İnsan bugün Türkiye'ye baktığında bir yıkım ile gelişmeyi aynı anda görebiliyor. Gelişme bu ülkenin asıl zenginlik kaynağı olan emekçileri, yıkım ise bu insanları sömüren asalaklarla ilgili...
Türkiye'nin sanayi yapısı örneğin. Türkiye'de patronların tercihleri nedeniyle dışa bağımlı bir üretim yapısı var. Ama öte yandan bu memleketin emekçisi, mühendisinden çırağına kadar gayet nitelikli ve kurulu üretim gücü aslında bu nitelikle doğrudan bağlantılı. Türkiye üretim ilişkileri değişip asalak patronlar devre dışı bırakıldığında hızla atağa kalkacak bir endüstriyel güce sahip.
İnşaat sektörü mesela... Bugün yine zenginlerin açgözlülükleri nedeniyle verimsiz, halkın zararına işler yapan bu sektör başka bir açıdan bakıldığında tüm Türkiye'ye yaşanabilir, konforlu konutlar sunabilecek gelişkinlikte.
Tarım ve hayvancılığın büyük bir yıkıma maruz bırakıldığı doğru. Ancak teknolojik gelişmeler ve insan kaynağımız düşünüldüğünde Türkiye tüm nüfusunu en uygun ve doğru şekilde besleyebilecek potansiyelde bir ülke.
Evet, eğitim piyasa ve gericiliğin kıskacında can çekişiyor. Çocuklar özel okullarla imam hatiplerin arasında bir tercihe zorlanırken üniversitelerin bilimsel niteliği her geçen gün kötüye gidiyor. Ama Türkiye, bilimsel bir müfredatla her çocuğuna, tüm gençlere eşit ve bilimsel eğitim sunabilecek insan kaynağına da, maddi araçlara da sahip hale kısa sürede gelebilir.
Bugün, devlet hastanelerinde bir tıbbi görüntüleme için bir yıl sonrasına gün alıyor, doğru hekime ulaşmak için akla karayı seçiyor olabilirsiniz. Ama açıkça yanlış yönetilen bu alan da, herkese eşit ve parasız sağlık hizmeti verebilecek hale dönüştürülebilir. Sağlığın maddi altyapısı da, sağlık emekçilerinin niteliği de buna uygun.
Ulaşım, iletişim ve başka örnekler de farklı değil... Yeter ki tüm bu alanlar kamu mülkiyetini esas alan bir dönüşümden geçirilsin ve doğru yönetilsin.
Türkiye doğru yönetilmiyor çünkü Türkiye'yi patronlar ve onların temsilcileri yönetiyor. Türkiye'nin tüm olanakları bir avuç insanın çıkarları için kullanılıyor, ülkede üretilen zenginliğin büyük, neredeyse tamamına yakın kısmı aynı insanlar tarafından paylaşılıyor. Bu zenginlik aslında öyle büyük ki, nüfusun geriye kalanı, yani bizler, arta kalanla yaşamaya devam ediyoruz. Elbette buna yaşamak denirse...
Böyle yaşamak zorunda değiliz.
Türkiye'nin insani ve maddi altyapısı büyük bir değişim için hazır. Türkiye'de herkes hiçbir gelecek kaygısı duymaksızın bir işte çalışabilir. Tüm yurttaşlar eşit ve parasız sağlık ve eğitim hizmeti alabilir. Çocuklar ve gençler için endişelenmemize gerek kalmayabilir. Barınma ve konut edinme bir sorun olmaktan çıkabilir. Herkes her yıl yurtiçinde istediği bir yerde hiç düşünmeden tatil de yapabilir ve yine herkesin arada sırada akşamları dışarda dostları ve sevdikleriyle yemek yeme lüksü de olabilir.
Hayal mi? Türkiye'nin şu anki koşullarında hayal gibi görünebilir. Çünkü bunları hayata geçirecek olanak ve zenginlikler patronların elinde.
Ama aslında yine aynı olanak ve zenginlikler düşünüldüğünde son derece gerçekçi ve ulaşılabilir hedefler bunlar. Türkiye'yi tüm zenginlikleri üretenlerin yönettiği koşullarda hiçbir hedef zor veya ulaşılamaz değil.
Sosyalizm için yapılamaz tartışmaları o kadar geride kaldı ki... Bugün tüm sektörlerde özel mülkiyete son veren bir anlayış ve teknolojinin tüm olanaklarından faydalanan doğru ve etkin bir planlamanın yardımıyla insanların yalnızca temel ihtiyaçlarını değil çok ötesini eşit ve parasız karşılayabilecek durumdayız.
Gelişim ve yıkım... Bu toplumsal düzen gelişimi insanların kanı, teri pahasına sağlıyor. Üstelik geliştirirken yıkıyor ve kendi gelişimini boşa düşürüyor. Kapitalizmin ikili karakteri belirginleşiyor ve çelişik yapısı gittikçe derinleşiyor. Ama karanlıkla birlikte umut da büyüyor.
Yeni yılda böyle yaşamak zorunda değiliz. Yeter ki tüm bunları değiştirebilecek tek gücün kendimiz olduğunu unutmayalım. Maddi altyapı hazır evet ve bu çok iyi. Ama büyüyen umut biziz aslında.
Özgür Şen
sol haber portalı 1 Ocak 2019