Türkçe



PDF indir

 

 



J.J. ROUSSEAU “TOPLUM SÖZLEŞMESİ” NİN AYDINLIĞI

590 kez bakılmış
30 Ocak 2023
00:00

Kişisel gelişimini okuyarak geliştiren ve yerinde duramayan çocuk meraklı gezgin. Yaşamının her alanını derin duygular içinde yaşayan. Doğa, tabiat dendi mi akan suları durduran. Duyumsallığıyla doğal hayatın içine doğan temiz bir insanın, iyilikten başka bir şey düşünemeyeceğini düşünen. İnsanın gözünü aydınlatan ve eşsiz aklı olan tabiat kanunlarının toplum yönetimini belirleyen temeller olması gerektiğine inanan Rousseau’dan bahsediyorum.

 

18. Yüzyıl aydınlanma çağı Avrupa’sında Demokrasi anlayışının olgunlaşmasını sağlayan. Fikirleriyle Fransız devriminin kalbine giren. Egemenlik anlayışını yerleştiren. Çocuk eğitimi konusunda pedagojinin temellerini atan. Din anlayışı ile devlet anlayışını ayrıştıran ve dinin edinimlerini dünyevileştiren. Devletin dini olamayacağının altını kalın çizgilerle çizen ve şöyle seslenen Rousseau’dan bahsediyorum.

 

“Üstelik herkes istediği gibi düşünebilir, devlet buna karışamaz, çünkü öbür dünya üzerinde hiçbir yetkisi olmadığına göre, yurttaşların ileride başlarına gelecekler onu ilgilendirmez, bu dünyada iyi yurttaş olsunlar ona yeter.”

 

J.J.Rousseau’yu tanımak istersek, doğa gezilerine başlamamız ve uyanan tabiatın bin bir tür renklerini, hareketlerini, devinimlerini ve canlılığını sabırla, merakla takip etmemiz gerekir. Yine, J.J.Rousseau’yu tanımak istersek devrimler tarihine bir göz atmamız ve bakarken 1789 Fransız Devrimini, 1844 Avrupa Devrimlerini, 1871 Paris Komünü kalkışmasını, 1917 Sovyet Devrimini ve yine bizim tarihimiz olan 1919 Cumhuriyet kalkışması ve bir adım geri çekilemeyeceğimiz Cumhuriyet Devrimimizi görmemiz gerekiyor.

 İyi bir toplumun, özgür bir bireyin nasıl yetiştirilmesi gerektiğine cevap arayan ve bunun için eğitim planı öngören Rousseau demokratik siyasi hayata yurttaşlarını hazırlar. “Emile” eserinde, büyük bir sezgiyle devrimler çağının yaklaştığını haber verir. Çünkü çocukları nelerin beklediğini bilir ve onları uyararak eğitmek ister.

 

“Bugüne kadar devletler, sınıflar, servetler arasındaki farkı anlatmadım, yine de anlatmayacağın. Çünkü her devlette insan aynıdır. Zenginin midesi fakirinkinden daha büyük değildir, yediklerini de daha iyi sindirmez, efendisinin kolları köleninkinden daha uzun değildir, bir büyük adam bir halk büyüğünden daha büyük değildir. Kısacası insanın ihtiyaçları her yerde aynı olduğuna göre, bu ihtiyaçları karşılayacak şeyler de her yerde aynı olmak gerekir.

Toplumun bugünkü düzenine güveniyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki bu düzen kaçınılmaz devrimlere gebedir, hele çocuklarınızı neler beklediğini ne önceden bilebilirsiniz ne de önüne geçebilirsiniz. Büyük küçük olur, zengin fakir olur. Kaderin darbeleri o kadar az mıdır ki siz kendinizi bunlara uğramayacak sanıyorsunuz? Bir bunalım devletine, devrimler yüzyılına yaklaşıyoruz.”

“Emile” eserinden devam edelim. Önce bir dipnot bilgi gerekli sanırım. Eserin aslı “Emile ou de L’Education” ( Emile ya da Eğitim Üzerine ) adını taşır. Rousseau bu başlığın altına Romalı filozof Seneca’nın şu sözlerini ekler. “Bizim hastalığımız iyi edilebilir bir hastalıktır. İyiye yönelmek üzere yaratılmış olduğumuz için, kendimizi düzeltmek istersek tabiat bize yardım eder.” Bu sözlere sahip çıkan Rousseau “Yaratan’ın elinden çıktığında her şey iyidir” der. 

Kitap beş bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde çocuğun doğumundan beş yaşına kadar olan dönemde görmesi gereken eğitim ele alınır. İkinci bölüm 5-12, üçüncü bölüm 12-15, dördüncü bölüm 15-20 yaşlar arası eğitimdir. Emile bir erkek çocuktur ve yetişmiş, delikanlı olmuştur, Rousseau bu delikanlıya bir de eş yetiştirmek ister. Beşinci bölümde bu kız çocuğunun, Sophie’nin nasıl yetiştirilmesi gerektiğini anlatır.

 

Medeniyetin doğal insanı bozduğuna inanan Rousseau, medeniyet karşıtı olduğu gibi bir yanılsamaya maruz kalır, oysa ona göre amaç hiçbir zaman insanı medeniyetten koparmak, yeniden tabiat içindeki ilkel hayatına yöneltmek olamazdı.  Özgürlük ve eşitliğin yokluğunda yok olan yoksulların, geniş toprakları elinde bulunduran aristokratların topraklarında kimin için çalıştığını bilmeyen köylülerin ve kölelerin yok sayıldığı, aşağılandığı, çürüyen ve bozulan mutlak monarşi ve krallık yönetiminden tiksinerek böyle medeniyet olmaz olsun demektedir. Her şeye karşın doğal, saf ve temiz insanın yeniden düzeltilebileceğine o kadar içten inanır ki, inceleme ve çalışmalarını yıllarca bu konu üzerinde yoğunlaştırır ve çok kafa patlatır. Ve şu sonuca varır, bu yoğun çelişki ve açmazlar ancak ve ancak çocuklara verilecek yeni bir eğitim yöntemi ve modeliyle aşılabilir. Bu yeni eğitim anlayışı ve yaklaşımı çocukları medeniyetin kötü etkilerinden koruyup kollayacak nitelikte olmalı ki çocuklar topluma, devlete iyi birer yurttaş bilinciyle bağlı olsunlar.

 

“Emile hiçbir zaman hiçbir şeyi ezberlemeyecek, hayvan masallarını bile, ne kadar saf sevimli olurlarsa olsunlar La Fontaine masallarını bile ezberlemeyecek. Çünkü nasıl tarihi anlatan sözler tarih değilse, bu masallardaki sözlerde hayvan hikâyeleri değildir. İnsanlar nasıl bu kadar kör olabiliyorlar da bu masallardan çocuklar için ahlak dersi çıkarıyorlar? Bunlar onları eğlendirirken ahlakını bozar, çocuk yalanın büyüsü altında gerçeği göremez olur.

La Fontaine masallarını bütün çocuklara anlatırlar, içlerinden bir teki bile anlamamıştır, Anlasalardı daha da kötü olurdu, çünkü bu masallardan çıkarılan ders o kadar karışıktır ki, çocuğun yaşına o kadar aykırıdır ki, iyi huylar yerine kötü huylar aşılar.”

 

La Fontaine’in Karga ile Tilki masalını biliriz. Aşağı yukarı şöyle geçer, Tilki açtır ve bir av peşindedir, bir de ne görsün yanı başındaki ağacın yemyeşil yaprakları arasındaki dalda bir Karga ve gagasında da büyükçe peynir durmakta, ağzının suyu akar ve hemen bir plan kurar. Tilki Kargaya seslenerek nakaratına başlar, güzel tüylerinden ve şen şakrak sesinin güzelliğinden söz eder ve bu güzel sesi dinlemek isterim der. Karga kendinden geçer sevincinden, saçlarını olmadı, tüylerini bir bu yana bir o yana savurarak o güzel sesini tüm diğer kuşlara işittirmek için gagasını açar, açar açmasına da avı olan peyniri unutur ağzında ve peynir Tilkinin kucağına düşer ( Armut piş ağzıma düş misali ).  Tilki peyniri kapar ve zevkten dört köşe ötmeye devam eden Karga kardeşe şunu söyler. “Şunu bil ki bütün dalkavuklar kendisini dinleyenin sırtından geçinir.”  İşte burada karganın iyiliği aptallığa dönüşüyor. Yukarıdaki son söz genel kuraldır biliriz, ancak hiçbir çocuk bu sözleri anlayamaz derim.

 

Rousseau 18. Yüzyılın Hıristiyan din inanışının hangi mezhebinden olursa olsun İsa öğretisinin eğilip bükülmesine, varlıklıların çıkarlarına göre anlam katılmasına ve yoksullara, kölelere saflığından kaynaklı korku aşılayan hurafeleri vaaz eden soytarıca sofuların İsa adına din düşmanlığı yaptığına inanır. Çocuk eğitiminde din inanışı konusuna hiç değinmemesi, çocukların ruhunu, aklını ve beynini korumak isteğinden kaynaklıdır. Bu konuda şunları da söylemekten kendini alıkoymaz.

 

“Biliyorum ki okurlarım Emile’in ilk çağlarında kendisine dinden hiç söz açmamış olmama şaşırıyorlardır. On beş yaşındayken kendisinde ruh denen bir şey bulunduğunu bilmiyordu, şimdi on sekizinde de belki bunu öğrenmesi için yine erken. Çünkü vaktinden önce öğretmeye kalkacak olursam anlayamaması tehlikesi var…

İnsanı en kızdıran aptallığı anlat deseler çocuklara din dersi vermeye kalkan ukalayı anlatırım. Bir çocuğu deli etmek istersem, din dersini ezbere okurken ne demek istediğini anlatması için zorlarım.”

 

Rousseau “Toplum Sözleşmesi”ni “Emile” ile birlikte yazmıştır. Her iki eser de yazarın en ileri görüşlü, en cesur eserleri arasındadır. Bu iki eser aynı derecede şiddetli tepki görmüş, yasaklanmış ve yakılmıştır. Tepki, yasaklamalar ve yakmalar sürecinde Rousseau devletin kolluk kuvvetlerinden ve yobaz dincilerden sürekli kaçmak zorunda kalmış, birçok ülkeye sürülmüştür. Hıristiyan dininin mezhepleri arasında bulunan bir Protestan bir Katolik bir Protestan mezhebine geçmek zorunda bırakılmıştır.

 

Toplum Sözleşmesi teorisini kısaca tarif edersek, Rousseau’ya göre, devletin insan yapımı yasalar yoluyla oluştuğu ve bu yasaların da insanın doğal, tabii doğasından yola çıkarak temellendirilmesi anlayışına dayanır. Genel irade dediği egemenliğin kaynağı halkın kendisidir. Dolayısıyla kaynağını halktan alan egemenliği mutlak monarşiden ayırarak tam demokratik yasalar temeline oturtmuş ve egemenliği tam ve kesin olması kaydıyla yine halkla bütünleştirmiş, özdeşleştirmiştir. Bu egemenlik genel iradeyi temsil ettiğine göre, ortak çıkarlar ve kamu yararına yönelik olması kaçınılmazdır. Toplum sözleşmesinin aydınlığı tam da buradadır. Kamu yararını temel alması ve ortak çıkarlara dayanması, ortaklaştırmanın bir sosyal yaşan biçimine bürünmesi, yerleştirilmesi. Özgürlüğün eşitlikten doğması, eşitliğin olmadığı devlet ve toplum düzeninde özgürlükten bahsedilmesinin söz konusu olamayacağı yaklaşımıdır ki özgürlük, eşitlik, kardeşlik ülküsü sosyal ve siyasal devrimlerin bayrağı olmuştur.

 

Rousseau için özgürlük meşalesinin yanıyor olmasını sağlamanın yolu, toplumu oluşturan bireylerin her birinin bütün haklarıyla kendini topluma vermesidir. Bu durum her birey yurttaş için eşit olacağından hiç kimse bu durumu başkalarının menfaatine kullanamayacaktır. Bu toplum sözleşmesiyle devleti meydana getiren insanlar güçlü iradelerini birleştirirken, feragat ettikleri hak ve hürriyetlerini, devletten “medeni haklar” olarak geri alacaklardır.

“Öyle bir birlik şekli bulmalı ki kişiyi de, her ortağın mallarını da bütün olarak kuvvetle savunabilsin, koruyabilsin, bu birlik sayesinde herkes, bütün öbürleriyle birleşmekle birlikte yine de ancak kendi emrini dinlesin, yine de eskisi gibi “özgür kalsın” çözümü toplum sözleşmesinden beklenen temel sorun işte budur.

Toplum antlaşmasına göre herkes gücünden, malından, özgürlüğünden biraz fedakârlık edecektir ama feda edilecek şeyler ancak toplumun yararı için önemli olanlardır, nelerin önemli olduğuna da ancak egemen güç karar verecektir.”

 

Ayak direterek ayakta tutunabilen Mutlak monarşinin ve soysuzlaşan feodalizmin tasfiyesinin söz konusu olduğu bir mecrada, sınıfsal farklılaşmalar en üst seviyeye çıkmış demektir. Bu sınıfsal farklılaşmaları temsil eden Cumhuriyetçi burjuvazi, demokratik cumhuriyetçi küçük burjuvazi, sosyal demokrat proleter cumhuriyetçi partiler olarak görülür. Bu partiler arasında çok sert ve kesintisiz iktidara sahip olma mücadelesi vardır. Küçük burjuva demokratik cumhuriyetçi partinin kararsız kalması, geleceği belirleyecek ve kuracak “kurucu ulusal meclis” seçimleri için programlarının olmaması karşısında, Cumhuriyetçi burjuva partisinin ise bir program ve ideolojisinin olması. Bu sınıf ve partinin de burjuva demokratik devrimini gerçekleştirdiği hatırlandığında, 1789 Fransız Devrimi düşünüldüğünde Rousseau’nun Cumhuriyetçi burjuva sınıfına gereğinden fazla ideolojik hat ve program sunmuş olması “toplum Sözleşmesi” eserini tarihsel açıdan eşiz kılmaktadır.

 

Son söz olarak söylemek isterim ki karşılıklı anlaşma, antlaşma ve toplum sözleşmesi bir öpüşle imzalanır.

Mustafa Güneş Özkan

 

 

 

 

 

 

 


21/11/2024 Bugün694 ziyaret var  Sitede 36 Kişi var  IP:3.145.93.227