan yüzde 3'lere inmesi, cari açığı da milli gelirin yüzde 10'undan yüzde 8'lere düşürdü. Ama bu yine de önemli bir açık ve kırılganlık. Bu arada, başını kaldıran bütçe açığını da dış yatırımcı görmemezlik edemez. Yeniden büyüme, inşaat ağırlıklı olmaya mecbur. Burada da tüm zorlamalara rağmen iç talep, alt-orta sınıfların borçlanma kapasitesinin sınırına gelinmiş olması nedeniyle önemli bir kısıt.
Olası bir krizin Suriye ile olan ilişkiler ve Kürt sorunu da denkleme katıldığında nasıl etkileri olacaktır? Böylesi bir durumda toplumsal muhalefet nasıl bir tavır takınmalıdır?
Suriye ve Kürt sorunu hem bütçe açığım derinleştirdi hem de güney illerinin üretimini ve ihracatını negatif etkileyen sonuçlar yaratıyor. Ama mevcut ve olası geri gidişte yine de başat özellikte değiller. AKP ekonomisini aşağı çeken ana unsur, AB'nin daralması öncelikle. Bunu telafi edecek bir iç pazar, iç tüketim opsiyonu da yaratılamayacak gibi. Dolayısıyla, önceden de ifade ettiğim gibi, önümüzdeki üç yılın politik iklimi, ekonomiden bir hayli etkilenecek. Ama bunu muhalefetin görebilmesi ve işleyebilmesi gerekiyor.
SoL Gazete
3 Kasım 2012