Lenin'in siyasal pratiği ve Feuerbach üzerine 11'inci Tez
Lenin'in siyasal pratiğini ve örgüt anlayışını şöyle özetlemek mümkündür: Siyasal stratejiler üreterek ve (kitlelerin kendiliğinden örgütlenmelerini beklemeden) yeni örgütsel formların doğuşuna önayak olarak kendi dışına açılmak, en yakındaki halkalardan başlayarak kendi dışını etkilemek, yönlendirmek ve örgütlemek...
20 yıl önce, bir sosyalist partinin dışa açık bir toplantısında Marksizm'i sahiplenip sahiplenmeme konusu tartışılıyordu. Tartışmaların belirli bir evresinde Marksizm'i sahiplenme eğiliminin daha ağır basması üzerine, katılımcılardan biri tepkisini şöyle ifade etmişti: "Korkarım yarın bunlar Lenin'i de sahiplenmeye kalkarlar..."
Bu katılımcının korktuğu başına gelmedi. Gelemezdi de...
Çünkü partinin tutup bir de Lenin'i sahiplenmeye zaten mecali kalmamıştı. Dört yıl sonra kendisi tarihe karışacaktı. Lenin'in sahiplenilmesinden korkan katılımcıya gelince; o da zamanla hayatın başka gerçeklerini keşfedecek, çekip gidecekti.
***
Aradan hayli zaman geçti. 20 yıl sonra bugün, başka ve "daha ileri" bir noktada olduğumuz söylenebilir.
Ancak, bu farkı fazla abartmamak gerekiyor. Evet, 20 yıl önceki "katılımcımız" bugün olsaydı, çok büyük olasılıkla Marksizm'in sahiplenilmesine itiraz etmez, en azından "adam kapitalizmin krizlere mahkûm olduğunu görmüş" deyip Marx'ın hakkını teslim ederdi. Peki, aynı "katılımcı" Marx'la ilgili bu kabulünün arkasını (en azından) "eh, Lenin'inki de bir yoldu..." diye getirebilir miydi? İşte, işin burası tartışmalıdır ve bu nedenle bugün gelinen noktanın "ilerleme", daha doğrusu "toparlanma" adına fazla abartılmaması yerinde olacaktır.
Marx'tan Lenin'e, Lenin'den Marx'a...
Aslında mesele bir tür "asimetriden" kaynaklanmaktadır. Lenin'in devrimci pratiğinin geri planına, bu pratiğin kaynağı olan teoriye ve dünya görüşüne doğru iz sürerseniz, Marksizm'den başka bir şey bulamazsınız. Kim ne derse desin, Lenin, bu anlamda hiç tartışmasız "Ortodoks" bir Marksist'tir. Buna karşılık, bir teori ve dünya görüşü olarak Marksizm'i ileriye, siyasal pratiğe doğru uzatırsanız, ulaşacağınız yerin mutlaka ve her durumda Leninizm olması gibi bir zorunluluk yoktur.
Olası yanlış anlamalara karşı bir açıklık gerekiyor: Marksizm'in işaret ettiği yönün devrim ve komünizm olduğu konusunda herhangi bir tereddüt olmamalıdır. Dolayısıyla, siyasal pratiğe doğru uzatılan Marksizm'in her durumda ve mutlaka Leninizm'e değmeyecek olması, örneğin Bernstein'ın, daha sonra da sosyal demokrasinin "Marksizmi'nin" meşrulaştırılması şeklinde anlaşılmamalıdır. Söylenen, yalnızca şudur: Leninizm, esasen devrimci olan Marksizm'in siyasal pratik alanındaki tek/zorunlu devrimci yorumu değildir; "işin içinde" en azından Luxemburg vardır, Trotskiy vardır. Devrimcilikleri su götürmeyen başkaları da eklenebilir. O zaman, 20 yıl önce Türkiye sol hareketini sarmalayan genel atmosfer bugün dağılmaya başlamışsa, gündemdeki soruyu veya sorunu şöyle ifade etmek mümkündür: Geçerliliği bir kez daha kabul gören (en azından artık eskisi kadar kuşkuyla yaklaşılmayan) Marksizm'in hemen ardından, "devrim" ve "sosyalizm" kavramlarını herhangi bir niteleme/inceltme olmadan sıkça tekrar etmekle mi yetineceğiz, yoksa devrimi ve sosyalizmi özel olarak Lenin ve Leninizm'le niteleyip/inceltip yola öyle mi devam edeceğiz? Bu sorudan sonra, kim bilir, belki şöyle denecektir: "İşte Marksizm'i sahiplendik; devrim dedik, sosyalizm dedik, daha Allah'tan belanı mı istiyorsun?" Kuşkusuz, burada yapılan bir tür arsızlık" değildir; Marksizm'den sonra Leninizm "tercihi", daha devrime ve sosyalizm varmadan, en başta siyaset denilen şeyin nasıl yapılabileceğiyle ilgili bir anlayışın sonucudur. Üstelik bu anlayış siyasetle ilgili olsa bile, özellikle Lenin söz konusu olduğunda, siyaseti önceleyen kimi "felsefi dayanaklara" da sahiptir.
Dünyayı yorumlamak/değiştirmek
Lenin'in siyasal pratik anlayışı, "özne" ile onun içinde hareket ettiği maddi dünya/gerçeklik arasındaki ilişkinin kurgulanmasından kaynaklanır. Az önce "felsefi dayanaklar" denildi, gerçekten böyledir; ancak işi uzatmayıp kestirmeden gidelim ve Lenin'in "özneyi" ve "maddi gerçekliği" daha somut/ siyasal düzeyde nasıl tanımladığına bakalım:
Lenin için özne, öncü konumundaki siyasal örgüttür; maddi gerçeklik ise, tüm tezahürleriyle birlikte kapitalist üretim tarzı... İdealist değil materyalist olan herkes gibi Lenin de maddi gerçekliğin, öncü örgüt dâhil toplumdaki her tür özneye/aktöre yansımaları olacağını kabul etmektedir. Ancak, tam da bu noktada, devreye Marx'in Feuerbach üzerine tezlerinden 11'incisi girmektedir: "Dünyayı yorumlamakla yetinmemek, onu değiştirmek..." 11'inci tezin, Lenin'in atıfta bulunduğu tek Feuerbach Tezi olması rastlantı sayılmamalıdır. Lenin açısından "değiştirme' gerekliliğini görememek, "devrimci pratik faaliyetin önemini kavramamak' demektir (Lenin, "Karl Marx", Selected Works, cilt 1, s.21). Bu durumda Lenin. her materyalist gibi kendisinin de kabul ettiği yansıma (maddi gerçekliğin özneye yansıması) teorisini Marx'ın izinden giderek aktifleştirmekte, siyasal örgüt olarak tanımladığı özneyi edilgen bir yorumlama durumunun ötesinde, maddi gerçeklikle sürekli etkileşim içinde bulunacağı bir konuma yerleştirmektedir (meraklıları için yan okuma önerisi: Taner Timur, Felsefe Toplum Bilimleri ve Tarihçi, Yordam Kitap 2011, s. 320-322).
Daha açık bir deyişle, Lenin'in siyaset anlayışında, maddi gerçeklikle her an, kesintisiz biçimde etkileşim içinde olan bir özne söz konusudur. Bu özne, siyasal pratiğini, en baştan kurulmuş ütopyalardan veya "nasıl bir sosyalizm?" sorusuna verilen yanıttan değil, içinde yer aldığı ve süreklilik taşıyan etkileşimden türetir.
Yukarıda basitçe dile getirilen bu nokta, sanıldığından çok daha somut, pratik ve güncel uzantılara sahiptir. Esasen, Marksizm'i bir çerçeve olarak sağlama aldıktan sonra "yol" olarak Leninizm'in tercih edilmesinin altında yatan da budur.
O zaman:
"Ütopyalarımız" hiç olmasın mı? Olsun elbette; ama bunlar bize önümüzde duran acil ve pratik görevleri unutturmasın, bir ayağımız mutlaka verili gerçekliğe bassın.
"Yaşasın devrim ve sosyalizm" diyelim; ama bunlar bizi devrime ve sosyalizme göre "yorucu" ve "sıkıcı" bulunabilecek meşgalelerden alıkoymasın. Bir de, devrimin nasıl gerçekleşebileceği, sosyalizmin ise ne olduğu gibi konularda gerçekçi olalım; özne-maddi gerçeklik ilişkisinin çok ötelerine uçmayı "devrimcilik" adına kutsamayalım.
Toplumsal muhalefet elbette gün gelip yükselecektir; sınıf başta olmak üzere yığınların kendiliğinden hareketlenmeleri yeni örgütlenme biçimlerini gündeme getirecek, yeni yollar açacaktır. Ancak Leninist örgüt bunların ne rakibi, ne alternatifi ne de ikamesidir bunlar yokken sosyalist mücadelenin sürekliliğinin güvencesi olduğu zaman da ileriye taşıyıcısıdır.
Örgüt siyasal gündemim belirlerken kuşkusuz tercihlerde bulunacak, öncelik sıralamaları yapacaktır ama her olgunun olası siyasal uzantılarını tartacak, bize ne", "bizim işimiz değil", 'aralarında tepişiyorlar", "yesinler birbirlerini" kayıtsızlığına kapılmayacaktır.
Özetle, Leninist siyasal pratik "verili bir anda, o anın gerektirdiği halkayı tutmak"tır (bakınız Asaf Güven Aksel, Emperyalizm Çağının Marksizm'i ya da Lenin Pratiği, soL portal, 22 Nisan 2012)
Siyasal stratejiler ve örgütlenmeler
Buraya kadar söylenenler ışığında, Lenin'in siyasal pratiği ve örgüt anlayışı iki "yoruma" kesinlikle kapalıdır.
Birincisi: Asıl olarak kendini tahkim edip pekiştirmekle, kimi yönlerden mükemmelleştirmekle yetinen örgütün, yaşanan süreçlerden görece veya büyük ölçüde uzak durup "müdahale edeceği" uygun konjonktürü ve anı beklemesi... "Buraya kadar söylenenler ışığında" böyle bir yorumun önü kesinlikle kapalıdır Çünkü diyalektik değildir; etkileşimin süreklilik taşıması gerekliliğini boşlar öznenin değişmeden (kendisi) ve değiştirmeden (dışı), "müdahale anı" için gerekli gücü kendi başına biriktirebileceğini varsayar.
İkincisi: Örgütün, ulaştığı en mükemmel konumuyla, bu mükemmelliği tarif eden özellikler aynen korunarak doğrusal biçimde büyümesi, genişlemesi ve kendi dışını kendisi haline getirmesi... Bu tür bir yorumun önü de kesinlikle kapalıdır; çünkü maddi yaşamda işçi sınıfınınki dâhil toplumsal bilinç, her zaman ve mutlaka eşitsiz ve kesikli biçimde gelişir. Safları ne kadar geniş olursa olsun bir örgütün kolektif bilinç düzeyi ile genel olarak toplumun ortalama bilinç düzeyi hiçbir zaman aynılaşmaz, tam tamına örtüşmez. Örneğin, "(...) bir patrona yöneltilen öfkenin veya sendikal bilincin devrimci bilinçle ya da sınıf bilinciyle karıştırılmasının" Lenin'in hiç yapmadığı" bir şey sayılması bundandır (bakınız, Bertell Ollman, Diyalektik Soruşturmalar, çeviren: Cenk Saraçoğlu, Yordam Kitap 2011, s. 217).
Bir güç, farklı özellikler taşımadıkça, kendi dışındakini ileriye taşıyamaz. Sonuçta, bu iki yorumun da önü kapalıysa, Lenin'in siyasal pratiğini ve örgüt anlayışını şöyle özetlemek mümkündür: Siyasal stratejiler üreterek ve (kitlelerin kendiliğinden örgütlenmelerini beklemeden) yeni örgütsel formların doğuşuna önayak olarak kendi dışına açılmak, en yakındaki halkalardan başlayarak kendi dışını etkilemek, yönlendirmek ve örgütlemek...
Lenin'i bulmanın iki yolu
Bu kez önceki gibi değil; iki yolun ikisi de açıktır ve meşrudur. Ancak, ilkinin bugüne dek çok kullanıldığını, ikincisinin ise henüz pek denenmediğini eklemek yerinde olacaktır. Birinci yolda, 19. yüzyıldan, Marx ve Marksizm'den başlayarak Lenin'e doğru ilerleyebiliriz. Burjuva devrimler dönemi, Manifesto, sınıf mücadeleleri, kapitalizm çözümlemesi, Paris Komünü vb. derken emperyalizme ulaşırız. Sonra karşımıza, düşüncesini hem Narodniklerden hem de legal Marksistlerden ayıran Lenin çıkar. Daha yeni "merhaba" demişken Bolşevik-Menşevik ayrışmasıyla karşılaşırız, İki Taktik, İşçi-Köylü İttifakı, Devlet ve İhtilal derken Nisan Tezleri'ne geliriz . Arkası var, ama uzatmaya gerek yok...
Böyle bir yol vardır; açık ve meşrudur. Ne var ki, "engebesiz" olduğu söylenemez. Bu yola çıkan, tarihin ilerleyişiyle birlikte çeşitli sorularla boğuşmak zorunda kalacaktır: Lenin aslında bir Marksist'ten çok Jakoben mi sayılmalıdır? Yoksa "Blankist" mi ilan edilmelidir? O kadar eleştirip dalaştığı halde öncülük ve devrim anlayışını kimi eski Rus devrimcilerden, örneğin Tkaçev'den edindiği söylenebilir mi?
Luxemburgun ileri sürdüğü gibi partiyi, üstelik partinin merkezini sınıfın ve kitlelerin yerine mi koymuştur? Yorulduysanız bitiyor: Lenin, Bolşevik örgütlenme ve öncülük anlayışını kabul eden Trotskiy'i görünce, kendisi de "sürekli devrim" fikrine mi gelmiştir? Tekrar olacak, ama tüm engebelerine karşın bu yol açık ve meşrudur. Üstelik bugün Türkiye sosyalist hareketinde örgütlü mücadelelerini sürdüren görece "eski" kuşaklar, bulundukları yere bu yolu izleyerek ulaşmışlardır. İsteyen gene deneyebilir; deneyenlerin çıkması kaçınılmazdır.
Gene de, bir başka yol daha vardır. Diyelim, "emperyalizm bitti, küreselleşme verelim" mavalını yutmadınız. Sosyalist sistemin çöküşünden sonra emperyalizmin yeni bir döneme girdiğini, bu dönemde kapitalist-emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin giderek keskinleştiğini görüyorsunuz. "Eşitsiz ve bileşik gelişmenin", zincirin kimi halkalarını özellikle zayıflatması kaçınılmaz görünüyor.
Diyelim, henüz ülkenizde olmasa bile, dünyanın çeşitli ülkelerinde kapitalizm karşıtı tepkiler giderek yaygınlık ve derinlik kazanıyor; hareketlenen kitlelerin "sosyalizm" istediklerini söyleyemiyorsunuz, ama kapitalizmden hoşnut olmadıkları da kesin. Kesin olan bir başka şey daha var: Kapitalizmin 2007-2008 yıllarında başlayıp süren krizi, organik bir krizdir.
Diyelim, ülkenizde sınıf hareketi henüz canlı değil; ancak, bileşimi değişmekle birlikte ülkede salt emek gücünü satarak yaşayanlar sayıca artmış, yani sınıf "ortadan kalkmak" şöyle dursun, daha da büyümüş. Gene de, sınıfın bilinçlilik biçim ve düzeyleri büyük farklılıklar gösteriyor. "Öncü işçi", salt bir kavram olmaktan çıkıp bir gerçeklik halinde karşınızda duruyor. Bu arada, görece küçük ölçekteki tekil işçi direnişleri bile yerine göre ses getirebiliyor. Diyelim, ülkenizde kapitalizm kendini ancak, 80 yıllık altlığını kökünden dönüştürerek sürdürme çabası içinde. Bu dönüştürmenin öyle kolay sonuçlanmayacağını, kimi tıkanma noktalarına gelip dayanacağını hesap ediyorsunuz. Üstelik ileride "son derece özgül bir tarihsel durumun ortaya çıkabileceğini", bu özgül durumda "birbirinden mutlak anlamda farklılaşan akımların, birbirine hiçbir şekilde benzemeyen sınıf çıkarlarının, birbirine kesinlikle zıt siyasal ve toplumsal yönelimlerin son derece çarpıcı biçimde bir araya gelebileceğini" öngörüyorsunuz (bakınız, Lenin, "Uzaktan Mektuplar", Selected Works, cilt 2, s.23).
Böyle durumlarda, güçlü ama görece ayrışmış bir özneye, tam da böyle durumlar için önceden hazırlanmış örgütlenmelere, ses getirici müdahalelere, tuttuğu ilk halkadan diğerlerine uzanan bir siyasete ve hepsinin getireceği yönlendiriciliğe ve sürükleyiciliğe ihtiyaç olmayacak mı?
Lenin ve Leninizm bir de bu yoldan bulunabilir.
Metin ÇULHAOĞLU
Komünist Dergisi
27 Nisan 2012, Sayı 356