Türkçe



PDF indir

 

 



ÇILGIN PROJE KANAL İSTANBUL

1098 kez bakılmış
18 Aralık 2019
19:56
Çılgın Proje Kanal istanbul ve Boğazlardan Güvenli Geçiş Meselesi: 2001 Yılında İstanbul  Boğazı’ nın  her iki yakasında sekiz adet otuz metre yüksekliğinde, tavan çapı on iki metre olan radar kulesi kurulması kararı alınmıştı. 
Açıklanan resmi gerekçe; ‘’Boğazların güvenliği sorunu’’ idi. Amaç; boğazlardan geçen yanıcı ve kimyasal madde taşıyan gemileri radar sistemiyle  takip etmek ve yönlendirmekti. 
Yerleştirilmesi düşünülen radar kulelerinden bir tanesi de Kanlıca meydanında ki parkın içiydi. Mimarlar Odası, İstanbul Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve bu radar kulelerinin kurulmasına karşı çıkan İstanbul’un ve Boğaziçi’nin korunmasını savunan duyarlı yurttaşlar karşı çıktılar. Ama en radikal ve sert bir tavırla karşı çıkanlar Kanlıca halkı oldu. Eylem ve protestoların devam ettiği o günlerde bizler yetkili emniyet görevlilerince açıktan tehdit edildik. 
 
Mimarlar Odası ve Kanlıca’ da yaşayan bizler yargıya başvurmamıza rağmen bir sonuç alınamadı ve sonunda radar kuleleri Kanlıca’ da ki direniş kırılarak yerleştirildi. 
Bizler parkımızdaki asırlık çınar ağaçlarının kesilerek radar kulesi yapılmasına karşı çıktık. Aynı zamanda, kulelerin yaratacağı betonlaşmaya ve görüntü kirliliğine de karşı çıkıyorduk. O gün için çok fazla anlaşılamayan ama bizim bilince çıkartmaya çalıştığımız radarın yayacağı ‘’elektromanyetik’’ dalganın burada yaşayan ve çalışan insanların sağlığına olumsuz etkileyecek olmasıydı. 
 
Ayrıca ve bana göre, en önemli karşı çıkış gerekçelerimizden birisi de; boğazlardan güvenli geçiş sağlayacağı söylenen bu sistemin yetersiz ve gereksiz olmasıydı. Proje Amerika’nın Lockheed Martin firmasına verilmişti. Kulelerin inşaatını ise çok milliyetçi bir partinin önde gelen inşaat müteahhitlerinden birisine verilmesiydi. 
Biz daha politik duyarlılığı yüksek arkadaşlarla nasıl engel olacağımızı tartışırken meydanda bulunduğumuz bir akşam iş makinalarını ve kepçeyi Kanlıca meydanına soktular. Yanımda ki bir arkadaşım, ‘’ne yapacağız?’’ diye bana sordu. Ben de; ‘’kepçenin önünde duracağız, faaliyetini engelleyeceğiz. Bizi ezmeyi göze alamazlar’’ dedim. Öyle de yaptık ve iş makinalarının çalışmasını engelledik. 
 
Sonrasında eylemler, toplantılar, basın açıklamaları ve protestolarla kamuoyunun ve Kanlıca halkının duyarlılığını ve tepkilerini ortaya koyduk. Özellikle Kanlıca’ lı gençler ve kadınlar bu eylemlerin en etkin gücüydü. 
Gençler kulenin yapılacağı ve asırlık ağaçların kesileceği alanı halktan izole etmeye ve gizlemeye çalışan duvar panellerini yerle bir ettiler. Kadınlar ağaçlara sarılarak iş makinalarını engellediler. 
Sonrasında bir bildiri ve basın açıklaması hazırlanması gündeme geldi. Ben ve akademisyen bir arkadaşım görev aldı. Ben başta belirttiğim gibi kirlilik ve doğaya saygıyı gözetmekle birlikte konunun politik yönünü de ortaya koyan ve deşifre eden bir metin kaleme aldım ve sundum. İçerik olarak; Lockheed Martin firması kirli bir Amerikan firmasıydı, Şili başta olmak üzere karşı devrimci darbe düzenleyen ve birçok ülkede rüşvet dağıtan ( Türkiye ve Japonya’da açığa çıkmıştı ) Amerika’nın istemediği iktidarları devirmede rol üstlenen bir silah şirketiydi. Kurulması düşünülen bu sistemin kimyasal ya da nükleer madde taşıyan gemilerin güvenli geçişini sağlayamayacağını ve engelleyemeyeceğini Montrö Anlaşması’na da göndermede bulunarak ifade ediyordu. Fazla sert ve politik bulunarak ret edildi ve şu içerikte bir metin ortaya konuldu:
 
‘’ Bir zamanlar mehtap seyretmeye, bülbül sesi dinlemeye gelinen Boğaz’ın bu şirin kıyısına, Meşhur Kanlıca Yoğurdu’ nu yemeğe gelenleri hayal kırıklığına uğratmamak için İstanbul halkından destek bekliyoruz ‘’ içerikli metin kamuoyuna sunuldu. 
Sonunda bilindiği gibi bütün direniş ve tepkilere rağmen beton kazık Kanlıca’ nın tam kalbine Mimar Sinan’ın eseri Kanlıca Camisi’nin tam yanı başına çakıldı. Bu süreçte dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı ( Ali Müfit Gürtuna ) ve Beykoz’un o zaman ki sözde demokrat belediye başkanı konuya duyarsız kaldılar. Baskılar devam etti ( bu projenin yürütücüsü olduğunu ifade eden ) sivil kişilerce dar ölçekli, sınırlı sayıda kişilerin katıldığı ve Kanlıca’ lı iki akademisyen arkadaşımızın evinde bir toplantı yapıldı. O toplantıda devlet adına konuşan kişiler bu projenin ‘’ devlet projesi ‘’ olduğunu ve ne pahasına olursa olsun projenin yapılacağını ifade ettiler. 
İkna olmamıştık. Bizlerin eylemleri ve karşı çıkışları devam etti. Sonrasında aktivist kadın arkadaşlarımızdan bazılarını tutuklayarak ve ciddi oranda bir güvenlik gücü yığarak eylemi kırdılar. Ancak, tarih bizi haklı çıkardı ve daha yakın zamanda bir gemi Kanlıca kıyısında ki tarihi bir yalıya girerek ciddi hasar verdi. Sistem bu türden kazaların olmasını engelleyemiyordu. Çünkü proje birçok zaaf taşıyordu. Biz de zamanında bunu ifade etmiştik.
 
Şimdi adına ‘’ Kanal İstanbul ‘’ denilen proje yine aynı gerekçe ile ‘’ Boğazlar’ ın güvenliği ve güvenli geçiş ‘’ tekrar gündeme getirildi. Ve oldukça hararetli bir tartışmaya konu oldu, olmaya da devam edecek gibi görünüyor. 
 
Son olarak belirli bazı noktalara dikkat çekerek yazıyı bitirmek istiyorum:
Bu proje torba yasaya konulmuş, yap, işlet, devret modeli ile uygulanması hükümetçe kararlaştırılmıştır. Ciddi bir kredi ve faiz ödeme yolu ile çözülmeye çalışılmaktadır.
Bu projeye rant ve talan yaratacağı için karşı çıkmak lazımdır. Sadece Katar emirinin annesinin arazi alması değil projenin uygulanacağı alan Master Planı önceden açıklandığı için yandaşlar rant elde etmek amacı ile arazi satın almışlardır ve hükümetin üzerinde bu kesimlerin bir baskısının olduğu açıktır. Sözde ‘’ mega proje ‘’ de ısrar etmenin bir nedeni de bu olabilir.
 
Bilim insanları projenin yaratacağı Ekolojik sorunları ve sonuçları değerlendiriyorlar; su varlıklarının zarar göreceği, tarım alanlarının yok olacağı, hava kirliliğine yol açıp, fay hattının yanı başında olması sebebiyle risk oluşturduğu, Karadeniz ve Marmara Denizi’nin dengesini bozarak deniz eko sistemine zarar vereceğini ifade ediyorlar. Ciddiye alınmalıdır.
 
Kanal açmanın bir Amerikan projesi olduğu, emekli amiraller tarafından iddia edildi. Montrö Anlaşması’na göre; Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin askeri gemileri önceden izin almadan geçemiyorlar. Bu ABD’yi kızdırıyor. Bu yüzden Ukrayna ve Gürcistan’a rahat müdahale edemediler. ABD’nin istediği Karadeniz’i savaş alanına dönüştürmektir.
 
Tarihi bir hatırlatma ve göndermede bulunmak istiyorum. Biliniyor boğazlardan geçiş ve yetki meselesi 1923 de Türkiye’yi de sınırlar bir içeriğe sahipken 1936 da Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin müdahalesiyle durum Türkiye’nin lehine çevrilmiştir. Eğer Amerikan donanması Karadeniz’de konumlanırsa Karadeniz bir ‘’ barış gölü ‘’ olmaktan çıkacak ve Sovyetler’ in güvenliğini tehdit edecektir. 
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri de biliyorlar ki; Karadeniz güvenli tutulmazsa Anadolu’ da elden gidecek. Çünkü saldırı tehdidinin olmadığı tek sınırımız; Karadeniz ve Sovyetler ile olan sınırımızdır. 
 
Milli Mücadele yıllarında 1917 Ekim Devrimi ile Dünyada ki ilk işçi, köylü devletini kuran Lenin ve arkadaşları Rus İmparatorluğunun yaptığı anlaşmaları iptal etmiş, Rus askerlerini bu topraklardan çekmiş, esir Türk askerlerini serbest bırakmıştır. Sovyetler’ in bu adımları öyle olumlu ve hayranlık uyandıracak sonuçlar doğurmuştur ki; ‘’ Moskof Düşmanlığı ‘’ yerini Sovyetler’ e sevgiye dönüştürmüş. Hatta ülkemizin birçok yerinde ‘’ şura ‘’ ve ‘’ Sovyetler ‘’ kurulmuştur. Aynı dönemde askeri danışmanlık, altın ve silah yardımları milli mücadelenin başarılı olmasında önemli bir katkı sağlamıştır. Genç Sovyet yöneticileri milli mücadele önderlerinin, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bir burjuva devrimi ön gördüklerini biliyorlar kuşkusuz ama İngilizler’ in ve diğer emperyalist ülkelerin komşuluğu yerine Anti-Emperyalist bir tutum alan Mustafa Kemal ve arkadaşlarını tercih ediyorlar. Tabi ‘’ tek ülkede sosyalizmin ‘’ yaşaması için de. 
2001 de yaşadıklarımı anlattım. Radar projesinin ‘’ devlet projesi ‘’ olduğu ısrarla bize söylenmişti. Şimdi öyle anlaşılıyor ki; ‘’ Kanal İstanbul ‘’ çılgın projesi bir devlet projesi değil. Eğer öyle olsaydı Devlet Bahçeli daha önce bu projeye ‘’ soygun projesi ‘’ demezdi. Şimdiler de ise mesafeli durmazdı. Doğu Perinçek ise ‘’ vatan savunması ‘’ gerekçesi ile karşı çıkmazdı. 
Hep birlikte göreceğiz…
 
Son söz: Günümüzde Ekolojik yıkım, Tarım ve Hayvancılığın bitirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve diğer sömürü ve eşitsizliklerin yakıcılığı artıyor. Eğer sosyalizm bu ülkede kitlesel bir güce ulaşacak ve güçlü bir iktidar alternatifi olacaksa günümüze damgasını vuran bu türden sorunlara yanıt üretmek ve taraf olmak zorundadır. 
 
 
Uğur ÖZDEMİR
 
18 Aralık 2019

21/11/2024 Bugün689 ziyaret var  Sitede 35 Kişi var  IP:52.14.209.100