TİP’in Millet İttifakı’nın hemhal olmakta zorlandığı toplumsal rahatsızlık ve talepleri parlamentoyu, medyayı etkin bir şekilde kullanarak sosyalist bir hatta temsil etme çabası halk nezdinde azımsanmayacak bir karşılık buldu. Sonunda arzuladığı başarıyı yakalasın veya yakalamasın TİP’in bu konumu üzerinde düşünülmesi gereken nesnel bir vakadır. TİP’in bugünkü deneyimi; Türkiye’ye özgü bir sol iktidar stratejisinin sacayakları konusunda bir yeniden düşünme daveti içeriyor.
Geçtiğimiz ay Duvar’daki “Stratejisiz taktiklerin gürültüsü: Türkiye’de ana muhalefet” başlıklı yazıda bir iktidar stratejisinin iki unsurun varlığında mümkün olabileceğini ifade etmiştim. Birincisi nihai hedef olarak benimsenen belirgin bir toplum vizyonuna ya da hegemonya projesine sahip olmak. İkincisi ise bu hedefe ulaşmaya yönelik araçların mevcut güç dengeleri gözetilerek seçilmesi ve uygulamaya konulması. Bu doğrultuda AKP’nin bir iktidar stratejisi doğrultusunda hamleler yaparken Millet İttifakı altında birleşmiş gözüken “ana muhalefetin” tepkilerinin bir iktidar stratejisinden türemediğini, daha çok seçim taktikleriyle sınırı olduğunu söylemiştim.
Ana-muhalefetin bu strateji yoksunluğu karşısında ülkedeki sol/sosyalist muhalefetin içinde bulunduğu durum ve yapacağı hamleler önem taşıyor. Önümüzdeki seçimler, neticesi ne olursa olsun Türkiye için siyaset sahnesini bütünüyle etkileyecek yeni bir dönemin başlangıcı olacak. Bu yeni dönemde solun bir “seyirci” olma konumundan çıkarak müdahil bir özne haline gelmesi ancak bir iktidar stratejisine, bir yol haritasına sahip olmasıyla mümkün hale gelebilir. Bu açıdan solun yaklaşan seçimlerde ve sonrasına dair nasıl bir yol haritasına sahip olacağını şekillendirecek bir “strateji” tartışmasına ihtiyaç var.
STRATEJİ TARTIŞMANIN ZAMANI MI?
Ortada süreğen ve güçlü emek hareketinin olmadığı, mevcut rejime itirazı olan geniş kesimlerin beklentilerini yalnızca AKP iktidarının gitmesiyle sınırlı tuttukları, bu yüzden de umutlarını Millet İttifakı’nın göstereceği yeni adaya bağladıkları ve ayrıca radikal muhalefetin üzerinde yoğun bir baskının olduğu bir dönemde solun iktidar stratejisi üzerine bir tartışma yürütmeyi yersiz bulanlar olacaktır. Fakat böyle bir tartışmayı güncel ve zorunlu kılan gerek dünya koşulları ve gerekse de Türkiye’nin içinde bulunduğu “anın” özgül özelliklerinden kaynaklı pek çok etmen bulunuyor.
Esasında zaten bir iktidar stratejisi arayışı “sol siyasete” içkin bir özellik ve hatta onun varoluş koşuludur. En elverişsiz koşullar da bile bir iktidar perspektifine sahip olunmadığı yerde sol/sosyalist siyasetten de bahsetmek mümkün olmaz; stratejisi olmayan ama “solcu” olduğunu iddia eden bir topluluk bir “sosyal cemaate”, bir alt kültüre ve en iyi ihtimalle de bir “think-tank”e karşılık gelebilir. Zira ne sadece egemenlerin şiddetini ifşa etmek; ne sadece sosyalizmi savunmak ne de bir toplumsal kabarışın ortaya çıkmasını beklemek için sol siyasete ihtiyaç vardır. Bir iktidar stratejisi, “sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumu” istemek konusunda bir netliğe sahip olmanın, sosyalist bir toplumda insanların hangi sorunlardan kurtulacaklarını göstermenin ötesinde bir şeydir. Sol bir iktidar stratejisi söz konusu hedefe ulaşmaya yönelik mevcut zaman-mekânın özgül koşullarına göre tasarlanmış ve siyasi pratik içinde sürekli sınanmaya ve revize edilmeye açık bir yol haritasına, bir eylem planına sahip olmayı gerektirir. Sol siyaseti ve onun yapılarını lüzumlu kılan şey; mevcut anla, anın aşıldığı gelecek arasında bağ kuracak araçları ve yöntemleri tartışmak, hayata geçirmek, bunları denemek ve gerekirse “yenilgi” ihtimalini göze almaktır.
Nihai hedef ve buna yönelik bir siyasal eylem planından oluşan bir iktidar stratejisi şu beş hususta netleşildiğinde ete kemiğe bürünebilir diye düşünüyorum: Birincisi “anın” (momentin) yani mevcut zamanın ve yerin sosyalist bir siyaset için taşıdığı olanak ve sınırlılıklar konusunda netleşme. İkincisi, “anın” tahliliyle ilişkili olacak bir biçimde sol siyasetin öncelikle hangi “ölçekte” (küresel, ülkesel, yerel) yürütüleceğine dair bir netleşme. Üçüncüsü, “an” ve “ölçekle” ilişkili olacak şekilde hedeflenen devrimci dönüşümün öznesi, yani kitle tabanı konusunda netleşme. Dördüncüsü yine ilk üçüyle bağlantılı olarak sol siyasetin hangi sahalarda üretileceğine ve nereden taşınabileceğine dair netleşme (seçimler, parlamento, medya, sokak vb.). Beşincisi ise ilk dördünde yapılan tercihlere bağlı olarak, hedeflenen dönüşüme ulaşmak için zorunlu olarak geçilmesi gereken eşikler, ya da aşamalar konusunda netleşme. Sadeleştirerek şunu söyleyebiliriz: sol bir iktidar stratejisi, yani sosyalist bir dönüşüme yönelik yol haritası “an”, “ölçek”, “özne”, “araçlar” ve “eşiklere” dair bir düşünüş ve pratiğin içerisinden çıkabilir. Burada “düşünüş” ve “pratik” sözcüklerini özellikle yan yana getirdiğimi belirtmeliyim. Zira, bir sol iktidar stratejisinin dayandığı bu beş unsur ile ilgili yapılan tercihler, “anı” ifade eden koşullar niteliksel bir değişime uğradığında ve aynı zamanda sosyalist siyasi pratiğin “anda” yarattığı etkilerle gözden geçirilmek durumunda kalabilir. Bu da bir iktidar stratejisinin, donuk bir öğreti olmaktan ziyade dinamik bir düşünüş ve sınama sahası olduğu anlamına gelir.
'ZAMANIN' STRATEJİ TARTIŞMASI
İçinde bulunduğumuz dönemin küresel ölçekte geçerli bazı özel yönleri bir iktidar stratejisinin bu beş sac ayağı, yani an (moment), ölçek, özne, araçlar ve eşiklere üzerinde sol siyaseti yeniden düşünmeye zorluyor. Bu durum kapitalizmin içerisinde bulunduğu derin ideolojik, siyasi ve iktisadi krizin varlığında onun sınırlarında üretilmiş hegemonya projelerinin artık dikiş tutturamaması ve yarattığı yıkıcı sonuçların insanlığın gezegendeki varlığını tehdit edecek derecede kontrolsüz bir noktaya erişmesi, yani barbarlığın karşısında radikal bir kopuşun gerekliliğinin kendisini dayatması ile ilgili.
Aslında bir çıkış arayışının ifadesi olarak bir strateji tartışmasını son dönemlerde “zamanın ruhunu” çözümlemeye yönelik girişimlerde bulunan “sol akademyanın” üretimlerinin içeriğinde de görebiliyoruz. Dünyada sol entelijansiya, artık kendisini yalnızca geç kapitalizmin özgül dinamiklerini ve kapitalizmin yıkıcılığını ifşa etmekle sınırlamıyor; basbayağı kapitalizmi aşmaya yönelik somut dönüşüm stratejileri, geçiş programları ortaya koymaya yönelik çabalar sergiliyor. Stratejik düşünüşe birkaç çarpıcı örnek olarak 2019 yılında hayatını kaybeden Erik Olin Wright’ın son 15 senede kapitalizmden çıkışın yolunu, yordamını ayrıntılı bir şekilde tartışan eserleri, ya da en son örnek olarak Nancy Fraser’ın geçtiğimiz aylarda yayımlanan Cannibal Capitalism (Yamyam Kapitalizm) isimli kitabında kapitalizmin yıkıcılığını çözümleme çabasına eşlik eden bir sosyalist strateji arayışı örnek gösterilebilir. Bir iktidar stratejisi ya da geçiş stratejisi arayışının akademik sahayı bile tesiri altına aldığı bir dönemde sol siyasetin böyle bir sorunsala kayıtsız kalması düşünülemez.
Bir iktidar stratejisi üzerine düşünmeyi güncel olarak kışkırtan diğer bir husus da radikal sol söylemlerle kitlelerin desteğini alarak hükümet eden ya da hükümetlerin parçası olan sol popülist hareketlerin içerisine girdiği çıkmazdır. Yunanistan’da Syriza’dan başlayarak, Podemos’la devam eden ve Şili’de en son Gabriel Boriç’in hareketine kadar uzanan sol popülist hareketlerin, geniş bir kitle desteğine ulaşmalarına ve hükümeti ele geçirmelerine rağmen bırakalım sosyalizmi inşa etmeyi, “neoliberalizmi mezara gömme” hedefini gerçekleştirmekten bile uzak düştüler. Öte yandan, herhangi bir alternatif strateji ortaya koymaksızın bu deneyimlerin her birini “zaten yeterince sosyalist değillerdi” diye bir kenara atıp iman tazelemekle yetinmektense bu deneyimlerden yola çıkarak sol siyasetin hem belirli bir kitleselleşme eşiğini aşıp hem de radikal programını nasıl gerçekleştirebileceğinin yolları üzerinde düşünmek gerekiyor.
Bunun yanında, günümüz kapitalizminde işçi sınıfının, yani geçimini emek-güçlerini satarak sağlamak zorunda olan çoğunluğun karmaşıklaşan yapısı, her zamankinden daha çok parçalı bir görünüme sahip olması da sol siyaseti strateji üzerinde düşünmeye zorluyor. Örneğin mevsimlik bir tarım işçisiyle, bir plaza çalışanını, bir motokurye işçisi ile bir kamu çalışanını ortak bir mücadele gündeminde buluşturma ihtiyacı kendisini dayatıyorsa bu durum yalnızca sınıfın tanımı ve kapsamına dair kavramsal/teorik bir tartışmayı değil kitleselleşme yöntemlerine dair bir strateji tartışmasını davet eder.
Bir iktidar stratejisi üzerine diğer bir nesnel dinamik de iktidarı ele geçirmek gibi bir hedefi olmadığı halde siyasal ve ideolojik alanda kalıcı etkiler yaratabilen “toplumsal hareketlerdir”. Toplumsal cinsiyet, ekoloji ve etnisite/ırk ile ilişkili temalar üzerinden örgütlenen ve kitleselleşen bu “özerk” hareketler ile siyasal iktidar hedefine sahip sol siyaset arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği strateji tartışmasını koşullayan güncel bir sorun olarak öne çıkıyor. Kendileri bir sınıf hareketinin içinden çıkmasa da talep ve gündemleri sermaye düzeninin yeniden üretimi ile doğrudan ilgili olan ve bu açıdan da sınıf ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyecek bu hareketleri “kimlik siyaseti” torbasının içine sokarak sınıf siyasetinin karşısına yerleştirme kolaycılığından kaçınmak gerekiyor. Zira böyle bir bakış açısı; örgütlü sol siyasetin bu hareketlerin öne çıkardığı taleplerle nasıl ilişkilenmesi gerektiğine dair stratejik bir tartışmanın önünü tıkayarak, solu kendi içine daha da kapatma riskini beraberinde getiriyor.
TİP REALİTESİ VE STRATEJİ
Bu küresel eğilimler yanında Türkiye’ye mahsus yeni bir dinamiğin de Türkiye solu için bir strateji tartışmasını kışkırttığını düşünüyorum. Bu da bundan 6 sene önce kurulan ve yaklaşan seçimlere Emek ve Özgürlük İttifakı altında girecek olan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP’in) ülkenin muhalefet sahasında görece önemli bir etki gücüne erişmiş olması ve muhalif kesimlerde bir ilgi odağı haline gelmesi ile ilgilidir. Bunu TİP’in Gezi dönemecinin Türkiye toplumundaki etkilerini gözeten ve siyasi pratik içinde sınanmaya ve geliştirilmeye müsait bir iktidar stratejisine sahip olmasına bağlıyorum. Bu etki gücünün seçimlerde nasıl “nicel” bir karşılık bulacağını bilemeyiz. Fakat, Türkiye’de bir sol partinin sermaye düzeninin belirlediği makbul ideolojik sınırlara yanaşmadan sosyalizm fikrine uzak insanların bile sözüne kulak kabarttığı, itibar ettiği ve en önemlisi “özne” olarak kabullendiği bir konuma erişmesi en azından 2000’li yıllar için niteliksel anlamda yeni bir duruma işaret ediyor. TİP’in bu yükselişinin Türkiye solunu “strateji” üzerinde yeniden düşünmeye zorlayan bir realite olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. TİP’in Millet İttifakı’nın hemhal olmakta zorlandığı toplumsal rahatsızlık ve talepleri parlamentoyu, medyayı etkin bir şekilde kullanarak sosyalist bir hatta temsil etme çabası halk nezdinde azımsanmayacak bir karşılık buldu. Sonunda arzuladığı başarıyı yakalasın veya yakalamasın TİP’in bu konumu üzerinde düşünülmesi gereken nesnel bir vakadır. TİP’in bugünkü deneyimi; mevcut durumun sosyalistler için ne gibi olanaklar ve sınırlılıklar barındırdığı (yani “an”), ülkenin bütünündeki dinamikleri temsil etme hedefi taşıyan bir sol siyasetin dili ve yaklaşımı (yani ölçek), sosyalist hareketin gücünü alabileceği kitle tabanı (yani özne), sol siyasetin icra edildiği ve aktarıldığı parlamento ve sokak gibi sahalar (yani araçlar) ve sol siyasetin kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri (yani eşikler) konusunda, yani Türkiye’ye özgü bir sol iktidar stratejisinin sacayakları konusunda bir yeniden düşünme daveti içeriyor.
Cenk Saraçoğlu 27 Aralık 2022
Gazete Duvar
Cenk Saraçoğlu Kimdir?
1979 yılinda Tokat’ta doğdu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans derecesini tamamladıktan sonra, 2008 yılında Kanada’daki University of Western Ontario’dan sosyoloji alanında yüksek lisans ve doktora derecesini aldı. 2008-2012 yılları arasında ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü’nde, 2012- 2013 arasında ise Başkent Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmıştır. 2013 Aralık ayından itibaren Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalışmaktadır. Praksis dergisi yayın kurulu üyesidir.