Son yazıyı (İnterregnum) bıraktığımız yerden devam edelim.
19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçilirken Marksizm dendiğinde Alman Sosyal Demokrasisi, Bernstein ve Kautsky gibi temsilcileriyle “otorite” sayılıyordu.
Bu arada kapitalizm yeni özellikler kazanıyor, en belirgini ve önemlisi, emperyalizm dönemine giriyordu. Yeni dönemin özellikleri, Marksist düşüncenin sırasıyla Bernstein ve Kautsky tarafından kapatıldığı alandan kurtarılarak farklı yönlerden yorumlanmasının ve yeniden üretilmesinin yolunu açtı. Böylece sosyalist düşünce 20. yüzyılın ilk birkaç on yılında Lenin, Troçki, Lüksemburg, Lukács, Korsch, Gramsci ve Buharin gibi isimlerle zenginlik kazandı.
Önceki yazıya atıfta bulunursak, Marksist aydın ve eylemci için bir dönem böyle kapandı, yeni bir dönem başladı.
Daha somut olarak, neydi?
Kapitalizmin yeni dönemi, önemli birtakım başlıkların yeniden ele alınmasını gerektiriyordu: Hepsi eşitsiz gelişim bağlamına yerleştirilmek üzere, sınıf bilinci ve sınıf hareketi, siyasal özne ve içinde yer aldığı nesnellik, sermaye sınıfının egemenliğini koruma ve sürdürme yolları/araçları...
Çabalar buna yönelikti. 1917 Ekim Devrimi ve Üçüncü Enternasyonal’in kurulması (1919) ara döneme son verdi. Taşlar bir şekilde yerine oturdu/oturtuldu.
Şimdi, sorularımız şunlar: Günümüzde, 21. yüzyılın başlarında, sosyalist düşüncede yüzyıl önce olduğu gibi yeni bir hamle, derlenip toparlanma, taşları yerine oturtma ve ara döneme son verme girişimi gerekiyor mu gerekmiyor mu? Gerekiyorsa, böyle bir girişim günümüzün hangi gerçekliklerine özellikle odaklanmak durumunda? Aynı girişimde teorinin ve pratiğin payları neler olabilir?
Peşinen belirtelim: Pratiği önceleyen, çeşitli ülkelerdeki sınıf mücadelelerini ve siyasal hareketleri önsel olarak belirleyecek mükemmellikte evrensel bir teorik kurgu aranması gerçekçi olmayacaktır.
O zaman teoride “hamle” derken, “ara dönemi kapatma” derken neyi kastediyoruz?
Zihinlerde gerekli temizliğin yapılmasını, “fazlalıkların” atılmasını, bir tür “reset” işlemini, pek çok şeye “hazır olma” durumunu kastediyoruz. Komünist Enternasyonal’in sona erdiği 1943’e, Stalin’in öldüğü 1953’e ya da Sosyalist sistemin çöktüğü 1991’e bakıp “Orada kalmıştık, oradan devam” diyerek fazla yol alınamayacağını söylüyoruz.
***
Aslında, gündemin başat maddeleri 20. yüzyıl başlarında olduğu gibidir: Hepsi eşitsiz gelişim bağlamına yerleştirilmek üzere, sınıf bilinci ve sınıf hareketi, siyasal özne ve içinde yer aldığı nesnellik, sermaye sınıfının egemenliğini koruma ve sürdürme yolları/araçları...
Ne var ki bu başat gündem maddelerinin altının, yüz yıl öncesine göre çok daha farklı olgular ve durumlar irdelenerek doldurulması gerekmektedir.
Diyoruz ki elde Marksizm, onun temelleri ve yöntemi olsun; Lenin’in “çelik çekirdek demir disiplin” retoriğine indirgenmemesi gereken düşüncesi olsun; bir de günümüzün gerçekleri…
İlk ikisi, çok gerekli olmadıkça araya başka dolgu malzemeleri katmadan sonuncusuna uygulansın…
Ve bu iş, kuşkusuz siyasal pratikle birlikte, kokmadan, çekinmeden ve karşılaşılması mümkün sonuçlara hazır olarak yapılsın.
Örneğin, iş, ekmek, özgürlük, eşitlik, adalet gibi değerlerin sanıldığı gibi artık otomatikman bize, sosyalizmin hanesine yazılmadığını, iyice uçuşkanlaşan bu değerleri yeniden kendi hanemize yazmak için çaba göstermek gerektiğini kabul etmeliyiz.
Post-Marksizm’e, post-modernizme en küçük prim vermemek gerektiğini haklı olarak söylerken, karşımızda gerçekten post-modern durumlar olduğunu kabule hazır mıyız? Sınıfsallığın, sınıf bağlantılarının orada hazır veri olarak bizi beklemediğinin, bunların yeniden kurulması/oluşturulması gerektiğinin farkında olmalıyız.
Günümüzde kitlesel hareketlenmelerin, özneyi eskisine göre çok daha fazla zorlayacak çeşitlilikte ve karmaşıklıkta özellikler kazanması karşısında ürküp geri çekilmemeli, kendi steril alanımıza sığınmamalı, var olanın üzerine üzerine gitmeliyiz.
Demokrasinin ve özgürlüğün liberalizmin hanesine kayar gibi olduğu durumlarda hepsini tu kaka ilan etmek yerine bunları oradan çekip almaya çalışmalıyız.
Akla gelen kimi örnekler bunlar.
“Eşitsiz gelişme” diyoruz ya, başlangıç olarak bir gerçeği en baştan görmekte yarar var:
Bugün kapitalizm, çeşitli alanlarda tektipliği, yeknesaklığı, aynılığı ne kadar dayatırsa kendi içinden “aykırılıkları”, “sapmaları” ve “anomaliteleri” o kadar fazla fışkırtmaktadır.
Bir normale, dengeye ve oturmuşluğa kavuşması mümkün görünmemektedir.
Buradan başlayalım, başlangıç için iyidir…
Metin Çulhaoğlu
4 Şubat 2017