Yazı, HDP ile ilgili; bu partiye sosyalist soldan bir bakış olarak okunmasını ve öyle değerlendirilmesini diliyoruz.
Konuya girmeden, sosyalist solda yer alıp HDP’ye eleştirinin ötesinde aşırı mesafeyle ve düşmanlıkla yaklaşanlara bir çift sözümüz olacak. Çok kısa ve kestirme: 1) Sosyalist soldan HDP’ye düşmanca yaklaşanlar ve bu partiye yapılanlara ses çıkarmayanlar büyük bir ihtimalle “Bu kadarını bize yapamazlar” rahatlığı içindedir ya da 2) “Biz devleti bu kadar üstümüze çekecek işler zaten yapmayız” düşüncesindedir.
İkincisine söyleyecek sözümüz yok; ilki konusunda ise “biraz daha palazlanın görürsünüz” deyip geçiyoruz.
***
HDP’nin bugünkü konumuna, çizgisine, söylemlerine ve önerilerine bakıldığında yapılabilecek kritik bir tespit şu: HDP tek başına bir “ulusal sorun partisi” olmanın ötesini zorlamakta, bu sorunu çok daha genel ve kucaklayıcı bir demokrasi paradigmasına oturtmaya çalışmaktadır.
Bu demokrasi anlayışına “radikal demokrasi” deniyor ve biz de öyle kabul ediyoruz.
Demokrasiyle öteden beri sorunu olan bir düzen karşısında kim ne derse desin ciddiye alınması gereken bir konumdur. Nitekim HDP bugün “demokrasi mücadelesi” denilen uğraşta aldığı oyun ötesinde ön plandaki aktör durumundadır. HDP’nin bugünkü en “somut” ve “güncel” tezleriyle talepleri liberal demokrasi çerçevesinde kalsa bile partinin demokrasi anlayışının liberal demokrasi sınırlarının ötesine geçtiğini, bu anlamda “radikal” özellikler taşıdığını biliyoruz.
Sırasıyla söyleyeceklerimiz de bu “radikallikle” ilgili olacak.
***
Birincisi: HDP kendi bütünlüğüyle sosyalist olsun, sosyalizmi savunsun dediğimiz yok; ancak, tanımında ve karşılığında hangi tenzilata gidilirse gidilsin gerçekten “radikal” denebilecek bir demokrasiyi Türkiye gibi bir ülkede devrim olgusu dışında düşünmek mümkün değildir. Türkiye’de (artık çok güçleşmiş olmakla birlikte) devrim olmadan da belirli alanlarda “demokratikleşme” yaşanabilir; teorik olarak mümkündür. Ne var ki mümkün olanın aynı zamanda “radikal” olması hiç mi hiç mümkün görünmemektedir.
İkincisi: Yalnızca HDP değil solda yer alan her kesimin bir gerçeği görmesi gerekir: 1990’ların başında reel sosyalizmin çöküşünün hemen ardından “Bundan sonra dünya ve sol şöyle olacak” diye söylenenler, reel sosyalizmin kendisinden çok daha çabuk eskimiştir. Eskimiş olanlara “Avrupa Birliği demokrasisini” de katabiliriz. AB demokrasisinin ötesi düşünülüyor ve Türkiye deniyorsa da yukarıdaki birinci maddeye yeniden bakılmalıdır.
Üçüncüsü: Ancak köktenci bir devrimin ardından, üstelik devrimin belirli bir oturmuşluğa ulaşmasından sonra gündeme gelebilecek, belirli bir coğrafi bölgenin ötesinde ülkenin bütününün yönetimiyle ilgili düzenlemeler (federalizm, eyalet sistemi, ademi merkeziyetçilik, yerel özerklik, vb.) sadece “demokrasi” bağlamında düşünülüyorsa yukarıdaki birinci maddeye bir kez daha dönülmesini öneririz. Bunlar demokrasinin ötesinde bir “devrim” adına öneriliyorsa da önerimiz bu kez ikinci maddeye yeniden bakılmasıdır.
Dördüncüsü: Bir toplumun, adına devrim de diyebileceğimiz köktenci bir dönüşüm öncesinde, bu dönüşümün önkoşulu sayılacak toptan bir katarsis (arınma) yaşaması mümkün değildir. Daha açık yazalım: Türkiye’de, 1919-1922 arasında verilen mücadeleyi ve ardından gelen cumhuriyeti, onun en azından belirli hamlelerini kafasından tamamen silmiş reddiyeci çevreler olabilir; ama köktenci dönüşüm, giderek devrim deniyorsa bunu sağlayacak kritik kütlenin böyle bir “arınma” yaşamasını beklemek tam tamına hayalciliktir.
***
Son bir not ekleyip bitirelim:
HDP “radikal demokrasi” çizgisini ister salt demokrasi adına sürdürsün ister partideki solcular bu demokrasiyi aynı zamanda bir tür “sosyalizm” adına savunsun, sosyalistlerin bu partiye çok uzaklardan ve sanki “rakipmiş” gibi bakmalarının hiçbir anlamı yoktur.
Herkes rahat olsun: “Radikal demokrasi” olabilir; ama güzergâhta son duraktan önce böyle bir ara durak olmadığını, olamayacağını en iyi sosyalistlerin bilmesi gerekir.
Metin Çulhaoğlu
İleri haber 20 Haziran 2020