Kristal iş sendikası dendiğinde, akla ilk gelen isim Mehmet Şişmanoğlu ve arkadaşları gelir. M.Şişmanoğlu 1932 yılında Kastamonu’da doğmuştur. 1950’de Tophane Enstitüsünün elektrik bölümünü bitiren Şişmanoğlu 1963’lerde sendikacılığa başladı. 1979’lara kadar bu Sendika’nın Genel Başkanlığı’nı üstlendi. Mehmet Şişmanoğlu, Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikasında elektrikçi olarak ilk işe başladığı 1954’lü yıllarda emek ve sermaye arasında büyük uçurumların olduğunu söyleyerek sürdürdüğü konuşmasında şunları öne çıkarttı:
Fabrikada keyfi işten çıkarmalar çok yaygındı ve işçilerin kendilerine ait bir yemekhanesi bile yoktu.
2500 işçi yemeklerini sefertasları ile evlerinden taşırlardı. Fabrikanın açık alanında çalışan işçilere, soğuktan ve yağmurdan korunmak için gerekli olan hiçbir giyecek temin edilmemişti. O yıllarda Fabrikada Cam-İş sendikası örgütlü idi.
Lütfü Ak ve arkadaşları tarafından kurulan bu sendika’nın yöneticileri ne kendilerine ne da sınıfa güveniyordu. Öylesi olaylar yaşanıyordu ki şaşırıyorduk. Örneğin: Patronlar ya da yöneticiler cam-İş Sendika’sı yöneticilerini odalarına kabul edip iltifat gösterince, sırtlarını sıvazlayınca, kendilerinden geçiyor ve işçilerin haklarını istemeyi unutuyorlardı. Sendikacılık o kadar kolay bir iş değil, birikimli olmak gerekir.
Benim gözüm askerde açıldı. Yedek subay olarak, orada sorumluluk almayı, yöneticiliği, insanları bir işe sevk etmeyi öğrendim. 1959 yılında yaşadığım bir olay bende sendikacılık fikrini pekiştirdi.
Malum,”Topkapı olayları” 1959 yılına rastlar. Arkadaşlarla bir baktık ki, işçiler kamyonlara dolduruluyorlar. Ellerinde birer demokrat Parti bayrağı tutuşturulmuş. Ustabaşılar bize geldiler, “Topkapı’ya sağır İsmet’i protesto etmeye gidiyoruz” dediler. Sağır dediği İsmet İnönü. Eylemi fabrikanın müdürü Şahap bey organize ediyormuş. İşçiler de müdür ve ustabaşılar ne diyorsa onu yapıyorlar. Bana da “geleceksin” dediler. İstemiyordum. Aklıma rapor revire gidip rapor almak geldi. Revire gittim ki ne göreyim. Meğerse organizatörlerden biri de Demokrat Parti ilçe Başkanı olan revirin baş hekimi Naci Beymiş. Eyleme gitsinler diye işçilere sıradan rapor veriyor. İşçilerin çoğu ise nereye neden gittiğini bilmiyor. Bu durum kanıma dokundu.
Bu duruma Sendika tepki göstermedi mi?
O yıllarda pek çok Sendikanın Demokrat Parti ile ilişkisi vardı. Parti, işçilere ve özelliklede sendikacılara değişik matbuatlar dağıtırdı. Bu nedenle de çoğu sendikacı Demokrat Partili idi.
Bu arada sizin tutumunuz?
Fabrikadaki sendikal anlayış genel düzeyin çok altındaydı. 1963 yılında, hala sevgiyle andığım Hasan Acar’ın ön ayak olmasıyla, Sanat Okulları Cemiyetinde bir araya gelmeye başladık. Böylece Kristal-İş’in de temelleri atılmış oluyordu. Başlangıçta pek niyetli olmasam da arkadaşların ısrarı üzerine beşinci sıradan kurucular listesine girdim. Meselenin içine girdikçe bilincimiz artı, sınıfı, işçileri, kendimizi tanıdık.
Sonuçta ertesi yıl yapılan kongrede Kristal-İş Genel Başkanı oldum. İşçilerin genel kabullerinin ilerisinde iddialarla ortaya çıkmıştık. Onların ufkunu genişlettik. Asıl çıkışımız, 1964 yılında imzalanan toplu iş sözleşmesi oldu. Bizden önce sendikanın imzaladığı TİS, yetersiz, berbat bir sözleşmeydi. Birkaç ay sonra Bursa’da Türk-İş kongresi oldu. Gittik, orada bu sözleşme aleyhine bildiri dağıttık, bir hayli ajitasyon yaptık Sözleşme o kadar dökülüyordu ki, aslında Türk-İş bizim karşımızda Lütfü Ak’ın Başkan olduğu Cam-İş Sendikası’nı desteklemesine rağmen, Cam-İş’i “cam işçisine ihanet” gerekçesiyle ihraç etmek zorunda kaldı.
Bunun üzerine Kristal-İş Türk-İş’e üye oldu. Sınıfı tarihine geçen, 1966 grevine neden olan aynı sözleşme mi? Evet. Bu sözleşmeyle ilgili ne yapabileceğimizi düşündük.Kalktık üniversiteye falan gittik. O sırada tesadüfen rahmetli Akgün Ersoy ile tanıştık. Sol görüşlü bir avukattı. TİP üyesiydi. O bizim elimizden tuttu.
İşkolunu kapsayan Toplu İş Sözleşmesi dışında işyeri düzeyinde sözleşme yapabilir miyiz diye merak ediyorduk. Akgün Ersoy, uğraştı, didindi, sonunda hukuki zemini buldu. Biz de yetkiyi aldık. Böylece 2800 işçiyle greve çıktık. O günün koşullarında grevin zorluğu neydi İşveren grevimizin kanunsuz olduğu iddiasıyla bizi mahkemeye verdi. Mahkeme günü gelince bütün işçi, aileler, çoluk-çocuk toplanıp büyük bir kalabalıkla adliyeye gittik. Mahkeme, grevin kanuni olduğunu belirterek, grevi yasal olarak tanıdı.
Daha sonra ilginç bir gelişme oldu. Grevin 49. günüydü, bizi Ankara’ya Türk-İş Genel Merkezine çağırdılar. Bir sendikacı ağabeyimiz dedi ki, işveren grev süresince yaşanan gerginlikten dolayı bizimle masaya oturmak istemiyormuş. “Bize yetki verin biz bu işi çözelim”dediler. Biz tabii bu ağabeyimize güveniyoruz. Sonuçta bizden çok daha deneyimliler. Yetkiyi verdik, gittiler.
Akşam gelip, “hayırlı olsun, sözleşmeyi bağladık” dediler. Bir baktık ki, bizim istediklerimizle bunların imzaladıkları arasında acayip bir uçurum var. “tamam” dedik. “yalnız biz bu sözleşmeyi işçiye anlatamayız, gelip siz anlatın.” Yan çizmeye, “uçakta yer yokmuş” falan demeye başladılar. “Biz” dedik, “uçak biletlerimizi size veririz, biz de otobüsle döneriz”, otobüse oturduk, uzun uzun düşündük. Bu şartları kabul etmemeye karar verdik. Yoldan telefon ettik, arkadaşlara, “biz gelene kadar Türk-İş’ten fabrikaya gelen olursa içeri almayın” dedik. Sabah birilerini yollamışlar, bizim arkadaşlar bir hayli hırpalamış. Adam zor kaçmış. Böylece grev devam etti.
Yaşanan bu grev sonucunda Türk-İş’te ne gibi gelişmeler oldu?
O günlerde Türk-İş bünyesinde bulunan Türkiye İşçi Partisi yönelimli dört sendika arasında bir koordinasyon kurulmuştu. Bu dört sendika, bu olayda bizi haklı buldu ve Türk-İş’te bir tartışma süreci yaşandı. Daha sonra ipler koptu ve DİSK’in ( Devrimci İşçi Sendikaları konfederasyonu’nun) temelleri atıldı. Biz DİSK içinde yer almadık ama, Dolaylı olarak DİSK’in kurulmasında rol oynamış olduk.
Bu süreçte Kristal-İş ve Petrol-İş’in de aralarında bulunduğu bazı sendikalar “disiplinsizlik” gerekçesiyle Türk-İş’ten ihraç edildiyse de DİSK içinde yer almadılar. Daha sonra da Türk-İş kongresi kararıyla tekrar Türk-İş’e döndüler. Grevimiz, 80. günde “genel sağlığı tehdit ettiği” gerekçesiyle Bakanlar Kurulu tarafından ertelendi. Böylece iş “Yüksek Uzlaştırma Kurulu”na kaldı. İşin ilginç tarafı, Yüksek Uzlaşma Kurulundan çıkan karar, Türk-İş’in bizim için sözde bağladığı sözleşmeden çok daha iyiydi.
Cam İşkolunda Grevler hep oldu. Örneğin: 1971 grevi çok ilginçtir. Paşabahçe’de biz, yani Kristal-İş, Çayırova’daki fabrikada ise DİSK’e bağlı Hür Cam-İş sendika’sı örgütlü idi. (İsmail Özkan bu dönemi çok iyi bilir, hazır burada iken kendisine soralım, neden Hürcam-İş diye.) Özkan, “Bildiğim kadarıyla işverenler her iki sendikayı birbirlerine karşı kullanıyorlardı” dedi ve devam etti. “ Grevde bir işçi arkadaşımızı kaybettik. O yıllarda Amerikan tipi sendikacılığın sonuna yaklaşıldığını görüyordum, o nedenle bugün, bu noktada söylenebilecek tek şeyin, Tarihsel olarak Kristal-İş ve Türk-iş’in aşıldığını düşünüyor olmamdır."
Şişmanoğlu araya girerek, evet, işverenler her iki sendikayı da kullanmak istiyorlardı. Ben Hür Cam-İş’li arkadaşları arayıp “şu Toplu İş Sözleşmeyi atlatana kadar listeleri birleştirelim, birbirimizden ayrı olarak işverenle görüşme yapmayalım, anlaşmaya varmayalım” teklifinde bulundum. Hür cam-İş de bu teklifi kabul etti. DİSK’te buluştuk, anlaşmaya vardık, iş detayları konuşmaya geldi. “Greve Çayırova’da başlayalım” dedim. Ancak ne düşündüler bilmem,”birlikte başlansın” dediler. Biz kabul ettik.
Hiç unutmam, cumartesi öğleden sonra sıkıyönetimde kimseler yokken dilekçemizi verdik. Pazartesi greve başladık. Hür cam-İş bizden tam 18 gün sonra greve başlayabildi. Her neyse, işverenler Hürcam-İş’e yanaştı hemen. Biraz baskı, biraz taviz derken bizden önce sözleşmeyi imzaladılar. Biz kaldık ortada. Yine de sonunda sözleşmeyi Hürcam-İş’ten bir lira fazlasına bağladık.
Uzun bir dönem Kristal-İş Genel Başkanlığı yaptınız, başkanlığı nasıl bıraktınız?
İyi niyetimin sonucunda bırakmak zorunda kaldım. Şöyle oldu: 1970'li yıllardan itibaren ortam değişmiş; sosyalist düşüncedeki bazı genç işçiler (İsmail Özkan gibileri) bizim ekibi beğenmez olmuştu.
Ben ve arkadaşlarım için “ toplu iş yapan ücret sendikacısı”, “Amerikancı ve uzlaşmacı” falan diyorlardı. 1974 yılında, Paşabahçe’deki seçimlerde bu genç işçiler bizim arkadaşlara muhalif bir liste çıkarmışlardı. Ne var ki seçimi kazanamadılar. ( Özkan’dan itirazlar yükseldi.) Daha sonraları bunlar Hürcam-İş ile bağlantıya geçmişler ve işyerinde bu sendikayı örgütleme işini üstlenmişler. Bunlardan 9 tanesi bizim sendika tarafından ihraç edildi. (Bunlardan biri de İsmail Özkan’dı.) Ama ihraç edilince, bu iş biraz da ekmek davası, ücretleri kesildi. ( Özkan’dan itirazlar) “yalnızca ücretlerin kesilmesi mi?” “tamam şimdi hatırladım.” Bunlardan bir kısmı işten atıldılar. “işten atılmalarına ben onay vermedim” Benim vicdanım buna elvermedi. İhraç ettiğimiz arkadaşları afettik. ( Özkan’dan itirazlar)
Sonra baktım bizim kuşak sendikacıların arkasında bu işleri yapacak, işçinin haklarını savunacak yeterlilikte başka genç insan gelmiyor. Sosyalist düşüncedeki insanlar, gençleri bizlerden daha iyi örgütlüyor. Bir de tabii, benim 1963’ten beri birlikte olduğum sendikacı arkadaşlardan bir çoğu çok gevşek.
Kötü niyetli değiller ama kapasite yok, kendilerini geliştirmiyorlar, işçinin haklarını koruyamıyorlar. Ben de genç arkadaşları sendikaya kazandırmak istiyordum. 1979 yılında Paşabahçe Şubesi Genel Kurulu yapıldı. Ben de bu gençlerin listesini destekledim. (İsmail Özkan’dan itirazlar)
Uzatmayalım, seçimleri bu liste kazandı. Yılların tecrübelerini gençlere aktarmayı düşünüyordum. Paşabahçe Şube Kongresinden birkaç ay sonra da Kristal-İş’in Genel Kurulu yapıldı. Altan alta çok iyi organize olmuşlar. Aklıma bile gelmezdi. Seçimlere bir girdik. Oy’ların büyük çoğunluğunu Hasan Basri Babalı ve arkalarının hazırladığı liste kazandı.
Kızgın mısınız?
Kızgınlığım yok. İşçiler bana bir kez olsun yuh çekmedi. Sonraki süreçlerde Kristal-İş yöneticilerine çok yuh çekildi. Bu işi 16 yıl yapıp yuhalanmayan sendikacı çok azdır. Ben bunlardan biriyim. Yalnız şunu söylemek istiyorum; o zamanlar henüz 47 yaşındaydım. En verimli ve olgun çağımdı. İşçi sınıfına daha iyi hizmet verebilirdim. Bir çırpıda yapılanlar yok sayıldı.
Bizler, sınıf mücadelesi içinde yer aldığımız yıllar boyunca arkamızda işçilerin gücünü hissettik. Bu destekte en önemli nedenlerden birsi güvendir. Yaptıklarımız bir anlamda işçi arkadaşların eseridir. Bugün de işçi sınıfı zor dönemlerden geçiyor. Çözüm sınıfın dayanışmasındadır.
Bu röportaj Mayıs 2004 tarihinde Ertuğrul ÇALAK ile İsmail ÖZKAN tarafından yapılmıştır
İSMAİL ÖZKAN