“Bu muhalefete güvenilebilir mi?” sorusuna verilecek cevap doğrudan “Hayır, asla güvenilemez!” olacaktır elbette. Söz konusu olan bir burjuva muhalefetse ve başlıca amacı doğrudan veya dolaylı olarak büyük sermayenin tarihsel ve toplumsal çıkarlarını savunmaksa bir sosyalistin, hele ki devrimci olma iddiasındaki bir sosyalistin bu soruya olumlu bir cevap vermesi mümkün değildir. Bütün bunları bilmeme rağmen böyle bir soruyu neden sorduğumu yazının ilerleyen bölümlerinde anlatacağım, ama önce sorunun bağlamını biraz açayım.
Konu, son yerel seçimlerde sosyalist solun saflarında ortaya çıkan birbirinin zıddı tutumlardır: Bazı yerlerde kendi adayına oy verenlerin dışında, ağırlıklı olarak bir kısım sosyalist, yeni rejimi (Saray rejimini!) geriletmek amacıyla en azından bazı kritik merkezlerde CHP adaylarına oy verilmesini savunurken, başka bir kısım sosyalist, burjuva partilerine oy verilemeyeceği gerekçesiyle seçimleri boykot (veya “boş oy”) çağrısı yapmıştır.
İlk eldeki sonuçları bir yana, Türkiye açısından orta ve uzun vadedeki muhtemel siyasi ve toplumsal sonuçlarına, İstanbul’un kaybının rejim açısından yarattığı maddi- manevi hasara ve iktidarın yaşadığı ciddi travmaya bakıldığında başta İstanbul olmak üzere bazı kritik illerde boykota gidilmeyip CHP adaylarının desteklenmesi “politik” ve “taktik” açıdan doğru bir tutum olmuştur. Zaten “öznel koşullar” da daha fazlasına izin vermemekteydi. (Burjuva muhalefetin siyasi sınırları, amaçları, hazırlık ve cesaret düzeyi, kitlelerin onlardan kopmamış olması, bilinç ve örgütlülük düzeyleri, sosyalist hareketin durumu vb.)
Ancak özellikle İstanbul’daki “tekrar seçim” sürecinde CHP’nin sol kanadının bile sözünü ettiği bir boykot “taktiği” de, pek çok riski içermesine rağmen, başarılması halinde yeniden seçimin yol açtığı demokratik kitle seferberliğinden çok daha ileri, hatta “ön devrimci” bir duruma yol açabilirdi. Ancak sandığa gitmekten daha fazlasına izin vermeyen aynı öznel koşullar boykot “taktiği” için de geçerliydi.
Sonsuz bir tartışma, ama…
Bu noktada, her iki “taktiği” de başta “devrimci sonuçları” olmak üzere çeşitli yönleriyle ele almanın mümkün olduğu görülüyor. Hatta yukarıda özetlediğimiz özellikleri, olurlukları- olmazlıkları, kazandıracakları-kaybettirecekleri üzerinden sonsuz bir tartışmaya bile girilebilir. Birilerinin imkânsız” olarak gördüğü şeyde başkaları çok büyük imkânlar keşfedebilir. Birilerinin hayalperestlik ve kurgu olarak değerlendirdiği bir tutum, diğerleri için gerçekliğin ta kendisi olabilir.
Neticede sosyalist solun “seçimlerde tavır” üzerine bazen kıran kırana sürdürdüğü tartışmaların (Ki bu neredeyse sonsuz bir tartışmadır!) hükmü, doğru bir tartışmanın sağlayacağı teorik-politik bütün eğitici yararlara rağmen, nesnelliğin çok gerisindeki öznel koşullarla sınırlı. Tabii, sorun bundan ibaret olsa iyi; çünkü sosyalistlerin seçim tartışmalarını “tuhaf” hale getiren bir başka sorun daha var. Bazen çok üst perdeden, hatta “kibirli” bir ifadeyle sürdürülen tartışmanın tarafları, “politika” ve “taktiklerini” kendi kitlesel güçleri, toplumsal ağırlıkları, önderlik edebildikleri kitle seferberlikleri üzerinden değil, burjuva muhalefetin ve bazı durumlarda Kürt siyasi hareketinin kitlesel güçleri üzerinden önerme durumundalar!
Durum ve hali pür melâlimiz..!
Burada cevabını bile bile “Bu muhalefete güvenilebilir mi?” sorusunu sorma nedenimi açıklayayım: Aksi yöndeki bütün eylem ve söylemlere rağmen, var olan gerçek durumun ve elbette “hali pür melâli”nin bir sonucu olarak sosyalist sol, politik alanda, özellikle de “demokrasi” konusunda fiilen burjuva muhalefete bağımlı, hatta muhtaç haldedir! Sandığa gidilse de, boykot çağrısı yapılsa da gerçek durumumuz ne yazık ki budur!
Bu noktada, emekçi kitlelerin olağan koşullarda burjuva kitle partilerini desteklemesinin normal olduğu, zaten sosyalistlerin işinin bu durumu önce derece derece sonra da köklü biçimde değiştirmek olduğu söylenebilir. Elbette burjuva partilerinin çekim alanındaki emekçi kitlelerin kazanılmasının çok zorlu mücadeleleri gerektirdiği gerçeğini görmezden gelemeyiz. Çok uzun süredir, nesnellik aksini dayatıyor olsa da, işçi sınıfının, emekçilerin büyük çoğunluğunun bırakın burjuva muhalefeti, çok büyük oranlarda, son derece gerici ve emek düşmanı bir burjuva iktidarını desteklediğini biliyoruz. Derin ekonomik krizin ve hızla çürüyen iktidarın her konudaki başarısızlıklarının etkisiyle bu destek ciddi biçimde erimeye başlasa da bunun kendiliğinden, sosyalist solun, devrimci sosyalistlerin hanesine yazılmayacağı ortadadır. Yani “politika” ve “taktiklerimizi” kendi öz güçlerimiz üzerinden yürürlüğe koyabilmemiz için, gittikçe daralan bir zaman içinde, yapılması gereken çok fazla şey vardır. Bunların başarılamaması halinde, aksini iddia etsek de, bilinmeyen, öngörülemeyen bir süre boyunca ülkenin geleceği ve emekçi kitlelerin kaderi (Ve elbette kendi kaderimiz) konusunda nesnel olarak burjuva muhalefete tabi olunacak, bu anlamda onlara “güvenmek” durumunda kalınacaktır! Fiili gerçeklik budur…
Olmayanlar: Strateji, taktik, politika…
Dikkat edildiyse “politika” ve “taktik” sözcüklerini bizim cenahla ilişkileri bağlamında “tırnak” içinde kullanıyorum. Bunun bir nedeni var: Bu kavramlar “fi tarihinden” beri sosyalist sol açısından gerçek anlamlarını kaybedip “ilkelerin” ardına saklanan birer mecaz durumuna gelmiştir.
Taktikler ve politikalar konusundaki sorunumuz, çok sıkı bağlarına rağmen sadece kitlelerin sosyalistlere olan teveccühü ile sınırlı değildir. Kitlelerle sosyalist sol arasındaki büyük “boşluk” ortada çok ciddi sorunların olduğunu göstermektedir. Çok ama çok uzun yıllardır “taktikler” ve “politikalar” üzerine bunca laf edilip bunca tartışma ve kavga yaşanmış olsa da, Türkiye sosyalist solunun, ulusal çapta ve gerçekten etkili taktiklerinin, böyle bir taktik anlayışının ve de politikalarının olmadığını söyleyebiliriz. Bunun nedeni sosyalistlerin bugünkünden çok daha güçlü oldukları, hatta kitleleri etkileyebildikleri, onlara zaman zaman yön verebildikleri uzak geçmişte bile bir iktidar stratejisine ve gerçek bir mücadele programına sahip olmamalarıdır! Gerçek manada bir siyasi taktiğin ve yine gerçek manada bir politikanın olabilmesi için gerçek manada bir siyasi stratejinin ve elbette bu anlayışa uygun somut talepler içeren bir mücadele programının varlığı şarttır. Yani ortada bir strateji yoksa taktik de yoktur! (Aynı şey programla politika arasındaki ilişki için de geçerlidir.) Burada sözü edilen genel tarihsel ve soyut stratejiler değil, “Devrimin güncelliğini” esas alan; bir mücadele planını ve en önemlisi somut bir mücadele programını içeren, ülkenin tarihsel, toplumsal ve sınıfsal gerçeklerine, sınıf mücadelesinin yasalarına uygun olarak bir dizi esnek taktikle desteklenen ve iktidarı almayı amaçlayan bir stratejidir.
Örneğin Lenin’deki “devrimin güncelliği” ve (örgütsel anlamının da ötesinde) “Ne yapmalı?” düşüncesi, dünyanın ve Rusya’nın gerçek gidişatını esas alan, sürekli geliştirilen bir planı, programı ve sağlam ilkelere dayalı esnek taktikleri kapsayan böyle bir stratejik anlayışa dayanır. Bu, kitlelerin gündelik mücadeleleri içinde kazanılmaları; emekçilerin her eylemlerinde ve eylem içindeki her örgütlenmelerinde, o andaki siyasi fikirleri ne olursa olsun (Dinci, faşist, sosyal demokrat, tarafsız…) destekçisi oldukları burjuva partilerinden “pratik olarak” kopartılabilmesi için olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır.
Hesap günü gelmeden…
İşçi sınıfının devrimci partileri kendilerini esas olarak devrimci kitle seferberlikleri içinde inşa ederler. Ancak kitle seferberlikleri pek çok umut yaratsalar da bu partilerin yararına otomatik sonuçlar üretmezler. “Hesap günü” gelmeden önce çok yönlü hazırlıkları yapılmış başarılı bir devrimci müdahale olmadığı sürece, emekçi kitleleri, en yaygın sınıf seferberliklerinin ardından bile (üstelik en iyi ihtimalle!) patronların demokrasisinin ve o “demokrasiyi” temsil eden partilerinin yörüngesinde kalacaklardır. Tabii, bir burjuva diktatörlüğünün darbeleri altında darmadağın edilmedilerse veya büyük bir hayal kırıklığıyla dinci veya faşist partilerin etkisine girmedilerse!
“Başkalarının kitlesi” üzerinden değil de, “kendi kitlemiz” üzerinden gerçek manada siyaset yapmak, gerçek taktikler üretmek; bağımsız bir sınıf hareketine içeriden seslenebilmek için gerçek ve güncel bir stratejiye, yani gerçek ve güncel bir iktidar hedefine ve bir “hükümet formülasyonuna” ihtiyaç vardır. Zamanın hızla daraldığı bir tarihsel dönüm noktasında “Bir şey yapmalı!” veya “Bir gün mutlaka!” noktasından “Ne yapmalı?” noktasına geçmek gerekmektedir. Bazı şeyleri, tırnak içine alınan soyutlamalardan somut gerçekliklere dönüştürmenin başka bir yolu yoktur. Bunu başardığımızda seçimler veya başka mücadelelerle ilgili “taktik” ve “politika” tartışmalarımızın da gerçek bir anlamı olacaktır. En önemlisi de “Burjuva muhalefetine asla güvenilemeyeceğine” ilişkin beyanlarımız gerçekten tutarlılık kazanacaktır.
Hakkı Yükselen
Yalansız 12 Temmuz 2019