Türkçe



PDF indir

 

 



SUNUŞ ÖNSÖZ

1628 kez bakılmış
29 Kasým 2023
00:00

Ortak çalışmanın önsözünü yazmak zor olsa da bir o kadar kolay olabiliyor. Kolaylığı, metinler içinde öne çıkan vurguların bütünlüğünü bozmadan daha sade bir dille anlatmak biçiminde somutlaşması diyebiliriz. Diğer bir yanı, toplam yazılardan yeni bir soyutlamanın yapılabilme imkânının ortaya çıkmasıdır.

Ortakçı ve eşitlikçi bir düzen diyoruz, bu düzenin adı sosyalizmden başkası olamıyor. İşçi sınıfı düzeni dediğimiz sosyalizm, adı üstünde işçiler tarafından kurulacaktır. Anlaşılması hiç de zor olmayan bir tanımlama yapalım. Eğer doğru olarak tanımlanmış bir sosyalizm ve yine doğru olarak tanımlanmış bir işçi sınıfı varsa bu ikisi mutlak suretle buluşacaktır. Dolayısıyla bu buluşmanın kendisi pratik değil teorik bir zorunluluktur. Zorunluluğun öne çıkardığı sosyalist dönüşüm kuramını politika alanından bilim alanına kaydırma işini üstlenen Marx ve yoldaşı Engels’in bilimselliğe katkısının kalıcı etkisini daha çok önemsiyoruz. Tabi ki Marx’ın şu açıklamasını unutmadan “Tarihsel hareketin bir ürünü olan bilim, bir andan sonra kendisini bilinçli olarak tarihsel hareketle birleştirmiş, doktriner olmaktan çıkmış ve artık devrimci olmuştur”. (Karl Marx /Felsefenin Sefaleti / Sol Yay. Sf: 124)

Türkiye sosyalist hareketi bir kriz yaşıyor diye başlayacağımız bir çalışmanın doğru olmayacağını düşünüyoruz. Meselenin içinde sosyalist hareketin kriz yaşadığının doğruluğu kadar, salt bu kavramlarla açıklamanın da eksikli olduğunu varsaydığımız için, sadece bu tespit üzerinden hareket etmeyi doğru bulmadığımız için böyle düşünüyoruz. Ayrıca, salt böyle bir tespit üzerine kurulacak bir çalışmanın, hem sosyalist harekete dışarıdan bakan bir göz izlenimi yaratacağını, hem de böyle bir çalışmanın eksikli olacağını düşündüğümüzdendir. Oysa bizler, sosyalist hareketin krizine sadece öznel nedenlerle değil aynı zamanda nesnel nedenlerle bakmayı yeğliyor ve buradan geçmiş, bugün ve gelecek bağlantısının kurulabilmesine bir katkı sunmayı önemsiyoruz. Bu katkının kolektif yapılabilmesi ise ayrıca önemsediğimiz bir yöntemdir.

Bu çalışmayı yapmak istememizin temel gerekçesine dayanak oluşturan durum, dün ve bugün arasında yaşandığını düşündüğümüz bir kopuşun tespiti üzerine kuruludur. Bu kopuş, Marksist literatürde tarif edildiği şekliyle, örgütsel ve siyasal sürekliliğin gelip dayandığı, eski durumu içererek bir sıçramayı zorunlu kılan kopuştan öte, böylesi bir kopuşa fazla benzemeyen, daha çok yeni siyasal durumun sosyalist hareketin önüne koyduğu pratik sorunların “çok fazla” oluşu kaynaklıdır. Üstesinden gelinmesi istenilen “çok fazla” ve “çok karmaşık” yeni sorunların, siyasal ekseni ve örgütsel işleyişleri dağıtıcı etkisi bu yeni tür kopuşu olanaklı hale getirmekte, hızlandırmakta ve sorunlu hale getirmekte. 

Önerdiğimiz, fazlasıyla “çok”laşmış sorunlar ve karmaşanın üstünden atlanarak, gelin biz işimizi yapalım kolaycılığı ya da anılara sığınmak değildir. Kuşkusuz anı kitapları bir boşluğu dolduruyor ve deney birikimini bir sonraki kuşaklara taşıyor olma özelliği taşıyor olsalar da, salt bu amaçla yapıldığında, bu tür çalışmaların iz bırakmakta zorlanıyor olduğu da ortadadır. Ayrıca buna rağmen çalışmamızın çıktılarından birisi de aynı zamanda anı çalışmasıdır. Bu nedenle anı dediğimiz olgunun, yaşandığı momentte duran, statik bir işlevinin ötesinde, tarih ve siyasetin içinde devinmeye devam ederek ve üzerine yeni deneyleri de ekleyerek, dün ve bugün arasındaki kopukluğu engelleyecek etkisinin siyasallığının önemsenerek ele alınabilmesi çalışmanın muradına ermesi anlamına gelecektir.

Bu nedenlerle çalışmayı, geniş bir spektrumdan bakarak yapmayı yeğliyoruz

Öncelikle meseleyi tarihsel gelişim içinde tarif edebilelim ki, muradımız anlaşılabilir olsun da istiyoruz.

Konumuz her ne kadar Türkiye içinse de, aslında, meseleyi, aynı zamanda evrensel olarak tasavvur edebiliriz. Ve bu duruma, her birimizin aynı zamanda bir yerelin sosyalist mücadelesinin insanı olduğunu eklediğimizde, yerel deneyden Türkiye ve dünya siyasetine, ideolojik bir bakış açısından yerel siyasete doğru işleyerek yol alan bir süreci de tarif etmiş olacağız.

Türkiye sosyalist hareketinin tarihi üzerine yapılan neredeyse bütün çalışmalarda 1960 ile 1980 arası dönem önemli bir referans noktasıdır. Bu dönemin referans olmasının temel nedeni, özellikle kendisini önceleyen döneme göre işçi sınıfı mücadelesinin ve sosyalist mücadele ve müdahalenin daha kitlesel olması, sonraki döneme ise varolma gerekçesi bırakmış olması nedeniyledir. Kapitalizmin, görece daha gelişkin olduğu, özellikle Batı Avrupa ve Amerika gibi bölgelerde bu dönemin öncesi de, Türkiye’ye oranla daha kitlesel sınıf mücadeleleri ve sosyalist siyasi deney biriktirmiş olsa da, Türkiye için önceki dönemi daha çok mayalanma dönemi olarak tarif edebilmekteyiz. Tarihin bu döneminde sosyalist mücadelenin içine doğmuş olan kuşakların, 12 Eylül gibi, tarihi, “öncesi” ve “sonrası” şeklinde bölebilen özelliğine rağmen, sonrası dönemi de öncesi dönemden kopartmadan süreklileştirebilme göreviyle karşı karşıya kalmışlar ve bu görevlerini önemli ölçüde yerine getirmişlerdir.

Bilindiği ve yeterince tarif edildiği üzere Türkiye burjuva siyasetinin 12 Eylül manevrası, Dünya kapitalizminin yeni bir evresi olan neoliberal dönemine eşlik eden, tarihi, “öncesi” ve “sonrası” olarak ikiye bölen, sermayenin yeni birikim sürecinin adıdır. Kapitalist dünyada II. Emperyalist paylaşım savaşının sonunda başlayan ve 1970’li yılların sonuna değin devam eden devletçi ve tırnak içinde kamucu, iktisadi ve siyasal sürecin sonunun gelip dayandığı ve bu nedenledir ki kapitalizmin eskiden olduğu gibi kendi doğal süreçlerini zorladığı dönemin başlangıcıdır bahsettiğimiz. Kar oranlarının düşme eğilimi, yeni tip bir sermaye birikim sürecini zorluyor, devletin rolünü, bir yandan sermayenin serbest dolaşımına açık hale getirerek “kamuculuk” tan uzaklaştırıyor, diğer yandan işçi sınıfı üzerindeki baskıcı, otoriter yanını güçlendiriyordu. Bu durumun çıktısı ise ancak 1990’ların sonundan itibaren açığa çıkan orta sınıfın nicel ve kültürel hegemonyası ile işçi sınıfının örgütsüz ve görünmez hale gelişidir. Bu nedenlerledir ki sosyalist hareketin yönelimi ve tartışmaları 2000’li yıllardan itibaren orta sınıf ve özellikle günümüzde orta sınıfın mülksüzleşerek işçileşmesi üzerine kuruludur.

Çalışmamız orta sınıf tartışmalarına girmek değildir elbette. Ancak, günümüz sosyalist siyasetinin kurulduğu bu alanların, yani, orta sınıf merkezli sınıf siyasetinin, “eski” ya da geleneksel sosyalist siyasetle bağının kopuyor oluşuna da kaynaklık eden özellikler taşıyor olmasının tespit edilmesidir. Sosyalist siyasetin bugün, yerelleşme çabasının öne çıkması, sosyalist siyasetin yön arayışında sınıf merkezli bir rotaya oturma ihtiyacıyla doğru orantılıdır. Yapmayı düşündüğümüz, anı, tarih ve süreklilik temalı bu çalışma, yerel bir deneyin içinden ve yerel siyasi tarihi içerdiği oranda, sosyalist siyasetin yeni ile eski arasında yaşandığını düşündüğümüz kopukluğunun giderilmesine önemli ölçüde katkı sağlayacağını düşünüyoruz.

Sosyalist sınıf siyasetinin temel gücü işçi sınıfının boşa düşürülmese de boşlanması, yara alması ve nihayet post-marksizme kapı aralanmasının ideolojik ve siyasi sonuçlarını da görmezden gelemiyoruz.

İşçi sınıfının devrimci mücadelesinde öncü güç, onun sınıf partisidir. Ancak post-marksistler için kapitalist sömürü biçim değiştirmiş olmalı ki, sınıf mücadelesi ve sonuç olarak da sınıf partisi de gerekliliğini yitirmekte ve Leninist parti anlayışı yerini farklı bir yapıya bırakmaktadır. Bu nedenle genel stratejinin gerektirdiği parti anlayışına karşı çıkmaktadırlar. Böyle bir partinin varlığı çok sert sınıf mücadelesi koşullarında yürütülen sosyalizmin kurulabilmesi için de gereklidir. Ayrıca bu nedenle de demokratik merkeziyetçi ve çok disiplinli bir örgüt yapısına sahip olma zorunluluğu vardı. Ancak bu koşulların ortadan kalkmış olduğunu ileri sürenler Leninist ilkelerle örgütlenmiş böyle bir partiye gerek olmadığını sık sık vurguluyorlar.

Sınıf mücadelesinin zor koşullarda yürütüldüğü dönemlere has parti gereğinin ortadan kalkışı önermesi, kapitalist sistemin ulaştığı düzeyle açıklanıyor. Modern ilişkiler ağı içinde olan demokratik toplumda öyle sınıf mücadelesi gibi çağdışı kalmış yöntemler geçerliliğini yitirmiş olduğundan burjuva demokrasisinin insanlara sağladığı çağdaş ve özgürlükçü ortam koşullarında mücadele biçiminin de yumuşaması gerektiği savunuluyor. Leninist parti oluşturulsa bile, bu partinin kuracağı sosyalizmin özgürlükçü bir sosyalizme yol açamayacağı iddia ediliyor. Ama Sovyetler Birliği’ndeki bugünkü duruma SBKP’nin Leninist parti olma özelliğini kaybetmesinden dolayı geldiğini bir türlü kabullenmek istemiyorlar.

Sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu koşullar, kapitalizmin gelişimi içinde, onun ilk ya da son dönemlerine ilişkin tarihi bir sürece dayalı olarak belirlenmez. Sınıf mücadelesinin zorluğu, her iki sınıfın güç dengesine bağlı olarak belirlenmesidir. Bu da sınıf mücadelesinin ulaştığı düzey ile yakından ilişkilidir. Sınıf mücadelesinin, tam tersine, kapitalizmin son dönemlerinde, başka bir deyişle içinde bulunduğumuz koşullar altında çok çetin ve keskin çizgilerle geçmesi daha olasıdır.

Sınıf mücadelesinin koşulları kesinlikle işçi sınıfı tarafından belirlenmez. Mücadelenin düzeyi kapitalist sınıfın karşı koyabilme gücüyle orantılıdır ve bu karşı koyuşun niteliği sınıf mücadelesinin yapısını belirler. Sınıf mücadelesi ne denli sert ya da yumuşak olursa olsun işçi sınıfı bunu zorunlu olarak kabul etmek zorundadır. Ama büyük bir olasılıkla, kendisi için hayati olacak bu mücadelede kapitalistler hiçbir zaman yumuşak olmayacaktır. Günümüze dek kapitalist ülkelerdeki sınıf mücadeleleri bunu somut olarak göstermiştir. İşte bu mücadelenin sürdürülebilmesi için disiplinli ve Demokratik Merkeziyetçi bir partinin varlığı zorunludur.

Bölgemiz niçin bir işçi havzası olarak kodlanıyor, önce buna bir bakalım. Biliyoruz ki, üç büyük fabrikanın yanı sıra irili ufaklı çok sayıda değişik üretim yapan işletmeler bu havzada kurulmuştur. Paşabahçe Şişe ve Cam, Paşabahçe Tekel, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikalarında çalışan işçiler aileleriyle birlikte yaklaşık 15 binleri buluyor. Bu somut gerçeklilik, bu havzayı işçi havzası olarak kotlamamızı haklı kılıyor sanırım. Bu fabrikalarda çalışan işçi ve emekçiler Türk-İş Konfederasyonu’na bağlı sendikalarda örgütlülüğünü korurken, Anadolu Hisarı Halat, Kandilli Yağ, Çubuklu Cam Fabrikaları’nın yanı sıra birçok mahalledeki dekor ve tekstil atölyelerinde çalışan çocuk ve kadın işçiler ağırlıklı işgücünü oluştursalar da örgütsüz ve sendikal örgütlenmeden uzak kalmışlardır.

Sendikalar ve grevleri işçi sınıfının bir sınıf olarak oluşumunun da ortamıdır. Sendikaların sömürüyü ortadan kaldırmak bir yana, kısıtlama çabalarındaki girişimleri bile çok ciddi sınırlamalarla karşı karşıyadır. Böyle olmasına karşın, işçilerin çıkarları ve ücret düzeylerinin yükseltilmesi mücadelesinin hiçbir yararı olamayacağı yaklaşımlarına pirim verilmemelidir, sendikaların kısıtlı da olsa işçilerin çıkarlarını savunabileceğinde ısrar edilmelidir.

Ancak, marksist kuram içindeki sendikaların önemi bunu aşan özelliğiyle buradan kaynaklanmaz. Gerçek olan, sendikaların sağlayacağı sınırlı ekonomik ve sosyal kazanımlar değil, örgütlü mücadelenin tam tamına kendisidir. Marksist kuram, sendikaların harekete geçirdiği mücadeleyi kapitalist toplumun iki ana sınıfı arasında bir savaşın savaş alanı ve sosyalizmin bir okulu olarak değerlendirir. Marx sendikal mücadeleyi ve grevleri “gerçek bir iç savaş” “uzatılmış bir iç savaş” a benzetmekten kaçınmamıştır. Sendikal örgütlü mücadeleden ve işçi hareketlerinden heyecan duymalı, gözlerimizin içi ışımalı ve devrim için sabırsızlanmalıyız.

Engels şöyle yazar: “Küçük çatışmalar olarak başlayan bu grevler, bazen hatırı sayılır mücadelelerle sonuçlanır; doğrudur, bunlar hiçbir şeyi belirlemez ama burjuvazi ile proletarya arasındaki belirleyeceği muharebenin yaklaşmakta olduğunun en güçlü kanıtlarıdır. İşçilerin, kendilerini kaçınılamayacak büyük mücadeleye hazırladıkları askeri okuldur bunlar; tekil sanayi iş kollarının işçi hareketine katıldıklarını ilan eden muhtıralardır.”

Marx’ın düşünce sisteminde bilinçlilik, kapalı bir sistem dediğimiz, maddi yapının, fabrika içindeki işçiye sosyalist bilinci vermesi var. Kapalı bir düşünce sistemini kıran Lenin fabrika içindeki işçiye sosyalizm bilincinin dışarıdan getirilmesi dediğimiz ilkeyi yerleştiriyor. Dışarıdan bilinç konusunda Lenin’in yazdıklarına yakından bakalım.

“ Ve bu işçi, Raboçeya Mysıl ve Raboçeya Dyelo’dan kendisine akıl öğretmeye gelenlere şöyle diyecektir: Bizim kendi başımıza pekâlâ üstesinden geleceğimiz bir işe böyle aşırı gayretkeşlikle karışmakla, kendinizi boş yere meşgul ediyorsunuz ve asıl görevlerinizden kaçıyorsunuz baylar. Sosyal demokratların görevinin iktisadi savaşımın kendisine siyasal bir nitelik kazandırmak olduğu yolundaki iddianızda zekice olan bir şey yoktur; bu, yalnızca bir başlangıçtır ve sosyal demokratların temel görevi değildir; çünkü Rusya dâhil bütün dünyada, iktisadi savaşıma siyasal nitelik kazandırmaya ilk kalkışan, çok kez, bizzat polis olmuştur; hükümetin kimi desteklediğini kavramayı işçiler kendileri öğreniyorlar. Yeni bir Amerika keşfetmiş gibi bu kadar övgüsünü yaptığınız “işçilerin işverenlere ve hükümete karşı iktisadi savaşımı”, bugün Rusya’nın her yanında, en ücra köşelerinde bile, grevlerden söz edildiğini işitmiş, ama sosyalizm konusunda hiçbir şey duymamış işçilerin kendileri tarafından yürütülmektedir. Elle tutulur sonuçlar vadeden somut istemler ileri sürerek biz işçiler arasında harekete geçirmek istediğimiz “eylemi”, biz zaten ortaya koyuyoruz ve günlük, sınırlı sendikal çalışmalarımızda, bu somut istemleri çoğu kez aydınlardan hiçbir yardım görmeksizin biz kendimiz ileri sürüyoruz. Ama bu eylem bize yetmiyor; biz yalnızca iktisadi siyaset lapasıyla beslenecek çocuklar değiliz. Biz ötekilerin bütün bildiklerini bilmek istiyoruz. Siyasal yaşamın bütün yönlerini ayrıntılı olarak öğrenmek ve tek tek her siyasal olaya etkin olarak katılmak istiyoruz. Bunu yapabilmemiz için, aydınların, bizzat bizim pek iyi bildiğimiz şeyleri biraz daha az yinelemeleri ve henüz bilmediğimiz şeyleri, fabrikadaki “iktisadi” deneyimin bize hiçbir zaman öğretmeyeceği şeyleri, yani siyasal bilgileri biraz daha fazla vermeleri gerekir. Bu bilgileri, siz aydınların edinmesi kolaydır ve bunları şimdiye kadar sunduğunuz miktarlardan yüz kez ve bin kez daha büyük miktarlar halinde bize sunmanız görevinizdir.” V. İ. Lenin/ Ne Yapmalı – Sol Yay. Sf: 83-84

İşçilerin üretim süreci içindeki sömürüyü sınırlandırma ve yeni hak talepleri dediğimiz eylemlilikleriyle kendi başına öğrendikleri kendi kurtuluşlarına yetmemektedir. İşçiler, kendi kurtuluşları olan sosyalizm konusunda siyasal ve ideolojik destek istiyor, bu da ancak aydınlar veya öncü parti kadroları tarafından dışarıdan verilebilir. Lenin’in bu yaklaşımı marksizme içkin olan bir katkıyı anlatıyor ve bir devrim niteliğindedir.

Ancak, bugünün sorunu, işçi sınıfına dışarıdan bilinçle sosyalizmi duyurmak değildir. Sınıf mücadelesinin tarihsel gelişimi içinde işçi sınıfı sosyalizmi duymuş ve zaman zaman da kendine yakın hissetmiştir. 15-16 Haziran işçi kalkışmasını yaratan ve tüm İstanbul’u kuşatan bir tarihselliğin içinden geçen işçi sınıfı, İzmir Tariş direnişinde, Fikri Sönmez ve arkadaşlarının Ordu Fatsa yerel yönetim örneğinde, büyük ve kitlesel Zonguldak işçi Ankara yürüyüşünde,  Ankara’nın göbeğindeki Tekel işçi direnişinde, 1 Mayıs alanlarında ve Haziran direnişinde sosyalizmi işitmiştir. Bugünün sorunu, işçi sınıfına kendi yönetiminin, sosyalist yönetimin gerçekleştirilebilir olduğunu anlatmakta düğümleniyor. Sorun, işçi sınıfında sosyalizm için politik iradeyi oluşturabilmektir. Şimdiki sorun, sosyalizmi duyan ve ne olduğunu bilen işçilere, sosyalizm bilincinin verilebilmesinin dışarıdanlığından çok, sosyalizmle bir kez tanışmış Türkiye proletaryasına sosyalizmin eylemli anlatım ve eylemli bilinç taşıma anlayışıyla yerine getirilmesi görevinin önümüzde durmasıdır.

Sonuç mu? İşçi sınıfını sosyalizme zorlamaktan çekinmemektir. 

Üretim süreci ve sosyal ilişki faaliyetlerinin içindeki nesnel konumları tarafından belirlenen sınıflar tanımı ve bu tanım içindeki sınıfın, işçi sınıfının öncü rolü ve belirleyiciliği yaklaşımı marksizmin en temel, en vazgeçilmez teorik ve ideolojik çözümlemelerinden bir tanesidir. Daha açık ve net ifadeyle marksizm, üretim ilişkileri içinde belirlenmiş konumu açısından işçi sınıfının siyasal ve toplumsal bir öncü özne olması gerekliliğini varsayar. Bu gerekliliğin altını bilimsel ve felsefi nedensellikler çözümlemesiyle de yerli yerine oturtur. Marksist kavramlardan yola çıkarak marksizmin tam boy karşısında boy gösteren post-marksist yaklaşımlar ise, işçi sınıfının siyasal ve toplumsal öncü özne olabilmesinin pek mümkün olamayacağını öne sürmektedirler. Post-marksistler, sınıf savaşını başat kabul eden bir siyasal iktidar mücadelesi yerine, orta sınıfları ve ideolojisini de içine alan ezen - ezilen ilişkisini öne sürmekte, yeni toplumsal hareket ve dinamikleri de unutmadan bir tür çokluk mücadelesini temel siyaset alanı olarak kabul etmekle birlikte; bu çokluk mücadelesi anlayışını da “radikal demokrasi” kavramıyla adlandırmaktadırlar.

Siyaset, nesnel değişkenlikle beraber süreçleri de içine alan örgütlü ve belli bir güce dayanarak etkileme, değiştirme ve dönüştürme sanatıdır. Siyaset, sizi, çıktığınız sürecin bütünlüklü bir modelini kurmanız gerektiğini hatırlatır ve sizden kendinizi bilmenizi de ister. Bolşevik Beykoz kadroları tarihsel sürekliliği içinde her dönem partili sosyalist mücadele geleneğinin sürdürücüsü olmuşlardır. Bugünlerde çokça tartışılan ve yaratılmak istenen sosyalist hareketin yerelleşmesi ve öne çıkması yaklaşımına özgül de olsa bir katkı Bolşevik Beykoz deneyimidir. İşçi sınıfı ve emekçilerle beraber bölge halkının sorunlarına yaklaşımda, kapitalist düzenle çelişik olan ilişkilerindeki dolayımı kurgulamış ve yine bu kurguladığı dolayımı sınıf mücadelesinin siyaset ve örgütlenme ayağına bağlamasını bilmiştir. Tarihsel sorumluluğu ölçüsünde partili sosyalist mücadele geleneğini sürdüren Bolşevik Beykoz, emek yüzlü Marx’a ve marksizme ve devrimi arayanlara yol göstermeye devam eden Lenin’e ve Leninizm’in özgül bağlamlı sosyalist devrim kuramına sahip çıkmış, yerellikte yeni kadrolarıyla birlikte kuram, ideoloji, örgüt ve siyaset ayaklarının bütünselliğini kurabilmek adına çok çaba sarf etmiştir.

Düşünülmüş somutu aşan ve dönüştüren tarihsel pratik geleceğimizi de belirler.