Gün geçmiyor ki (klişe başlangıç yapmasını biz de biliriz!) ülkedeki ulusalcılar ya da Kemalistler veya Atatürkçüler liberallere giydirecek bir vesile bulmasın, fırsat yakalamasın…
Etme bulma dünyası derler ya bu da onun gibi bir şey. Oysa on yıl kadar önce durum tam tersiydi: “Gün geçmiyor ki liberaller Kemalistlerin ya da ulusalcıların tarihteki bir melanetini ya da güncel bir komplosunu ortaya çıkarıp gündem yaratmasın…”
***
“Arkadaş, önce kavramlarda anlaşalım!” diyenler çıkacaktır: Ne yani, “ulusalcılık”, “Kemalizm” ya da “Atatürkçülük” hep aynı şey mi? Sonra “liberaller” denip geçiliyor; bunun sağı, solu, hatta ortası yok mu?
Bu tür kavramlar ve aralarındaki ayrımlar konusunda anlaşmak mümkün olsa denerdik. Ama beyhude bir çaba olacağını bildiğimizden bu yazı bağlamında basitleştirici bir önerimiz olacak: Okur, “ulusalcılık”, “Kemalizm” ya da “Atatürkçülük” dendiğinde aklına ilk gelen kim oluyorsa onun temsil ettiği düşünceyi bunlardan biri (ya da hepsi) saysın. Aynı şekilde, “liberal” dendiğinde zihinlerde canlanan ilk kişi kimse o da liberalizmin temsilcisi sayılsın…
***
Ulusalcılarla liberaller arasındaki polemiklerde dikkat çekici bir özellik, bu iki kesimden her birinin zaman zaman sosyalizme atıflarda bulunmasıdır.
Bizce pek hayra yorulacak bir durum değildir. Bu durumu, sosyalist düşüncenin kendisinden kolay kopulamayacak bir çekim alanına sahip olmasıyla, sonuçta ulusalcıların da liberallerin de bir noktadan sonra bu düşünceye başvurma zorunluluğunu hissetmeleriyle açıklamak fazla iyimserlik olacaktır. Oysa (bugün için konuşuyoruz) Türkiye’de liberalizm denebilecek bir yönelim hiç ama hiç olmasaydı ulusalcılar sosyalizmin adını bile anma gereği duymazlardı. Aynı şekilde, ülkede belirli bir etkiye sahip “ulusalcılık” olmasaydı ara sıra Marksizm’e ve sosyalizme göndermede bulunmak tek bir liberalin bile aklına gelmezdi…
O zaman neden yapıyorlar?
Bizce nedeni basittir: Her iki kesimin de aslında sosyalizme “sempatisi” olmadığı gibi bu konularda fazla bilgisi de yoktur; her iki kesim de kendisi dışında ayrı bir düşünce sisteminin ve pratiğinin bu ülkede güçlenmesini istememektedir; yaptıkları da Marksizm’e ve sosyalizme yönelebilecek özellikle genç kuşaklara “Aradıklarının hepsi bizde var” mesajını iletmekten ibarettir.
Örneğin şöyle:
“Madem sosyalistim diyorsun, o halde anti-emperyalist olmak durumundasın; o zaman işte biz varız, daha ne duruyorsun…”
“Madem sosyalistim diyorsun, o zaman demokrasiden yana olman, zamanında hepimize çok çektirmiş otoriter, vesayetçi, bürokratik, monolitik, despotik, elitist, vb. anlayışlara karşı çıkman gerekir; e, biz de yıllardır hep bunları söylemiyor muyuz?”
***
Bir “ulusalcı”, “Kemalist” ya da “Atatürkçü” olarak Cumhuriyet yazarı Barış Doster’e haksızlık etmek istemeyiz. Ancak bir yazısında liberallere yüklenirken (Maskeli balonun liberal solcuları, Cumhuriyet, 19 Eylül 2020) söylediği bazı şeylerin insana “Bu konularda bir de kendi cephenize baksanız” dedirtmemesi mümkün değildir.
Doster’e göre liberallerin dillerinden özgürlük, demokrasi, insan hakları lafları düşmüyor; ama “üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerini konuşmayı sevmiyorlar.”
Öyle ya Doster’in temsilcilerinden biri olduğu düşünce yatıp kalkıp “üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerinden” söz etmekte, bunları dilinden düşürmemektedir!
Gene Doster’e göre liberaller “emek-sermaye çelişkisinde sermayenin yanında saf tuttuklarını”, “sınıf siyasetini değil kimlik siyasetini benimsediklerini” açıkça söylemeyip gizliyorlar.
Öyle ya Doster’in kendi cephesi emek-sermaye çelişkisinde ikirciksiz biçimde emeğin yanında saf tutmakta, tam tamına sınıf siyasetini benimsemektedir!
Doster’in kendisi ne kadar o “cepheden” ayrı yerde durmaktadır bilemeyiz; ama bunları duyan bir liberalin “Dinime küfreden bari Müslüman olsa” dese haklı olacağını söylemek zorundayız.
***
İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu gibi temsilcilerinden sonra Kemalizm’in Marksizm’le ve sosyalizmle ilişkileri iyiden iyiye şaibeli hale gelmiştir; burası bizce kesindir.
Bir de bir ihtimalden söz edelim:
Örneğin, Cihat Yaycı bir gün çıkıp “Mevzubahis mavi vatansa gerisi teferruattır” dese, “ulusalcı” cephenin mülkiyet ilişkilerini, emek-sermaye çelişkisini, sınıf siyasetini, vb. o teferruattan sayması sizce çok mu uzak bir ihtimaldir?
Metin Çulhaoğlu
İleri Haber 22 Eylül 2020