Yaşananların tarihsel anlamı genellikle sonradan anlaşılıyor. Bir döneme damgasını vuran, hiç değişmeyecek izlenimi veren eğilim, akım ve kişiler derin toplumsal izler bırakmadan geçip giderken, başlangıçta bir anomali, yol kazası, “istenmeyen çocuk” gibi görünenler önemli toplumsal dönüşümlerin öznesi olabiliyor.
Tarih, kendine özgü cilveli yollardan ilerliyor. Marx’ın dediği gibi, tarihin dalgaları bazen yumurta kabuklarını da üste çıkartıyor.
AKP 2002’de yüzde 34 oyla tek başına iktidar olduğunda, hiç kimse Türkiye’nin 14 yılda buraya geleceğini öngörememişti. Devlet, 12 Eylül’le yenilenmiş egemen ideolojisiyle, silahlı kuvvetleriyle, devlet bürokrasisiyle, yargısıyla, üniversiteleriyle vb. yerli yerinde duruyordu. Refah Partisi ve ANAP deneyimleri ortadaydı. Taç diyen baş akıllanırdı vb.
AKP iktidarı, on dördüncü yılını tamamlamak üzereyken Erdoğan, devleti, düzeni ve toplumun neredeyse yarısını kendisinde cisimleştiren bir siyasal kişilik olarak sivrildi.
2013 yazı ile 2015 yaz arasındaki 2 yıl Erdoğan iktidarının en kritik dönemiydi. 7 Haziran, 1 Kasım 2015 ve 15 Temmuz birbirlerini izleyen üç önemli kırılma noktası oldular.
Erdoğan, 15 Temmuz’u, darbe karşıtlığı ekseninde “milli mutabakat” zemini olarak değerlendirdi. Şimdi, devlet ve toplumu yeniden yapılandırma programında geri dönüşsüz ilerlemeler kaydetmek, Sünni İslamcı, şoven milliyetçi, lumpen dokulu aktif bir kitle temeli/ hareketi yaratmak için adımlar atıyor. Hırpalanmış, güç ve saygınlık yitirmiş askerler; düzen partileri CHP ve MHP, bölünme paranoyasının körleştirdiği ulusalcılar, karşı darbeci restorasyon sürecinde Erdoğan cephesinde yerlerini almış durumdalar.
***
Durumu, iç ve dış güncel gelişmeler, belirsizlikler ve oynak dengeler ışığında çeşitli yönlerden değerlendirmek, bu restorasyon sürecinin karakteri, bileşenleri, dış destek ve karşıtları, başarı şansı üzerine farklı yorum ve öngörüler öne sürmek mümkündür.
Ama, kanımca, süreç, özellikle iç dinamikler açısından bakıldığında, güncelliği aşan tarihsel bir derinlik taşıyor. 2016 Türkiye’sinde Kemalistler, Türkçüler ve İslamcılar, devletin ve kapitalizmin bekası için tarihsel bir uzlaşma yolundalar.
Bugün, yüz yıllık hesaplaşmanın böyle bir uzlaşmayla kapanmasının da seçeneklerden biri ve belki de birincisi durumuna geldiğini söylemek abartma olmaz.
Bu kısa yazı çerçevesinde, tarihsel derinlikten kastettiğimizi kısaca özetleyelim: Bir: Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin ideolojik ve sosyolojik tutkalı, kurucu harcı Sünni Müslümanlık ve Türklüktü. 1923 Cumhuriyeti daha kuruluşunda 21. yüzyıldaki çözülüşünün tohumlarını taşıyordu. İki: Kuruluşta, daha Lozan sırasında Kemalistler, İslamcılar ve Türkçüler hep birlikte Türkiye’yi emperyalistlerle işbirliği yoluna soktular. 1960-1980 yılları arasındaki sol toplumsal uyanış karşısında, anti-komünizm ikinci ortak paydaları oldu. Emperyalist gericiliğin güdümüne girme ve anti-komünizm, kaçınılmaz olarak, kuruluşun kusur ve eksikliklerine rağmen en önemli toplumsal-tarihsel kazanımı olan laikliğin sulandırılmasını, erimesini getirdi. Üç: Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, küreselleşme ve neo-liberal sermaye birikim modelinin gerekleri var olan ekonomik, toplumsal ve siyasal paradigmaları, ittifak ve karşıtlıkları değiştirdi. Dört: Giderek toplumsallaşan Kürt silahlı hareketi Türkiye egemenlerinin bölünme paranoyasını depreştirdi. Beş: 12 Eylül, devrim korkusuyla başvurulmuş faşist bir darbeydi. Solu ve sosyalist hareketi şiddetle bastırdı. Başka şeylerin yanında, Türkiye toplumuna yüksek dozca dincilik aşısı yaptı.
Erdoğan bu birikimin üzerine geldi.
***
Tarihsel uzlaşma sürecinin hegemonu tartışmasız biçimde Erdoğan’dır. İradesini, uzlaşmanın tüm taraflarına kabul ettirmiştir.
İşçi sınıfı, emekçiler, Kürt halkı/hareketi, Aleviler, solcular, sosyalistler bu uzlaşmada dışlanan, denklemin doğası gereği dışlanması gereken güçlerdir.
Kürt hareketinin bu ülkenin temel siyasal sorunlarında taraf olma anlamında “Türkiyelileşme”sinin önündeki dış kaynaklı engel, Suriye savaşlarının Türkiye’ye ithal edilmiş olmasıdır. Tarihsel uzlaşmanın siyasal mantığı ve tek adam devleti hedefi Kürt dinamiğini Türkiye toplumuna yabancılaştırmayı gerektiriyor. PKK'nin, sivil-masum insanlara da yönelen şiddeti tırmandırma çizgisi nesnel olarak bu amaca hizmet ediyor.
14 yıllık sürecin sonunda, sol Kemalist-cumhuriyetçi çizgi bir siyasal akım olarak tasfiye edilmiştir.
Toplumun nitelikçe ve nicelikçe önemli bir bölümü bilinçli ya da içgüdüsel olarak bu tarihsel uzlaşmaya karşı, ancak zihinsel ve siyasal olarak dağınık, örgütsüz ve temsilcisizdir.
Bu gizil gücün olayların gidişine ağırlık koyarak, topluma eşitlikçi, özgürlükçü ve kardeşlikçi bir yön, yeni bir heyecan kazandırması ise, dünya çapındaki sınıf ve sosyalizm mücadelesiyle birlikte, tarihsel uzlaşmaya sınıf temelli, düzen karşıtı birleşik bir siyasal odaklaşmayla yanıt verilmesine bağlıdır.
Haluk Yurtsever
İleri Haber 30 Ağustos 2016