Türkçe



PDF indir

 

 



Türkiye İşçi Partisi, bugün yayınladığı bir duyuru ile Program taslağını kamuoyuna sundu.

1012 kez bakılmış
10 Eylül 2018
23:17
TİP Kurucu Meclis üyesi Can Soyer: TİP, 'mücadelesiz sınıf siyaseti' ile 'sınıfsız mücadele siyaseti' dışında bir yol açıyor
Kuruluş çalışmalarında sona yaklaşan Türkiye İşçi Partisi, bugün Program taslağını kamuoyuyla paylaştı. Program’ını ilerici ve sol kamuoyundan gelecek katkılarla sonlandıracağını duyuran TİP’in program çalışmasını, yayınlanan taslak metni ve sürecin nasıl ilerleyeceğini TİP Kurucu Meclis üyesi Can Soyer İleri’ye anlattı.
Türkiye İşçi Partisi, bugün yayınladığı bir duyuru ile Program taslağını kamuoyuna sundu. “Türkiye Devriminin Programını Birlikte Yaratmak İçin, Gel Kardeşim” başlığıyla yayınlanan duyuru, TİP programına katkı koymak isteyen tüm ilerici ve sol kamuoyuna davet niteliği taşıyor.
 
TİP’in davetini, hazırlanan Program taslağının öne çıkan başlıklarını TİP Kurucu Meclis üyesi, Yön Dergisi Yayın Yönetmeni ve İleri Haber yazarı Can Soyer ile konuştuk.
 
Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluş çalışmaları sona ermek üzere. Tüm süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Program tartışmaları nasıl yürütüldü?
 
TİP için kuruluş çağrısı Mart ayında yapıldı ve o günden bugüne de çalışmalarımız sürdü. Arada 24 Haziran gibi son derece önemli bir seçim kavşağından geçsek de kuruluş sürecimizin kesintiye uğramadığını söyleyebiliriz. 24 Haziran’dan sonra ise tüm başlıklarda kuruluş çalışmalarına hız verdik. Nihayetinde, içinde bulunduğumuz bu günlerde son evreye gelmiş durumdayız. 23 Eylül’de 1. Kongre Türkiye Konferans’ı delegelerimizle toplanacak ve birçok konuyla birlikte partinin program ve tüzük belgelerini de tartışarak karar altına alacak.
 
Program tartışması bir partinin kuruluş sürecinin en önemli kısmını oluşturuyor aslında. Bizim devrimci ve komünist geleneğimizde, program, özel bir anlam da taşıyor tabi. O yüzden, Mart ayındaki çağrının ardından bir araya gelişimizde ilk yaptığımız şey, TİP’in program ve tüzüğünü hazırlayacak komisyonlar kurmak oldu. Program Komisyonu hem kendi içinde hem TİP kuruluşuna katılan yoldaşlarımızla, hem de birçok dostumuzla program anlayışını, temel tezlerini, hedeflerini paylaştı, tartıştı. Nihayetinde, şu anda kamuoyunun erişimine açılmış olan taslak metin bu kolektif çabanın sonucu olarak ortaya çıktı.
 
'PROGRAMIMIZI KORKMADAN, GOCUNMADAN PAYLAŞIYORUZ'
 
Bu taslağı neden kamuoyuyla paylaşmayı tercih ettiniz?
 
Tabi ki ilerici ve sol kamuoyundan, dostlarımızdan katkı almak, görüş ve eleştirilerini duymak için. Bu, sadece ve sadece TİP programının daha da geliştirilmesi ve güçlendirilmesi anlamına gelir bize göre. Nitekim, daha kamuoyuna açmadan önce başladık bu paylaşıma ve çok faydalı yorumlar da aldık. Hiçbir zaman her şeyi bizim bildiğimiz kibrini taşımadık; dahası, yanlış yapmaktan da korkmadık. Biz, birçok başka görevin yanında, köhnemiş bir kibrin, kendi dışındaki herkesi ve her şeyi “sapkın” addeden hastalıklı tutumun da solumuzdan uzaklaştırılması görevini sırtlanıyoruz. O yüzden, programımızı korkmadan, gocunmadan, eksiği ve gediği ile tüm ilerici ve sol kamuoyunun önüne sürdük. İletilecek eleştirilerin, görüş ve değerlendirmelerin son tahlilde TİP programının güçlenmesine yarayacağından eminiz.
 
Dahası, buna çağırıyoruz da; TİP, Türkiye işçi sınıfının ve devrimcilerin partisidir. Dolayısıyla TİP programına yapılacak her katkı, dolaysız olarak Türkiye’deki sınıf mücadelesine yapılmış olacaktır. Ülkemizin çok değerli ve üretken bir entelektüel birikimi var, ancak bu birikimle örgütlü sol siyaset arasındaki bağ uzun zamandır kopmuş durumda. Türkiye’ye dair düşünce üretimi, biri örgütlü sol yapılarda, diğeri de akademide, medyada, kültür-sanat alanlarında olmak üzere ikiye bölünmüş halde. Kuşkusuz, bu iki alan arasında farklar olacaktır; örgütlü sol yapıların gündemi ve sorumlulukları ile diğer alanların tercih ve gereklilikleri tümüyle örtüştürülemez. Ancak yine de anlamlı ve üretken bir diyalog zemini kurulabilir ve kurulmalıdır. TİP programını tartışmaya açarak ve tüm yurttaşlarımıza katkı çağrısında bulunarak biraz da bu zeminin örneğini yaratmak istedik.
 
Son olarak da şunu belirteyim: TİP, Türkiye işçi sınıfının partisi; dolayısıyla ülkemizin işçilerinden, emekçilerinden, devrimcilerinden saklayarak, kapalı kapılar ardında veya birkaç kişinin iradesine teslim ederek program yazmak doğru olmazdı. Tüm kuruluş sürecimizi şeffaf ve katılıma açık bir biçimde yürüttük; programımızı da aynı ilkelerle hazırlıyoruz.
 
Kamuoyuna sunduğunuz taslağın dikkat çeken yanlarından biri üç bölümlük yapısı. Neden böyle bir yapı tercih edildi?
 
Sadece teknik bir tercih değildi bu. Türkiye’de program konusunda ortaya çıkan iki eğilim var. Bunlardan biri, program diye geleceğin sosyalist toplumunun eksiksiz bir tasvirini, hatta sosyalizmin anayasasını önümüze koyuyor. Hal böyle olunca, program, sürekli sosyalist toplumu anlatan ama bugünün güncel mücadele başlıklarına dair bir çağrı veya sevk içermeyen bir novella’ya dönüşüyor. Diğer eğilim ise, sosyalizmin ve sosyalist devrim perspektifinin temel ilkelerini, kırmızı çizgilerini bir kenara kaldırarak, salt güncel taleplere ve hak mücadelelerine daraltılmış bir program tarzını tercih ediyor. Bu ikincisinde ise, ne için ve hangi hedefle mücadele edileceği belirlenmemiş olduğundan her güncel ve dönemsel kırılmada program eskimiş, işlevini kaybetmiş, hatta kadrolarını da savurmuş oluyor. Bu iki eğilim, sadece program metninin mimarisiyle ilgili değil, aynı zamanda solumuzda mevcut bulunan iki siyaset tarzını da yansıtıyor; hatta belki de o tarzlardan besleniyor.
 
'PROGRAM SOSYALİZM İLE GÜNCEL MÜCADELELERİ BAĞLAYABİLMELİ'
 
TİP, sosyalizmi ülküselleştiren ütopyacılık ile güncele hapsolmuş eklektik/tepkisel dışavurumculuk diyebileceğimiz bu iki eğilimden ayrı bir yaklaşım geliştirmeye çalışıyor. Göran Therborn’un sözleriyle söylersem, “mücadelesiz bir sınıf siyaseti ile sınıfsız bir mücadele siyaseti” dışında bir yol açıyor. Ve bunu, yine sadece program mimarisiyle değil, aynı zamanda devrimci siyasetin tarzı olarak da inşa etmeye uğraşıyor.
 
Dolayısıyla, program metnimiz de bu bütünlüğü, sosyalist devrim ve sosyalizm hedefi ile ülkenin güncel mücadele başlıklarındaki devrimci tutumu birbirine bağlayan bütünlüğü yansıtmalı diye düşündük. Bu sadece, “o da önemli, bu da önemli” gibi basit bir yaklaşım değil; güncel mücadele başlıklarının her birindeki tutumun sosyalist devrime zorunlu olarak bağlanması veya sosyalizmin her ilkesinin bugün için tanımlanabilir bir mücadeleye sevk etmesi diyebiliriz. Bunu ne kadar yakalayabildiği elbette tartışma konusudur, ama programın biçimsel yapısını oluştururken taşınan niyet bu oldu.
 
Partinin Marksizm-Leninizm ilkelerine ve sosyalist devrim hedefine bağlılığını bildirdiği kısımlar yanında güncel mücadele başlıklarına ve demokratik-toplumsal haklara yönelik mücadele vurgusu da dikkat çekiyor. Bu iki düzlemi nasıl birleştiriyorsunuz?
 
Aslında biz birleştirmiyoruz, bu düzlemler birbirine bağlı zaten. Ancak solumuzun içindeki eğilimler, gerçekliği çarpıtıp bükmek gibi, bu iki düzlem arasındaki ilişkiyi de bozup tanınmaz hale getirebiliyor. Genellikle de somut ve güncel kazanımlar ile sosyalizmin, hatta komünizmin en ileri idealleri birbirine tokuşturularak yapılıyor bu.
 
Oysa, Marx’tan bu yana sosyalist hareketin genetiğinde emekçilerin mücadele ile kazandığı her mevziye sonuna kadar sahip çıkmak, bir mücadele konusu haline getirilebilecek her hakkı sonuna kadar savunmak var. Zaten tersi, yani “ya hep ya hiç” tuzu kuruluğu, her şeyi elde edemediği sürece bir hiç olarak kalmaktan kurtulamıyor.
 
'TÜRKİYE ÖZGÜNLÜĞÜ HALKÇI BİR DAMAR TAŞIYOR'
 
Program metninde dikkat çekici başlıklardan biri de halkçılık hakkında. Biraz açar mısınız?
 
Bu konu, gerçekten de biraz dikkati ve emeği hak ediyor. Çok kabaca özetlersek şunu söyleyebiliriz: Türkiye’de işçi sınıfının yanı sıra, neoliberal birikim biçimi tarafından sömürüye, mülksüzleştirilmeye, yoksulluğa maruz kalan, baskı altına alınan, hakları gasp edilen toplum kesimleri var. Her ne kadar, bu sürecin artık proleterleşmeye de dönüştüğünü, dolayısıyla bu kesimlerden işçi sınıfına geçişin hızlandığını varsaysak bile, henüz bu kesimlerin tümü, tanımı gereği işçi sınıfının parçası olarak değerlendirilemez. Ancak neoliberalizmin yarattığı tahribatın bir sonucu olarak işçi sınıfı ile bu kesimler arasında çıkar uyumunun doğduğunu söylemek mümkün. Çıkarların özdeşlemesinden değil, çıkar uyumundan söz ediyorum. Yani kamuculuk, bugün sadece özelleştirmeler sonucu işsiz kalacak olan mavi yakalı işçinin değil, aynı zamanda mahallesindeki parkı müteahhitte peşkeş çekilmiş veya çocuğunun okulu imam hatibe çevrilmiş yurttaş için de yakıcı bir talep haline geliyor, gelebilir. İşte bu tablo, bizim halkçılık tartışmasına giriş yaptığımız basamak. Esasında bu tartışma çok da yeni değil; daha klasik formülasyonla söylersek, işçi sınıfı sosyalist iktidara yürürken hangi toplum kesimlerine önderlik edecek, hangi kesimleri kendi hegemonyası altında buluşturup devrime taşıyacak tartışmasıdır bu.
 
Türkiye’nin uzun ve güçlü bir sol mücadele geçmişine sahip olması, bu geçmişin ülke topraklarına kök salmış olması, günümüzde Saray iktidarının ülkeye kök salmış bu değerlere saldırıyor olması da düşünüldüğünde, halkın farklı kesimlerinin işçi sınıfının merkezinde durduğu bir hareketliliğe sevk edilmesi mutlaka denenmesi gereken bir fırsat. Dahası, biz her ne kadar saf ve kılçıksız bir sınıf hareketi arama alışkanlığında olsak da Türkiye özgünlüğünün kültürel olarak da “halkçı” bir damar taşıdığı açık. Bu nedenlerle, Türkiye’de işçi sınıfının iktidara yürüyeceği mücadelenin saf bir sınıf hareketi biçiminde düşünülmesi imkansız bizce. Sosyalist partilerin, eğer kendilerine bir öncülük misyonu da atfediyorlarsa, bu ilişkilenmeyi kuracak somut kanalları inşa etmek üzere kolları sıvaması gerekir.
 
Program taslağının bir diğer dikkat çeken kısmı Devrimci Cumhuriyet kavramının açıklandığı kısımlar. TİP’in Devrimci Cumhuriyet mücadelesi ile önüne koyduğu perspektif nedir?
 
Şu netliği sağlamamız lazım: Bir partinin programı da siyasal tutumu da sadece ilkelerinin, değerlerinin, teorik ve tarihsel kimliğinin ifadesinden ibaret olamaz. Program ve siyasal tutum, verili andaki sorunlara ürettiğiniz çözümlerinizi, karşı karşıya kalınan açmazların nasıl aşılacağına dair öngörülerinizi, önünüze koyduğunuz hedeflere ulaşmak için yaratmanız gereken araçları da içerir. Hatta, böylesi çözümler ve araçlar yaratılmadığı sürece sosyalizm ile güncel mücadeleler arasındaki boşluk doldurulamaz. Meşhur bir deyimdeki gibi, “her keşif bir açmazdan doğar”; işte sosyalistler de kendilerinin veya ülkelerinin karşı karşıya kaldığı açmazları keşiflerle aşmak zorunda.
 
Devrimci Cumhuriyet kavramını tartışırken böyle bir ihtiyacın karşılanması çabasını akılda tutmak gerekiyor. Türkiye’de sosyalist solun Saray Rejimi’ne karşı azımsanmayacak bir mücadelesi ve hala atıl duran bir kapasitesi var, fakat Saray Rejimi’nin nasıl yıkılacağına dair bir öngörüsü, planı, hazırlığı yok. Yani Saray Rejimi hangi siyasal mücadele kulvarıyla, hangi toplumsal kesimlerin mücadelesiyle yıkılacaktır; Saray Rejimi’nin yıkıldığı ancak sosyalizme geçişin mümkün olmadığı koşullarda ne yapılacak, nereye yüklenilecek, hangi kazanımlara dayanılacaktır; Türkiye’nin Saray Rejimi sonrası dönemine sosyalistler nasıl girecek, hangi güçlere dayanacaktır? Bu ve benzer birçok soruya solumuzun bir yanıtı yok. Yanıtı olmayı bırakın, bu tür sorulara yanıt aramak bile sosyalizmden vazgeçmiş olduğunuzun kanıtı sayılıyor ve “zındıklık” etiketi yemeniz için yeterli oluyor.
 
Bu yaklaşımın sosyalist harekette yarattığı iç basınç ve sağladığı konformizm ne kadar güçlü olursa olsun, bu tür sorulara yanıtı olmayan bir siyasal kulvarın etkili ve gerçek bir güç haline gelmesi imkansız. Bu açıdan, Devrimci Cumhuriyet perspektifi, bir anlamıyla Saray Rejimi’nin yıkılışına dair bir öngörü ve planı, deyim yerindeyse Saray iktidarının yıkılışının senaryosunu ifade ediyor. Saray Rejimi’nin yıkılışını sosyalizmin mi yoksa başka bir şeyin mi takip edeceği, mücadelenin ve toplumsal süreçlerin seyrine bağlı elbette. Sosyalistler ise, Saray Rejimi’nin yıkılışını sosyalizmin izlemesi için tüm güçlerini ortaya koyarlar, koyacaklar da; ancak bu mümkün olmazsa da halkın çıkarlarını ve kazanımlarını koruyup sosyalizm için kavgaya devam edecekler.
 
'DEVRİMCİ CUMHURİYET SINIF MÜCADELESİNİN GÜNCEL İFADESİDİR'
 
Dikkat edilirse, burada bir aşama veya kesintiden, sosyalizm öncesi bir toplumsal düzenden söz etmiyoruz. Devrimci Cumhuriyet, bir toplumsal düzen aşamasının adı değil, Saray Rejimi’nin yıkılışını hedefleyen mücadelenin ifadesi. Tam da bu nedenle, Devrimci Cumhuriyet kavramı kendi frenlerine, kırmızı çizgilerine de sahip olmalı ve program metnimizde bunlar görülebilir. Örneğin, cumhuriyet düşüncesinin burjuva versiyonunu değil devrimci bir yorumunu sahiplenmek bunlardan biridir. Ya da Devrimci Cumhuriyet mücadelesinde sermayenin ve devletin herhangi bir kesimiyle ilişkiyi reddetmek; dahası Devrimci Cumhuriyet mücadelesiyle Saray Rejimi’nin ortağı durumundaki sermaye sınıfına karşı da mücadele etmek; Saray Rejimi’nin yıkıldığı koşullarda sermaye sınıfının kendisini aklamasına izin vermemek sözleri de böylesi kırmızı çizgilerimizden.
 
Bu haliyle, Devrimci Cumhuriyet, açık ki bir sosyalist devrim modeli değil ve sosyalist devrimi ikame edecek bir alternatif de sayılamaz. Sınıf mücadelesinin güncel konjonktüründe Saray Rejimi’ne karşı verilecek mücadelenin ifadesi olarak değerlendiriyoruz. Ve yine Devrimci Cumhuriyet perspektifinin başarısını da sosyalizme iktidar yolunu açmasında arıyoruz.
 
Bugün kamuoyuyla paylaşılan TİP Programı henüz bir taslak halinde. Bundan sonraki süreç nasıl işleyecek?
 
Bugün itibariyle hazırladığımız taslak, eksiğiyle hatasıyla, tüm ilerici ve sol kamuoyuna iletilmiş oldu. Karşılık bulmasını tüm gönlümüzle arzu ediyoruz; eleştirileri, önerileri ve değerlendirmeleri almak istiyoruz; öğreneceğimiz çok şey olduğundan kuşku duymuyoruz. Davetimizin bir boyutu bu.
 
Öte yandan, Türkiye İşçi Partisi, bu ülkenin emekçilerinin, gençlerinin, aydınlarının, kadınlarının partisi olacaksa, ki öyle, bu kesimlerin her birinin elden geldiğince TİP’in kuruluşuna katkı koymasının kritik olduğunu düşünüyoruz. Bu, TİP üyesi olmak anlamına gelmiyor, ancak TİP’le dayanışma içerisinde olmak, bilgi ve birikimini TİP’li yoldaşlarıyla paylaşmak diyebiliriz.
 
23 Eylül’de TİP 1. Kongre Türkiye Konferansı gerçekleştirilecek ve Program ile Tüzük’e o toplantıda delegeler tarafından son hali verilecek. O tarihe kadar tip.org.tr adresinden programa ulaşıp tip@tip.org.tr adresinden de görüşlerini yazılı olarak bizimle paylaşan tüm dostlarımızın katkıları değerlendirilecek. Deyim yerindeyse, TİP Kurucu Meclisi ve ülkenin dört bir yanındaki TİP’liler olarak yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik; kalan son düzlüğü de omuz omuza ve dayanışma içinde kat etmeyi arzu ediyoruz.
 
 
Bookmark and Share
 
İleri Haber 10 Eylül 2018

16/04/2024 Bugün410 ziyaret var  Sitede 3 Kişi var  IP:52.14.221.113