Sivillerin öldüğü, herhangi birsavaş kuralına bile uyulmadan silahsız insanların sokak ortasında infaz edildiği, çocukların kör kurşunlarla yere düştüğü, okulların, sağlık merkezlerinin, ambulansların kurşunlandığı-bombalandığı, kentlerin ablukaya alınıp tank ve toplarla dövüldüğü, toplu göçlerin yaşandığı bu şiddet, çatışmavesavaş tablosu nedenleri ile değil, sonuçları itibariyle değerlendirilmelidir.
Yaşanan çatışma, şiddet, abluka ve “hendek” siyaseti kör bir savaştır. Bu savaştan çıkacak “sonuç” ülkemizin ilericilik, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine kan taşımayacaktır. Tam tersine bu çatışma ve şiddet ortamının bütün ceremesini çeken en başta bölgede yaşayan emekçiler olmak üzere, ülkemizin bütün emekçileri olmaktadır. Çünkü bu savaş emekçilerin birliğine büyük bir zarar vermekte, Kürt-Türk çatışmasına dönüşmekte, etnik temelde bölünmeye doğru yol almaktadır. Ortada gericiliğe, emperyalizme ve sermayeye karşı bir savaş değil, deyim yerindeyse Türk-Kürt savaşına neden olacak bir siyasal tablo bulunmaktadır.
Bu savaşın sorumlusu kendi halkını tanklarla vuran, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan kentleri ablukaya alarak faşizm uygulayan bizzat AKP iktidarı ve sermaye devletidir. Emperyalizmin işbirlikçisi, gerici bir parti olan AKP’den Kürt sorununda çözüm bekleyenler bir kez daha yanılmışlardır. AKP iktidarı, faşizmi aratmamış, kentleri tank ve toplarla ablukaya alarak yaşananların bizzat faili olduğunu açıkça göstermiştir. Daha dün “yetmez ama evet” diyerek AKP iktidarından demokrasi ve Kürt sorununda çözüm bekleyenler, bugün uygulanan devlet şiddeti, faşist uygulamalar ve savaş karşısında büyük bir sorumluluk taşımaktadırlar.
Aynı zamanda dün AKP’ye karşı ayağa kalkan milyonların Haziran Direnişi’nin yanında durmayarak AKP ile yürütülen pazarlığın bitmesini istemeyen Kürt siyasi hareketi de bu tabloda sorumlu sayılmalıdır. Bugün yaşanan gerçekler, AKP iktidarıyla pazarlık değil, düzeni karşıya alacak bir mücadele hattı gerektirdiğini bir kez daha göstermiştir. Ulusal kurtuluş taleplerini toplumsal kurtuluş taleplerinin önüne koyan Kürt siyasi hareketinin gericiliğe, emperyalizme ve sermayeye prim veren politik duruşu ve programatik hattı da bugün yaşanan “çıkışsızlığın” bir parçası olarak görülmelidir. Toplumsal kurtuluş olmadan ulusal kurtuluş mücadelesinin sınırları olduğu bugün bir kez daha görülmektedir.
Bugün gerek AKP iktidarının, gerekse Kürt siyasi hareketinin yürüttüğü/sürdürdüğü şiddet ve çatışma politikasının, Kürt sorunu bağlamında nasıl bir siyasal çözüme denk geleceği herkes için açık olmalıdır.
Ya AKP’nin kurallarını koyduğu “yeni Türkiye” adındaki gerici ve piyasacı rejimde uzlaşma ya da emperyalizmin bölgesel çıkarlarına bağlanacak bir bölünme olasılığı ile karşı karşıya bulunuyoruz. Ülkemizin hangi etnik kökenden gelirse gelsin “kırk satır kırk katır” arasında kalacağı böylesi bir tabloda sessiz kalınamaz. Ülkemiz bu kör savaşın içinden mutlaka çıkacaktır. Ne gerici ve piyasacı bir uzlaşma, ne de emperyalizmin ekmeğine yağ sürecek bir parçalanma emekçi halkımızın çıkarına olacaktır. Ülkemiz ne satırların altında bir AKP faşizmine, ne de emperyalizmin bölge politikalarının kopardığı bir parçalanmaya kurban edilemez!
O yüzden bu süreç bütün boyutlarıyla emekçi halkımız tarafından açık bir biçimde görülmelidir.
1. Emperyalizmin Ortadoğu’ya müdahalesi sonrasında yaşananlar ortada. Filistin, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Ukrayna’da yaşanan çatışmaların ve ortaya çıkan tablonun suçlusu emperyalizmin ta kendisidir. Emperyalizm, iki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra saldırganlığını artırmış, Afganistan ve Irak’ı işgal etmiş, Yugoslavya’yı parçalamış, Arap Baharı adıyla diz çöktürmek istediği bütün ülkelere müdahale etmiştir. Bugün Libya, Irak ve Suriye’de süren iç savaşlar emperyalizmin ne yapmak istediğini yeterince göstermektedir. Emperyalizm, kendisine boyun eğmeyen bütün ülkeleri etnik ya da dinsel temelde bölmenin yollarını yapmıştır. Dün Yugoslavya’da uygulanan politikalar sonucunda oluşan küçük devletler, bu ülkelerin emekçilerine gerçek kurtuluş olmamıştır. Bugün Ukrayna’nın da bu şekilde bölünmesi gündemdedir.
Kuzey Irak’ta kurulmasına ramak kalan Kürt devleti emperyalizmin hegemonyası altında kurulmaktadır.
1. Bugün Kürt sorunu bağlamında yaşanan sıkışmanın ve bu sıkışmayla birlikte ortaya çıkan savaş tablosunun özünde, Ortadoğu’da yaşanan bölgesel savaşlardan kaynaklı belirsizlikler bulunmaktadır. Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilirken Türkiye bu tablodan muaf değildir. Bu tablo bugünkü siyasi güçler bağlamında ya AKP tarafından kurulan yeni rejim düzleminde bir “çözümle” ya da bölgesel bir savaşla netleşecektir.
Bu denklemin çözümü, verili siyasi güçlerin ufukları, bölgesel gelişmelerin seyri, büyük devletlerin hedefleri ve politik çıkarları ile sınırlanmıştır. Ortada anti-emperyalist ya da anti-kapitalist bir yol görünmemektedir.
1. O yüzden bugün ülkemizde Kürt siyasi hareketi tarafından gündeme getirilen “öz yönetim ve özerklik” siyasetinin bir boyutu “parçalanmaya” yol açacak bir sürecin adımı olarak okunabilir. Böylesi bir politikanın gideceği yer Kürt emekçilerin kurtuluşu olmayacaktır. Tersine, bu politikanın, emperyalist güçlere bağımlı, emperyalist-kapitalist sisteme entegrasyon dışında bir seçenek anlamına gelmeyeceği açıktır. Kürt emekçilerinin ulusal haklarını emperyalizme kurban edecek bir siyaset, gerçek kurtuluş ve özgürlük değildir.
2. Yine AKP tarafından kurulan yeni rejimde Kürt sorununun çözümü için devreye sokulan “Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Şartnamesi” adlı adınca bir burjuva çözümdür. Gericiliğin ve piyasalaşmanın önünü açacak yeni idari sistemin bir kurtuluş olarak Kürt emekçilerine sunulması, bugün yaşanan savaş ortamının son bulması açısından bir çözüm olarak görülmesi aldatıcı olacaktır. Almanya, Fransa, ABD gibi emperyalist ülkelerde varlığı bilinen bu idare biçiminin emekçilerin kurtuluşu anlamına gelmediği açık bir şekilde görülmektedir. Sermayenin ve gericiliğin daha da güçleneceği bir süreçten daha demokratik bir ortam çıkmaz.
3. Yine aynı şekilde “Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Şartnamesi”ne atıfla, Kürt siyaseti tarafından da gündeme getirilen “öz yönetim ve özerklik” talebinin diğer bir boyutu olarak sunulan“Türkiye’nin daha demokratik yapıya dönüşeceğini” iddia etmenin de sınırları bulunmaktadır. Gerici, işbirlikçi ve piyasacı bir rejim içinde daha demokratik bir gelecek beklentisinin gerçekçi olamayacağı herkes tarafından görülmelidir. Yerel belediyelere daha fazla yetki devri, sermaye düzeninde piyasalaşmanın ve gericiliğin önünü açmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bununla birlikte, çözüm ve barışın koşulları arasında sayılan “Dolmabahçe Mutabakatına” dönüş, düzen içi çözümden başka bir anlam taşımamaktadır. Hatırlanacağı üzere bu mutabakatın bağlanacağı yer yeni anayasa olarak tanımlanmıştır. Bugün yeni anayasayı başkanlıktan, başkanlığı sermaye diktatörlüğünün derinleşmesinden ve bunun idari yapıdaki dönüşümleri hayata geçirmesinden bağımsız düşünmenin mümkün olmadığı herkes tarafından bilinmektedir.
1. Aslında bugün AKP iktidarındaki sermaye düzeni ile Kürt siyasi hareketi tarafından “çözüm” diye ortaya konan tezlerde politik bir zemin ortaklığı bulunmaktadır.
Yaşanan savaşın bütün acıları ortadayken politik olarak bu savaşın aktörlerinin ne söyledikleri emekçi halkımız tarafından net bir şekilde okunmalıdır.
Bugün İkinci Cumhuriyet rejiminin, başka bir deyişle AKP iktidarının Kürt emekçilerine verebileceği ancak ve ancak ya faşizm ya da gericilik ve piyasalaşmadır. İkinci Cumhuriyet rejimine onay ya da tankla-topla, baskıyla boyun eğdirme dışında bir seçenek bırakılmamıştır.
Bugün emperyalizmin Ortadoğu halklarına yaşattığı acılar ortadayken, emperyalizmin Kürt emekçilerine verebileceği tek şey kendisine bağımlılık olacaktır.
Kürt siyasi hareketi, programatik olarak sınırlarına gelmiştir. Gericilikle, emperyalizmle ve sermaye ile arasına mesafe koymayan Kürt siyasi hareketinin, Kürt emekçilerine vaat ettiği kurtuluş ya emperyalizme bağımlı yeni bir sermaye devleti ya da emperyalizme bağımlı AKP’nin kurduğu gerici sermaye düzenine entegrasyondur. İster fiili özerklik isterse yeni anayasayla gündeme gelecek “öz yönetim”e kimse kutsal anlamlar yüklememelidir. Özerklik ve özyönetim adıyla ortaya konulan siyasal talebin sınıfsal yapısına ve toplumsal-ekonomik modeline dair tek satır yazılmadan, sadece merkezi devlet ile yerel idare arasındaki ilişkiler üzerinden tarif edilen “özyönetim” talebinin ayakları havada kalmaktadır. Bir yandan gerici açılımlar bir yandan emperyalist ABD ile ilişkiler ve diğer yandan “Kürt burjuvazisi” ile yapılan toplantılar ortada iken Türkiye topraklarında dile getirilen öz yönetim, bize göre devrimci bir politika değildir. Ya parçalanmanın ya da piyasalaşmanın önünü açacak bu siyasal perspektifin Türkiye’yi daha demokratik bir yapıya dönüştüreceği tam bir yanılsamadır. Birincisinden etnik temelli bir iç savaş, diğerinden ise AKP tarafından kurulan gerici rejimden demokratlık beklentisi gibi “yetmez ama evet”çilik çıkacaktır.
Toplumsal kurtuluş için
Komünistler görüşlerini saklamazlar. O yüzden bugün Kürt sorununda büyük bir kırılma noktasına gelen siyasal tabloya dair söz ve tutumumuzu aşağıdaki ilkeler belirlemektedir:
1. Sosyalist bir programa sahip olmadan emperyalist-kapitalist sistemden kopuş mümkün değildir. Dün Rusya’da Bolşeviklerin yaptığı ve bugün hala ayakta kalan Küba’nın bağımsızlığını kazanması ve ulusal onurlarını korudukları tek yönetim biçimi sosyalizmdir. Emperyalist-kapitalist sistemden kopuşun gerek şartı; sosyalist bir programa sahip olmaktır.
2. Nasıl ki 1789 Fransız Devrimi’nde “eşitlik-özgürlük-kardeşlik” talepleri burjuva devrimlerinde yarım kalmış ise, bugün de eşitlik-özgürlük-kardeşlik ve ulusal hakların gerçek karşılığı burjuva ya da emperyalist çözümlerden geçmemektedir. Bugün emperyalist-kapitalist sistemin gelmiş olduğu durum, ulusal haklara sığamayacak bir mücadele gerektirmektedir.
3. Ulusal kurtuluş, emperyalizme karşı direnişle kurulur. Bugün emperyalizmi karşısına almayan ulusal kurtuluş mücadeleleri, emperyalist-kapitalist sistemde bir gedik açamaz.
4. Kürt sorunu bağlamında yakın gelecekteki fotoğrafın, bugünkü siyasi aktörlerin gerçekliği düşünüldüğünde, ya sisteme entegrasyon ya iç savaş ya da çatışmalı sürecin devam edeceği bir tablonun oluşmasından başka bir şey olmayacaktır. Böylesi bir tablodan emekçilerin kurtuluşunu, Kürt halkının özgürlüğünü ve ülkenin demokratikleşeceğini beklemek gerçekçi değildir. Gericilik ve piyasalaşma seçeneğinin yanında faşizm durmaktadır.
5. Bugün yapılması gereken, AKP iktidarına, bu iktidarın gerici niteliğine, emperyalizme ve sermayeye karşı mücadele etmektir. Bu mücadeleyi geriye çeken ve yalnızca Kürt ulusal hakları ve talepleri doğrultusunda verilen mücadele artık sınırlarına gelmiştir. Toplumsal kurtuluş olmadan ulusal kurtuluş da mümkün değildir. Türkiye devrimi Kürt emekçilerinin de devrimi olacaktır.
6. Halkların kardeşliğini, emekçilerin birliğini ve ortak mücadeleyi hayata geçirecek tek şey, işçi sınıfının bir sınıf olarak ayağa kalkması ve siyasal temsiliyetinin sağlanmasıdır. Bugün en fazla eksiğini duyduğumuz bu siyasal gücü oluşturmak için sosyalizm saflarının güçlendirilmesi ve işçi sınıfının örgütlülüğünün ortaya çıkarılması gerekmektedir. Her geçen gün yoksul Kürt köylüsü artarak proleterleşmekte, Türkiye işçi sınıfının bir parçası haline gelmektedir.
7. Ülkemizin kurtuluşu Haziran Direnişi’nde ayağa kalkan milyonların örgütlü gücü olacaktır. Haziran Direnişi’nde ayağa kalkan halkımız, ülkemizin birliğinin ve bağımsızlığının, AKP iktidarının yıkılmasının ve Kürt emekçilerinin ulusal haklarını kazanacakları bağımsızlıkçı, laik ve eşitlikçi bir düzenin kurulmasının tek gücüdür. Bunun için Türkiye’nin ilericileri, yurtseverleri, cumhuriyetçileri yeni bir mücadeleye başlamalıdır. Hem kendileri hem de Kürt emekçileri için.
Birlik, kardeşlik, barış, özgürlük; laik, bağımsız bir emekçi cumhuriyetiyle mümkündür.