Fransa’da Sınıf Mücadeleleri Tarihi
Bilimin kaynakları arasında Alman felsefesi, İngiliz siyasal iktisatı ve Fransız sosyalizm mücadeleleri gösteriliyor. Sıralama da böyle. Ancak bu inceleme açısından Fransız sınıf mücadeleleri tarihini önceye almakta yarar var. Birkaç nedenle. Birincisi Marx, Almanya’dan sürüldükten sonra Fransa’ya geçti. Sonra İngiltere’ye. Fransa’da İngiliz siyasi iktisatı ile sınıf mücadeleleri tarihini inceledi. Ancak İngiliz siyasal iktisatını incelemeye, İngiltere’ye geçtikten sonra, “yeniden” başladı. Üçüncüsü ve asıl önemlisi Marx, “siyasal tezlerini” ekonomik tezlerinden önce geliştirdi.
Burjuva-Demokratik Devrim
Fransa’ya geçen marx’ın ne yaptığı konusunda Engels şu bilgileri veriyor. “Marx, siyasal iktisat ve Büyük Fransız Devrimi tarihinin incelenmesinden, arada bir Prusya hükümetine hücum etmeye vakit bulabiliyordu.” (29) Marx, Fransa’da Büyük Fransız Devrimini inceledi. Bazı kaynaklara göre Büyük Fransız Devriminin tümü üzerinde olmasa bile Robespierre’in liderliğindeki Jakoben Dönemi üzerine bir kitap yazmak istedi. Bu dönem, “Fransız terörü” ya da “terör saltanatı” dönemi olarak biliniyor.
Marx, Büyük Fransız Devrimi ve “Fransız terörü” konusunda bir kitap yazmadı. Fakat Neue Rheinische Zeitung Gazetesinde 15 Aralık 1848 tarihinde yer alan yazısında şunları yazdı. “Her iki devrimde (1648 İngiliz ve 1789 Fransız) burjuvazi gerçekten hareketin başını çekecek sınıf idi. Proletarya ve burjuvazinin bir parçasını oluşturmayan diğer kent nüfusunun bölümleri henüz ya burjuvazininkinden ayrı bir çıkara sahip değildi, ya da bağımsız olarak gelişmiş sınıflar veya sınıflar içinde gruplar düzeyine ulaşmamıştı. Bu yüzden 1793 ve 1794 yılları Fransa örneğinde olduğu gibi burjuvaziye karşı muhalefet ettikleri zaman, gerçekten burjuvazinin yöntemleriyle olmasa bile, burjuvazinin çıkarlarını gerçekleştirmek için savaşıyorlardı. Fransız terörünün tümü, burjuvazinin düşmanları olan mutlakıyet, feodalizm ve bölgecilikle, halkçı (plebyen) biçimde hesaplaşmaktan başka bir şey değildi.” (30)
1789 yılında başlayan Büyük Fransız Devrimi, feodaliteye ve feodalizmle uzlaşma yollarını arayan burjuvaziye karşı koruyan, bu anlamda, devrimi sağlamlaştıran 1793 ve 1794 yıllarındaki Jakoben diktatörlüğü oldu. Bu dönem için Engels de şöyle yazdı: “Terör saltanatı döneminde Paris’in ‘yoksul’ yığınları, bir an için üstünlüğü elde etmeyi başardılar ve böylece, burjuvazinin kendisine rağmen burjuva devrimini zafere götürdüler.” (31) Marksist bilimin kurucuları, burjuvazinin en büyük devriminde bile, burjuvazinin en devrimci eylemlerinde bile kalıcı sonuçların proletaryanın eliyle sağlandığını açıklıyorlar.
Büyük Fransız Devrimi, Mirabeau’nun Danton ve Robespierre isimlerini ön plana çıkardı. Murabeau’nun saray ve asilzadelerin maaşlı ajanı olduğu, “devrim günlerinde” kanıtlandı. Danton’un da rüşvet alan bir “devrimci” olduğu zamanında ileri sürüldü. Bugün de tarihçiler Danton’un rüşvetçiliğini, en azından bir “olasılık” olarak değerlendiriyorlar. Bu yüzden olsa gerek Robespierre’e rüşvet almaz, “bozulmaz” sıfatı layık görüldü. Hala da görülüyor. Hangi eğilimde olursa olsun Robespierre’in tarihin çıkardığı tek “mükemmel” burjuva-demokrat devrimci olduğunu söylemek mümkün. Bu yüzden olsa gerek işçi sınıfı devrimcileri Robespierre’den hep saygı ile söz ettiler. 1848 devrimcileri, Robespierre adlı bir gazete bile çıkardılar. (33)
Jakoben diktatoryası, Paris’e yayılmış Jakoben Kulüplerine dayandı. İlk burjuva devriminde “ikili iktidar” ortaya çıktı. Orta ve küçük burjuvaziyi toplayan Jakoben kulüpleri, yasama organına ve kamu güvenlik komitesi adıyla belirlenen yürütme organına egemen oldu. Fransız terörünün dayanağı yasama ve yürütme organı değil Jakoben kulüpleri oldu. Yasama ve yürütme organları, bu terörün uygulamasını üstlendiler. Jakoben kulüpleri gücünü yitirince Robespierre’in yönetimi de sona erdi. Robespierre, giyotine gitti.
“Küçük burjuvazi, arkasında proletarya olduğu sürece, burjuvaziye karşı devrimci bir tutumu sürdürebilir.”(34) Jakoben diktatoryasının, burjuvaziye rağmen burjuvazinin düşmanları ile mücadelesi de, arkasında Paris’in emekçileri olduğu sürece sürdü. “Milli ve inkılâpçı savunma siyaseti Convention Meclisine dışardan, Jacobin’ler ve halk inkılâpçıları tarafından zorla kabul ettirildi. İnkılâpçı Hükümet, Jakobin’ler ile halk inkılâpçıları arasındaki bu ittifaka dayandı, en iyi temsilcisini Robespierre’de bulan Jakobin orta burjuvazi de, bu ittifakın su götürmez idareci unsuru oldu.”(34)
Paris’in emekçileri (Sansculotte) Jakoben diktatoryasının itici gücü oldu. Jakobenler iktidara gelmek için Paris’in emekçilerinin desteğini kazanma ihtiyacını duydular. Bu desteği koruyabilmek için de emekçilerin isteklerinin bazılarını uygulamaya koydular. “Hainlere” karşı terör, fiyat kontrolü için “maksimum” fiyatların belirlenmesi, Hıristiyanlığın yerine “yüce varlığı” (insanı) konu alan yeni bir dinin geliştirilmesi hep Jakobenlerin, Paris’in emekçilerine verdikleri “ödünler” oldu.
Ancak Jakobenlerin verecekleri ödünlerin bir sınırı var:”Robespierre ve Jakoben Cumhuriyetin trajedisi, kendilerinin bu destekten soyutlanmaya mecbur olmalarından ileri geliyordu. Rejim, orta sınıf ile emekçi yığınların bir ittifakı idi, fakat orta sınıf Jakobenleri için Sansculotte’lara verilen ödünler, mülk sahiplerini ürkütmemek koşuluyla kütleleri rejime bağlamak için ve bunu sağladığı sürece hoş görülebilirdi.”(36) Jakobenler mülkiyet bilinci yüksek demokratlardı. Mülkiyet bilinçlerinin yüksek olması onları ücretleri dondurma politikasını uygulamaya zorluyordu. 1791 yılında kaldırılan grev hakkını yeniden tanımalarını önlüyordu. Marx, daha sonra Kapital’de grev hakkının, terör Saltanatı döneminde bile tanınmamış olduğunu yazdı. Emekçilerin desteğini alma ihtiyacı ise fiyatları dondurmaları sonucunu doğurmuştu. Jakobenler, bu iki politika arasında kararsız bir yol izlediler, izledikleri kararsız politika ile de emekçi yığınlarından soyutlandılar. Böylece devrim takvimine göre Thermidor ayının dokuzunda, normal takvime göre 1794 yılının 27 Temmuzunda Jakoben diktatoryası sona erdirildi. Burjuvazinin Thermidor gericiliği başladı.
Önce Robespierre ve yakın arkadaşları giyotine gönderildi. Sonra Paris komününün önde gelen 87 üyesi idam edildi. Fakat bu idamlarla iş bitmedi. Jakobenlerle emekçi liderlerin kütle halinde avlanması başladı. Bu iş, asker kaçağı gençlerden kurulu çeteler eliyle yapıldı. Büyük Fransız Devriminin kazanımları olan bu çetelerdeki gençler, saçlarını ikiye ayıran örmelerinden ve misk kokusu sürmelerinden hemen tanınırdı. Bu çetelerin liderlerinden birisi, sonradan yazdığı hatıralarında, nasıl bir araya geldiklerini şöyle anlattı: “Hemen hemen hepimiz de askere çağrılma emrine uymamış kimselerdik. Sambre et Meuse ordusunda bulunarak değil, asıl Paris sokaklarında kamu hizmetlerine daha çok faydalı olacağımız söylenmişti.”(37)
Paris, Fransa’nın merkezi, Fransa’nın yönetildiği başkent. Marx, “devrimci depremler anında işçiler Paris’i yönetir” diyor. Jakoben diktatoryasının sona ermesiyle Paris’in işçi ve emekçilerin devrim süreci içindeki etkinlikleri de sona erdi. Ancak bir süre sonra Fransız burjuva demokratik devriminin yönetimi Büyük Napolyon’un eline geçti. Napolyon, ordu içinde hızlı bir Jakoben taraftarı olarak yükseldi. Generallik rütbesini de Jakoben diktatoryası zamanında aldı. Napolyon zamanında Fransız Devrimi Avrupa’ya yayıldı.
Büyük “Napolyon, köylülük için bir isim değil bir program idi.”(38) Jakobenler, Paris’in işçi ve emekçilerinin desteğini alarak Fransız burjuva demokratik devrimini, burjuvaziye rağmen burjuvaziye karşı korudular. Büyük Napolyon, Fransız taşrasının köylülerinin desteğini alarak Fransız burjuva demokratik devrimini yerleştirdi, kurumlaştırdı ve yaydı.
1848 devriminden sonra Napolyon ismi Fransız tarihinde tekrar ortaya çıktı. Bu kez Büyük Napolyon’un yeğeni Lui Bonapart aracılığıyla. Lui Bonopart, Napolyon Bonapart’ın, Napolyon adının köylülük üzerindeki büyük etkisinden yararlandı. 1848 devriminden sonra önce cumhurbaşkanı seçildi, kısa bir süre sonra da darbe yaparak imparatorluğunu ilan etti.
Marx, Lui Bonapart için “hiçbir şey değildi, kendisinden başka her şeyi temsil ediyordu” diye yazdı. Büyük Napolyon’un “karikatürü” olarak niteledi. Ancak şunları da ekledi: Fransızlar, Büyük Napolyon’a, “on dokuzuncu yüzyılın ortasında karikatür olarak” sahip olabilirler.(39) Marx’ın bu değerlendirmesinin bir rastlantı olmadığını gösteren pek çok işaret var. Marksizmin kurucusuna göre, on dokuzuncu yüz yılın başına doğru burjuvazi artık devrimciliğini kaybetmeye başlamış durumda. Burjuvazi, artık karşı olduğu sınıflarla gerici ittifaklar peşinde. Bundan böyle artık burjuvazi köylülüğü bırakıp feodalite ile ittifaklar yapma durumunda. Bu yüzden on dokuzuncu yüzyılın ortasında Büyük Napolyon tekrar sahneye çıksa ancak kendisinin karikatürü olabilirdi.
On dokuzuncu yüzyılın ortasına doğru sınıf çelişkileri arttı. 1848 Şubat ayında Fransa’da yeni bir devrim oldu. 1848 Haziran ayında ise burjuvazi, proletaryayı ayaklanmaya zorladı. Modern zamanların bu ilk büyük sınıf savaşında proletarya yenildi. Proletaryanın yenildiğini Marx yazıyor. Fakat Marx, bu yenilginin kurbanını başka yerde görüyor: “Eğer Haziran başkaldırmasında bütün (Avrupa) kıtada burjuvazinin kendine güvenini artırdı ve burjuvaziyi, açıkça halka karşı feodal monarşi ile birliğe zorladı ise bu ittifakın ilk kurbanı kim oldu? Kıta burjuvazisinin kendisi. Haziran yenilgisi, burjuvazinin, egemenliğini pekiştirmesini ve yarı tatmin olmuş yarı hoşnutsuz halkı burjuva devriminin en düşük düzeyinde bir atalete sürüklemesini önledi.”(40)
Marx, Büyük Fransız Devrimini hem Fransa’daki daha sonra gelen devrimler için hem de diğer Avrupa ülkelerindeki devrimler için bir standart olarak kullandı. Neue Rheinische Zeitung Gazetesinin 31 Aralık 1848 tarihli sayısında çıkan yazısında, 1789 yılında Fransa’da yapılanın 1848 yılında Prusya’da yapılamayacağını belirtiyor: “Fransız burjuvazisi (işe) köylülüğün kurtuluşu ile başladı ve köylülerle Avrupa’yı zaptetti. Prusya burjuvazisi en acil, en dar çıkarlarıyla o kadar yüklü ki, bu müttefikini bile aldattı ve onun feodal karşı devrimin elinde bir araç olmasını sağladı.”(41)
On dokuzuncu yüz yılın ikinci yarısına girerken Marx, sınıf mücadelelerinin ayrıntılı incelemesinden bazı “siyasi tezler” çıkarıyordu. Bunlardan birisi doğrudan doğruya burjuva devrimleriyle ilgili. Neue Rheinische zeitung Gazetesinin aynı sayısında yer alıyor. “Marttan Aralığa kadar tüm Alman burjuvazisinin tarihinin de gösterdiği gibi Prusya burjuvazisinin tarihi, Almanya’da meşruti monarşi biçiminde burjuva hegemonyasını kuran saf bir burjuva devriminin mümkün olmadığını göstermektedir. Mümkün olan ya feodal ve mutlakiyetçi karşı devrim, ya da toplumsal-cumhuriyet devrimidir.” (42)
Bir diğer marx’ın Engels ile birlikte Londra’dan lmanya’ya gönderdiği 1850 Mart tarihini taşıyan “Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrı” adlı direktifte yer alıyor: “ Onlar (Alman işçileri) , kendi sınıf çıkarlarını belirterek, mümkün olur olmaz bağımsız siyasal pozisyonlarını alarak, demokrat küçük burjuvazinin iki yüzlü sözlerine kapılıp bağımsız olarak örgütlenmiş proletarya partisinin zorunluluğundan bir an için kuşku duymayarak nihai zafere en büyük katkıyı sağlamalıdırlar.” (43)
Proletarya Diktatoryası
Komünist manifesto, Babeuf ‘tan, “proletaryanın isteklerini her zaman dile getirmiş” bir devrimci olarak söz ediyor. Komünist Manifesto öncesi, “sosyalistler” arasında yalnızca Babeuf’e saygılı bir yer ayırıyor. Engels başka bir yerde, Babeuf’u, proletaryanın bir güç olarak ortaya çıkmasından önceki proleter devrimciler arasında sayıyor. Babeuf, ateşli bir Jakoben Diktatoryası taraftarı ve destekleyicisi ateşli bir özgürlükçü. Ancak daha büyük Fransız Devriminden önce özel mülkiyet ile özgürlüğün bağdaşmayacağının bilincine varmış durumda. Zamanında büyük sanayi sermayesi yok. Büyük toprak mülkiyeti var. Büyük toprak mülkiyetinin de, toprakların eşit ve küçük parçalara ayrılmasının da özgürlüğü gerçekleştirmeye yetmeyeceğini görüyor. Toprağın küçük ve eşit parçalara ayrılması ancak geçici bir çözüm olabilir. Toprak kısa zaman içinde bütünleşir ve büyür.
Jakoben Diktatoryası sona erdikten sonra Babeuf “eşitlerin isyanı” için hazırlığa girişiyor. Jakoben deneyiminden çıkardığı önemli dersler var. Bilinçli emekçilerden oluşan disiplinli ve merkezi bir örgüt ile iktidarı aldıktan sonra diktatorya. “Eşitlerin İsyanı” böyle bir örgüt ve amacı iktidarı aldıktan sonra emekçilerin diktatoryasını gerçekleştirmek. Bir anlamda jakoben diktatoryasını “tersine” çevirmek, “eşitlerin isyanı” hazırlığının amacı oluyor. Babeuf, amacını gerçekleştiremeden 1797 yılında giyotine gönderiliyor. Babeuf’un en yakın mücadele ve zindan arkadaşı Bunarrotti kurtuluyor. Bunarrotti, Babeuf’un Eşitlik Uğruna Rejimi Devirme Girişimi adlı kitabını 1828 yılında yayınladı. Bu kitap, Babeuf’un düşünce ve devrim yönteminin daha sonraki devrimcileri etkilemesini sağladı. Bunarrotti’nin kendisi ise devrim tarihine Auguste Blanqui’nin “öğretmeni” olarak geçti.
Blanqui, 1848 Devriminde proleter güçlerin lideri oldu. Proudonculuk ve Blanqui’cilik ile Blanqui 1848 ve 1871 Paris Komünü deneyimlerinin etkili akım ve liderleri oldular. Özellikle Paris Komünü, Proudonculuk ilk Blanqui’ciliğin mezarı oldu. Engels, Marx’ın “Fransa’da Sınıf Savaşı” adlı çalışmasına yazdığı önsözünde “her ikisinin de kendi okullarının öğretisinin gerektirdiğinin tersine yaptıklarını” belirtti. Paris Komünü deneyimi, örneğin Proudonculuğun tarihe karışmasında Marx’ın “Felsefenin Sefaleti” çalışmasından daha etkili oldu. Ancak, “Felsefe Sefaleti” yazılmamış olsa, Paris Komünü’nde mezara giren görüşleri kavramak mümkün olmazdı.
Komünist Manifesto, burjuvazinin devrimciliğinden coşku ile söz ediyor: “Burjuvazi, tarihsel olarak, en devrimci rolü oynadı. Burjuvazi kontrolü elde ettiği her yerde tüm feodal, ataerkil ve pitoresk ilişkilere son verdi. “Komünist Manifesto”dan iki yıl sonra yazılmış olan Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, Marx’ın, bu kez yenilgiden çoşku duyduğu izlenimi veriyor. Şöyle başlıyor: “Bu yenilgilerde baş eğen devrim değildi. (Baş eğen) devrim öncesi geleneksel eklentiler, keskin sınıf zıtlıklarına ulaşamamış toplumsal ilişkilerin sonuçları, Şubat Devriminden önce devrim tarafının kurtulmadığı ve ancak Şubatın zaferi ile değil bir dizi yenilgi ile kurtulabileceği kişiler, yanılgılar, kavramlar ve tasarılardır.”(44)
Aynı çalışmasında Marx, şunları da yazıyor: “Fransa’da küçük burjuvazi, normal olarak sanayi burjuvazisinin yapmak zorunda olduklarını yapar; işçi, normal olarak küçük burjuvazinin görevlerini yapar, işçinin görevine gelince, bu kim yapar? Hiç Kimse. Fransa’da bu yapılmamıştır, Fransa&da bu ilan edilmiştir.” 1848 Devriminde Fransa’da sosyalizm adına küçük burjuva birbiriyle çarpışıyor. “Tüm hareketi, onun eksenlerinde (moment) birine tabi kılan”, devrimci sınıf mücadelesini bir kenara itip sosyal üretimin yerine “bireysel ukalaların beyinlerini” koyan bu küçük burjuva reçetelerinin çarpışma ve yenilgilerinden yeni etkinlikler ortaya çıkıyor. Şöyle: “Proletarya artan ölçüde, burjuvazisinin Blanqui’nin adını bağladığı devrimci sosyalizm, komünizm, etrafında toplanıyor. Bu sosyalizm, devrimin sürekliliğinin açıklanmasıdır, sınıf ayrılıklarının genel olarak yok edilmesi, bunların dayandığı tüm üretim ilişkilerin yok edilmesi, bu toplumsal ilişkilerden doğan tüm düşüncülerin devrimcileştirilmesi için zorunlu geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatoryasıdır.”(45)
Komünist Manifesto’da yer almayan proletarya diktatoryası iki yıl sonra Marx’ın çalışmalarında belirmeye başladı. 1848 Devrimleri, bir yandan burjuvazinin devrimciliğinin, işçi sınıfı hareketi karşısında körleştiğini, burjuvazinin feodalite ile ittifaklar kurmaya başladığını, diğer yandan da, nüve halinde de olsa kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasını su yüzüne çıkardı. Engels, 1871 Paris Komününü proletarya diktatoryasına örnek olarak gösterdi. Marx ise, Paris Komününden çok önce, Weydemeyer’e yazdığı 5 Mart 1852 tarihli mektupta, en büyük buluşunun (keşif) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatoryası ile sonuçlanacağını ve proletarya diktatoryasının bütün sınıflarını yok edilmesi ve sınıfsız topluma ulaşılması için geçiş dönemi olacağını ortaya koymaktan ibaret olduğunu belirtiyordu. Aynı mektupta Marx, Ricardo’dan, proletaryanın en acımasız, en duygusuz düşmanı olarak söz ediyordu.
İNGİLİZ SİYASAL İKTİSADININ SONU
Doruğunu ve en son noktasını Ricardo’nun oluşturduğu İngiliz siyasal iktisatı Fransız burjuvazinin Büyük Fransız Devriminde yaptığını iktisatta yapmaya çalıştı. Adam Smith, değerin işgücü miktarı ile belirlendiğini ortaya koyarak siyasal iktisatta çok büyük bir sıçrama sağladı. Böylece sanayi burjuvazisi, ancak daha çok işgücünü kontrol ederek sömürüsünü arttırabileceğinin bilimsel dayanağına kavuştu. Bu, iktidara doğru yürüyen sanayi burjuvazisi için önemli bir silah oldu. Sanayi burjuvazisi, daha çok işgücünü kontrolüne almak için feodaliteye karşı yürüttüğü mücadelede, lonca sistemini parçalamada gerekli ideoloji ile donatılmış oldu.
Manifaktür aşamasının somut koşullarında Smith, burjuvazinin iktisatçısı idi. Sanayi devriminin başlamasıyla sahneye David Ricardo çıktı. Ricardo, burjuvazinin devrimciliğinin feodaliteye ve toprak sahipliğine karşı verilen mücadeleyi kazanmaya yetmediği bir zamanda, burjuvazinin yararına yeni ideolojiler yaratma işlevini üstlendi. Değer kuramını geliştirdi. Ama geliştirmekle yetinmedi. Sanayi burjuvazisinin feodalite ve toprak sahipliği karşısında çıkar birliğine sahip olduğunu ileri sürdü. Tüm Ricardo iktisatı, sanayi burjuvazisi ile toprak sahipliği arasındaki çıkar çatışmasında işçi sınıfı sanayi burjuvazisinin peşine takma girişiminden başka bir anlam taşımadı.
Ricardo, “Aynı ölçüde sürekli bir neden ücretleri yükseltmedikçe, hiçbir sermaye birikimi karları sürekli olarak düşüremez.” Diyor. Burada karların düşüşü yalnızca ücretlerin yükselmesine bağlanıyor. Ricardo, ücretlerin yükselmesinin dışında kapitalist ekonomi için bir sorun ve karların düşmesi için de bir neden görmüyor. Buraya kadar, Ricardo’nun kar ile ücret arasında bir zıtlık gördüğü izlenimi edinilebilir. Böyle bir izlenim yalnızca görüntüye dayanır. Çünkü Ricardo, ücretlerin yükselmesini başka bir yerde arıyor ve yalnızca tarımda buluyor. Ricardo’ya göre ücretlerin artması ve dolayısıyla da karların düşmesinin nedeni tarımda verimliliği artırmanın güç olması. Tarımda verimliliği arttırmak giderek güçleştiği için, işgücünün yeniden üretilmesi için gerekli besin maddelerini üretmeye daha çok işgücü ayırmak gerekiyor. Bu yüzden de tarımsal malların fiyatları yükseliyor. Bu yüzden de hem cari ücretler yükseliyor hem de toprak rantı artıyor.
Bu yüzden, Ricardo’ya göre, “kar oranının düşmesi, cari ücretlerin artması ve reel toprak rantının büyümesiyle birlikte ortaya çıkıyor.”(46)
Ricardo, tarımda azalan verimlilik nedeniyle, belli bir düzeyden sonra tarımda eklenen her işçinin öncekinden daha az verimli olacağı varsayımıyla işgücü için gerekli besinleri üretmek amacıyla daha çok işgücü kullanılması gerektiğini özellikle vurguluyor. Bunun sonucunda da Ricardo’ya göre de cari ücretlerin artması hiçbir zaman reel ücretlerin artması anlamına gelmiyor. Tarımda verimliliğin azalması, bu yüzden, yalnızca gerçek toprak rantının büyümesi sonucunu doğuruyor. Ricardo böylece, işçi sınıfının gerçek düşmanın, toprak sahipliği olduğunu kanıtlamış oluyor. Sanayi burjuvazisinin ücretleri baskı altında tutmasının, toprak rantı olduğu sürece, kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu kanıtlamış oluyor.
Ricardo, burjuvaziye bu ideolojik silahı verebilmek için tarıma, tarımdan da “organik kimya” alanına kayıyor. Ricardo, burjuvaziye bu ideolojik silahı verebilmek için siyasal iktisatı bırakıp tarım teknolojisi alanına kayıyor. Şöyle: “Ricardo, sermaye birikimiyle birlikte sanayide artan emeğin verimlilik gücünün, tarımda azaldığını varsayıyor. O, iktisattan kaçıp organik kimyada sığınak arıyor.”(47) Buradaki organik kimya doğrudan doğruya tarım teknolojisiyle ilgili. Ricardo iktisatının tarımda verimliliğin azalacağı varsayımı, daha sonra tüm burjuva iktisatının “azalan verimler yasasının” temelini oluşturuyor. Değer kuramını geliştiren Ricardo sisteminin verimliliğin azalacağı varsayımı, diyalektiği geliştiren Hegel sistemindeki idealist felsefenin gördüğü işleve benzer bir yere sahip. Gerici bir işleve sahip. Üstelik bu tez, Ricardo sonrası burjuva iktisatta ve bugünün çağdaş burjuva iktisatında, tarım alanından taşıp tüm iktisatın temel varsayımı haline geliyor.
Adam Smith, değer kuramını, uzun bir tarih kesiti içinde gelişen somut duruma dayanarak keşfetti. David Ricardo’nun “katkısının” da somut koşullara uyan dayanağı var. Ancak bir anlamda geçici. On dokuzuncu yüzyılın başında Fransız-İngiliz savaşlarının yarattığı özel koşulların ve çeşitli zamanlarda çıkarılan Tahıl Yasalarının (Corn Law) özel bir yeri var. Tahıl Yasaları, İngiltere’ye ithal edilecek tahıllara yüksek gümrük koyarak iç piyasada tahıl fiyatlarının yükselmesini sağladı. Şöyle: “Toprak sahipleri yasaların çıkmasında genel olarak önemli ve özel olarak da İngiltere’de baskın bir etkiye sahip oldukları için, bu durumu, tüm kiracılar sınıfının (tarımda kiralık topraklar üzerindeki kapitalist çiftçiler. Y.K.) aleyhine kullanmayı becerdiler. Örneğin, anti-Jakoben savaşları sırasında aylak toprak sahiplerinin anormal ölçüde yüksek rantlarını (yıllık kiralarını) sürdürebilmeleri için konulmuş bir ekmek vergisi olan 1815 Tahıl Yasası, olağan üstü yüksek birkaç hasat yılının dışında, tarım ürünleri fiyatlarının, tahıl ithalatı sınırlandırılmamış olsa idi düşeceği düzeyin çok üstünde bir düzeyde gelişmesini sağladı.”(48) Ricardo, bu özel durumdan, “ebedi” olduğuna inandığı kapitalizm için, her zaman geçerli yasalar çıkarmaya çalıştı.
Ancak Marx, bu özel durumdan da Ricardo’nun çıkardığı sonuçların çıkarılamıyacağını gösterdi. İngiliz Parlementosu, Tahıl Yasasının görüşülmesi sırasında ücretlerle ilgili ayrıntılı bir araştırma yaptırdı. Marx, bu çalışmayı, on dokuzuncu yüzyılda ücretler tarihi üzerinde yapılmış “en değerli” çalışma olarak niteledi. Bu çalışma “anti-Jakoben savaşları sırasındaki yüksek rantların ve buna uygun olarak da yüksek toprak fiyatlarının, ücretlerin bir bölümünün alınması ve böylece ücretlerin gerekli minimum düzeyin de altına düşürülmesinden başka bir nedene bağlanamayacağını; diğer bir deyişle, normal ücretlerin bir bölümünün toprak sahiplerine aktarılmasından doğduğunu, inandırıcı bir biçimde ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayarak kanıtladı.”(49) Toprak rantının yüksek olmasının, yalnızca işçi sınıfının sırtından gerçekleştirdiği, Ricardo’nun özel somutunda da ortaya çıktı. Ricardo, toprak sahiplerini gösterip sanayi burjuvazisinin işçi sınıfının hedefi olmadığını kanıtlamaya çalıştı. İşçi sınıfının hedefini şaşırtma girişimlerinin, işçi sınıfı düşmanlığı ile özdeş olduğu ise Marksizmin doğuşundan beri biliniyor.
Marksizmin doğuşundan beri bilinenler, somutun soyutlanarak bir bilim haline dönüştürülmesinden başka bir anlama gelmiyor. Bilimin katkısı da burada ortaya çıkıyor. Ricardo’nun işçi sınıfı ile sanayi burjuvazisini, toprak sahipliğine karşı birleştirmek için harcadığı kuramsal çabalar, pratikte de geçerlilik kazanamıyor. Şöyle: “İngiltere’de Tahıl Yasalarının ilgası için sürdürülen büyük ajitasyonlar döneminde İngiliz imalatçıları, toprak sahipleri ile ancak işçileri öne sürerek baş edebileceklerini düşündüler. Fakat işçilerin çıkarları, imalatçıların çıkarlarına, imalatçıların çıkarlarının toprak sahiplerinkine olduğundan, daha az karşı olmadığı için işçilerin toplantılarında imalatçıların başarı elde edememeleri doğaldı.”(50)
RİCARDO’YA DAYALI İLERİCİLİĞİN SONU
Burjuvazi, Ricardo’dan sonra burjuva iktisatını bayağılaştırdı. Vulgarize etti. Emperyalizm ise burjuva iktisatçılarını bayağılaştırdı. Burjuva iktisat “otoritelerini” metalaştırdı. Çağdaş günlerde burjuvazinin en çok metalaştırdığı iktisat ‘otoritesi’ ünlü Amerikan iktisatçısı Paul Samuelson oldu. Samuelson, emperyalist aşamada en çok metalaştırılan, ünü en çok yayılan burjuva iktisatçılarından birisi oldu. Bu yüzden en çaplı ve yetenekli burjuva iktisatçısı sayılıyor.
Çağdaş günlerde burjuvazinin en çaplı ve yetenekli iktisatçıların başında Oxford’lu John Hicks var. Marx’ı okuma zahmetine katlanmayan Hicks, yakın zamanlarda şunları yazıyor: “Ricardo’nun özel konusu Tahıl Yasaları olduğu için tarım sektörünü, ekonominin diğer bölümünden ayırmak zorunluluğu duydu. O, benim görüşüme göre smith’in yapmış olduğu gibi, bu sektörü bütünün temsilcisi olarak alamazdı. Fakat onun tarım sektörü Smith’inkinin benzeridir. Tahılı tahıla çevirmek, emeği beslemek veya tersini yapmak için bir araçtır. En temelli ayrılık, Ricardo’nun İngiltere’sinde Napolyon ablukası deneyiminin bir kıt faktör olduğunu vurgulamasıyla, toprağın bir kıt faktör olarak alınmasıdır. Ricardo’nun gösterdiği toprak kıtlığının nasıl tarımın genişlemesini ve bu yüzden de, sağlam bir yargı olduğundan emin olmadan, bir yargı ile nasıl genel olarak ekonominin genişlemesine bir sınır koyduğunu ortaya koymasıdır.” Burjuva iktisatçısı Hicks de artık Ricardo iktisatının tarıma dayanan ve tarımdan kaynaklanan bir genelleme olduğunu kabul ediyor. Hicks, Tahıl Yasaları ile ilgili olarak yazdığı dipnotta da şunları söylüyor: “Geçerken (Tahıl Yasalarının) kesin yayınlanma tarihinin 1815 Şubatı olduğunun belirtilmesi oldukça ilginçtir. Ricardo da, Malthus da bir ay sonra Napolyon’un Elbe’den kaçacağını bilmiyorlardı. Bu yüzden de her ikisi de halen sağlanmış sandıkları ‘Barışın Ekonomik Sonuçları’ üzerinde kafa yoruyorlardı. Waterloo’dan sonra, Haziran’da, onların tartışma konuları tekrar güncelleşti.” (51) Böylece son zamanlarda başlarında Cambridge Üniversitesi’nden Sraffa’nın bulunduğu Yeni Ricardocuların, ya da “Cambridge Okulu” taraftarlarının bütün zamanlarına ve Ricardo’yu yeniden canlandırmak için gösterdikleri bütün çabalara karşın Ricardo’dan bugünün burjuva iktisatına yalnızca “azalan verimler” yasası kalıyor. Marx’ın organik kimya ya da tarım teknolojisi ile ilgili bulduğu, Lenin’in ilk okul öğrencilerinin zeka derecesine layık gördüğü bu “yasa” bugün yaygın ve “resmi” burjuva iktisatının temel dayanağı olmakta devam ediyor.
Marx, büyük bir bilim adamı ve dolayısıyla usta bir soyutlamacı idi. Marx’ın en büyük soyutlamalarından birisi “basit meta üretimi” oldu. Türkiye’de ve dışarıda basit meta üretimini bir üretim biçimi düzeyine çıkarmak isteyen “Marksistler” görüldü. Basit meta üretimi bir soyutlamadır. Ancak Marx’ın tüm soyutlamaları gibi tarihten, somuttan kaynaklanan bir soyutlama. Basit meta üretimi, her üretim biçiminde görüldü. Fakat hiç birisinde bir üretim biçimi niteliğini alamadı. Hiçbir zaman baskın ve tüm ilişkilere damgasını vuran bir üretim türü olamadı.
Kapital’in birinci cildinde, üstelik de “kapitalist birikimin tarihsel eğilimi” bölümünde bunu çok net biçimde açıklıyor. Tek başına bu bölüm bile Marx’ın okumadan “Marksist bilim adamı” olmanın ne kadar kolay olduğunu gösteriyor. Şöyle: “Kuşkusuz, küçük (basit) üretim biçimi, esaret, serflik ve diğer bağımlılık durumlarında da vardır. Fakat bu, emekçiler harekete geçirdikleri üretim araçlarının özel mülküne sahip olunca gelişir, tüm enerjisini ortaya koyar, yeterli klasik biçimine ulaşır. Toprağını süren köylü, usta olarak kullandığı araçlarına sahip zanaatkar. Bu üretim biçimi toprağın parsellenmesini, diğer üretim araçlarının dağılmasını, varlığının ön koşulu olarak, gerektirir.” (52)
Her bilim adamının, her bilim kurucusunun, yaptığı ya da yapmak zorunda olduğu soyutlamanın bir amacı var. Soyutlama için soyutlama yapılmaz. Basit meta üretimi soyutlaması, kapitalizmin işleyiş yasalarının belirlenmesi için gerekli. Kapitalizmde değer emek miktarına göre belirlenir. Kapitalizmde fiyatlar, değer yasasına göre belirlenir. Ancak kapitalizmde fiyatlar değerden sapma gösterir. Ancak, kapitalizmde fiyatların değerden sapma göstermesi, yönetici ilkenin değer yasası olduğunu gözlerden uzak tutmaya yetmez. Gözlenen sapmalar, özün görülmesini önlemez. Önlememesi gerekir. Önlenmemesi gereken yalnızca değer yasasının geçerliliği değil. Daha önemlisi bütün değerin işgücü tarafından yaratıldığı. Artık değerin, adı kar olsun faiz olsun rant olsun, artık değerin işgücünün yarattığı değerden işçilere ödenmeyen bölüm olduğu.
Kapitalist sistemin işleyişinin kavranmasında en yaratıcı soyutlamalardan birisi olan basit meta üretimi kavramını Marx ortaya koydu. Ancak Marx, basit meta üretimini ayrıntıları ile geliştirmedi. Bunun yerine basit yeniden üretim şemasını geliştirdi. Üstelik ayrıntılı bir biçimde geliştirdi. Basit yeniden üretim şemasının, basit meta üretimi kavramının bir uzantısı olduğunda kuşku yok. Ayrıca üretimin, aynı ölçekte, aynı teknoloji ile ve üretim araçlarının yıpranmasına ayrılanların dışında bütün artık değerin tüketilmesiyle tekrarlanmasına dayanan basit yeniden üretim şemasının da bir soyutlama olduğunda kuşku yok.
En azından Marx, hiçbir kuşku bırakmıyor. Şöyle diyor: “Basit yeniden üretim, aynı ölçekte yeniden üretim, bir yandan, akümülasyon veya genişletilmiş ölçekte yeniden üretimin yokluğu kapitalist koşullarda garip bir varsayım olduğu, diğer yandan da, farklı yıllarda üretim koşulları (varsayıldığı gibi) değişmeden kalamayacağı için bir soyutlamadır.” (53) Kapitalist sistemin işleyişini açıklamak için geliştirilen bu soyutlama için, Lenin de şunları yazıyor: “Kuşkusuz, hem tüm toplumun üretimi her yıl önceki ölçekte kalamayacağı ve hem de akümülasyon kapitalist sistemin bir yasası olduğu için gerçekte basit yeniden üretim olamaz.”(54)
Basit meta üretimi ve buna dayanan basit yeniden üretim, tarihsel ve mantıksal bir soyutlama. Fakat bu soyutlama, bir somutu kavrayabilmek, bir somutun işleyiş yasalarını ortaya koyabilmek için geliştirildi. Ayrıntı ile geliştirilen basit yeniden üretim şeması ile kapitalist sistemin işleyiş yasaları, üstelik saf biçimleriyle, ortaya kondu. Değer kuramı da, bu soyutlamaya dayanılarak bilimsel açıklık ve bütünlüğe kavuşturuldu.
Değer kuramına göre değer, işgücü miktarına göre belirlenir. Metanın üretilmesi için gerekli canlı ve birikmiş emek toplamına göre belirlenir. Bir metanın değerinin öğeleri c,v,s. C, sabit sermaye, v, değişken sermaye ve s de artık değer. (Sabit sermaye iki bölümden oluşuyor. Bugünkü deyişle yatırım ve işletme sermayesi. Makine ve binalar ile hammadde ve yarı mamul. Bunlara, karışmayı önlemek için, bağlı sermaye ve dönüşen sermaye demek gerek. Bağlı sermaye ile dönüşen sermaye, sabit sermayeyi meydana getiriyor.) Basit yeniden üretimde S/V olarak tanımlanan sömürü oranı her meta üretim dalında aynı. Bir üretim dalından diğerine değişmiyor. Dolayısıyla ekonominin tümündeki artık değer toplamı S ve işgücüne yapılan ödemelerin toplamı V ise, ortalama artık değer oranı, yani S/V, her üretim kolundaki artık değer oranı olan s/v ile aynı.
Basit yeniden üretimde bir metanın değeri, eğer bu meta (ı) alt yazısı ile gösterilirse, şöyle: c, + v, + s, . Bu metanın toplam değerindeki artık değer olan s, ise değişken sermaye ile sömürü oranının çarpımına, yanı v, s,/v,’e eşit. Basit yeniden üretimde sömürü oranı değişmiyor: s1/v, ekonominin bütününe ait ortalama sömürü oranına, yani S/V ye eşit. Bu bilgiler c, + v, + s, gösterilişindeki yerine konulacak olursa ortaya şu çıkıyor: c, + v, +S v1/V. Bunun ise anlamı çok açık. Bir ekonominin bütününde, artık değerin üretim kolları arasında dağılımı, artık değerin her meta üretimine dağılımı, her üretim kolunda veya her meta üretiminde kontrol edilen değişken sermayeye, daha açık bir deyişle, kontrol edilen işgücüne göre oluyor. Bir ekonomideki toplam artık değerin “kapitalistler” arasındaki bölüşümü, doğrudan doğruya, her “kapitalistin” kontrol edip çalıştırdığı işgücünün miktarına göre belirleniyor.
Bunun son derece devrimci bir buluş olduğunda kuşku yok. Değer kuramı, Smith ve Ricardo’da olduğu halde, bu açıklık, her ikisinde de yok. Bu açıklık ancak Kapital’de var ve ancak Kapital’e dayanılarak ortaya konabilir. Bu açıklığı da işçilerin kolayca görebileceğinde kuşku yok. Kapital’in işçi sınıfının el kitabı olması bu yüzden. Fakat doğrudan üreticinin üretim araçlarına sahip olması devamlılıktan yoksun. Tarihsel gelişme, doğrudan üreticiyi üretim araçlarından yoksun ediyor. Burjuva tarihçileri ve burjuva tarihleri bu yoksun etme sürecinin yalnızca bir yanını, işlerine gelen yanını, kaydediyor: “Üreticiyi ücretli işçiye çeviren tarihsel hareket, bir yanıyla, onların serflikten ve loncaların bağlarından kurtuluşu olarak görünmektedir ve bizim burjuva tarihçilerimiz için, yalnız bu yanı vardır. Fakat, diğer yanda, bu yeni kurtarılmış insanlar, üretim araçlarından ve eski feodal düzenin sağladığı bütün garantilerden soyulduktan sonra, kendilerinin satıcıları durumuna gelmektedirler. Ve bunun, onların mülksüzleştirilmesinin tarihi, insanlığın yıllıklarında kan ve ateşle yazılmaktadır.”(55)
Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmesiyle üretim araçları kapitalist sınıfın elinde toplanmaktadır. Bu sermayenin egemenliği dönemi oluyor. Bu dönemde bütün ilişkilere sermaye hakim. Sermayedarların kendi aralarındaki ilişkilere de sermaye hakim. Artık, artık değerin sermayedarlar arasında bölüşülmesine de sermaye hakim. Her sermayedar, işçi sınıfının yarattığı toplam artık değerden, sermaye sınıfının elindeki toplam sermaye içindeki payı ölçüsünde bir pay alacak. Sermayenin egemenliğinde başkası düşünülemez. Bu yüzden, kapitalizmde sömürü oranı değil kar oranı eşitlenecek. Her meta üretiminde, tüm üretim kollarında kar oranı birbirine, bunlar da ekonomideki ortalama kar oranına eşit olur. Ekonomideki ortalama kar oranı ise toplam artık değerin, yani S, sabit ve değişken sermaye toplamından elde edilen toplam sermayeye, yani C+S, bölümü ile elde edilir.
Burada her metanın değeri yine c, +v, +s, ye eşit. Yalnız her kapitalistin payına düşen artık değerin, yani s, belirlenmesi farklı. Her kapitalistin payına düşen artık değer, yani s, her kapitalistin toplam sermayesinin, yani c, +v, ekonomideki ortalama kar oranı ile, yani S/C+V, çarpılmasıyla belirlenir. Başka bir deyişle kapitalizmde her kapitalistin payına düşen artık değer, yani s, (c, +v,) S/C+V ye eşit olur. Bu durumda, basit yeniden üretimdeki gösteriliş şöyle değişir: c, +v, +S (c, +v,)V. Böylece bir kapitalist ekonomideki toplam artık değerin kapitalistler arasındaki bölüşülmesinin her kapitalistin toplam sermayesinin, söz konusu toplumdaki tüm kapitalistlerin toplam sermayesine oranına göre yapıldığı ortaya çıkar.
Marx, c, +v. + (c, +v,) S/C + V eşitliğinin ortaya çıkardığı sonuca ayrı bir isim veriyor: Üretim fiyatları. Kapitalizmde basit yeniden üretimden farklı olarak, üretim fiyatları geçerli oluyor. Üretim fiyatlarında sabit sermaye, değişken sermaye ve bunların toplamının ortalama kar oranı ile çarpılması var. Kapitalist ve ancak kapitalist kadar kör olan burjuva bilim adımı, bunları gözlediği için kar, faiz ve rant biçiminde ortaya çıkan artık değerin sabit ve değişken sermaye tarafından yaratıldığını ileri sürüyor. Çoğuna göre artık değeri yalnızca sermaye yaratıyor; daha az “insafsız” olanlarına göre ise sermaye ile işçiler beraberce yaratıyor.
Marx’ın büyük yaratıcılığı burada. Kapitalizmde üretim fiyatlarının geçerli olduğuna ve üretim fiyatlarının değerden saptığına hiçbir itirazı yok. Ancak bu sapmaya karşın üretim fiyatlarının oluşmasında ve üretim fiyatlarının değişmesinde yönetici ilkenin değer kuramı olduğunu ortaya koyuyor. Hem kuramsal hem de tarihsel olarak. Bunu da bütün açıklığıyla belirtiyor: “Fiyatlara ve fiyat hareketine değer yasasının egemen olması bir yana, metaların değerinin yalnızca kuramsal olarak değil aynı zamanda tarihsel olarak da, üretim fiyatlarından önce (prius) geldiğini kabul etmek çok yerindedir. Bu, emekçinin kendi üretim araçlarına sahip olduğu duruma, kendi emeğiyle yaşayan toprak sahibi çiftçinin, kadim ve modern dünyadaki zanaatkarın durumuna uyar.” (56) Ve basit meta üretimine dayanan bazit yeniden üretim şemasında sömürü oranının eşitlenmesi, rekabetin emekçiler arasında olmasından ileri geliyor. Kapitalizmde kar oranının eşitlenmesi rekabetin sermaye arasında olmasından doğuyor. Ve Marx, görüntü ile sapmalara aldırmaksızın kapitalizmde değeri yaratanın işgücü olduğunu, işgücünün sömürüldüğünü, yönetici ilkenin değer yasası olduğunu bilimsel olarak kanıtlıyor.
Her bilim adamı soyutlama yapar. Burjuva bilim adamları da soyutlama yapar. Fakat burjuva bilim adamları, somutun en can alıcı noktalarını soyutlar. Ricardo da soyutlama yaptı. Fakat burjuva iktisatçısı Ricardo, burjuvazinin egemenliğinin can alıcı noktasını soyutladı. Ricardo, tüm iktisatını sabit sermayeden soyutladı. “Ricardo, tüm sermayeyi değişken sermaye olarak ele alır ve arada sırada avans olarak sözünü ederse de, sabit sermayeden soyutlar.”(57) Burjuva bilim adamı Ricardo için tek sermaye var: Tahıl. Emekçinin ve işçinin yaşamını sürdürebilmesi için tek gerekli olan tahıl üretim için gerekli olan da yalnızca tahıl. Çünkü Ricardo’nun modelinin özü, tarım. Tarımda da, kapitalist tarımcılar için, yalnız işçi ve tohum gerek. Ricardo’nun soyutlamasında tahıl her iki işlevi de görebiliyor. Marx’ın “arada sırada avans olarak sözünü ederse” dediği bu. Kapitalist çiftçi toprağa ve işçiye “avans” olarak yalnızca tahıl vermek zorunda. Çağdaş burjuva iktisatçısı Hicks’in, Ricardo için, “tahılı tahıla çevirmek, emeği beslemek” dediği de bu.
Ricardo’nun bu soyutlamasının çok “vahim” sonuçları var. Marx bunu çok açık bir biçimde belirtiyor: “Ricardo’nun (ve Barton’un, Ricardo’nun tilmizlerinden birisi, Y.K.) bakış açısının arkasında yatan, her sermaye birikimin değişken sermayede bir artışa özdeş olduğu, bu yüzden sermaye birikimiyle birlikte ve doğrudan doğruya aynı oranda, emek talebinin de artacağı temel varsayımından hareket etmesidir. Fakat sermaye birikimiyle birlikte sermayenin organik bileşimi değiştiği ve sermayenin sabit bölümü değişken bölümünden daha hızlı arttığı için bu yanlıştır.”(58) Sabit sermayeden soyutlandığı için, böylece, sermayenin organik bileşimi Ricardo’nun çözümlemesinin dışında kalıyor.
Ayrıca sabit sermayeden soyutladığı için “Ricardo, sömürü oranı ile kar oranını özdeş tutuyor.” (59) Sabit sermaye olmayınca artık değerin değişken sermayeye bölümü olan sömürü oranı ile yine artık değerin sermayenin toplamı sayılan değişken sermayeye bölümü olan kar oranın özdeş olması kaçınılmaz. Ancak gerçekte bunlar birbirine eşit değil. Çünkü sömürü oranı, yani s/v, daima kar oranından, yani s/c+v, büyüktür.
Ricardo’nun “basit” soyutlamasının Ricardo için yol açtığı “bulguların” burjuvazi bakımından son derece önemli olduğunu belirtmek gerek. Bir kez kar oranı ile sömürü oranı özdeş olduğu için, Ricardo’ya göre, kar oranının düşmesi yalnızca sömürü oranının azalmasına bağlı. Halbuki bu iki oran birbirinden farklı olduğu ve kar oranının belirlenmesinde sabit sermaye de bulunduğu için sömürü oranı artarken de kar oranı düşebilir. İkincisi, Ricardo’nun kar oranının düşmesi yalnız sömürü oranının düşmesine, bu da toprak rantının artmasına bağlı. Bunun anlamı şu: Eğer toprak sahipleri ve toprak rantı olmasa, kapitalizmin hiçbir sorunu olmaz. Sonsuza kadar sürer. Fakat gerçekte ise kar oranının belirlenmesinde sabit sermaye de bulunduğu ve zamanla sabit sermayenin değişken sermayeye oranı yükseldiği, başka deyişle, sermayenin organik bileşimi yükseldiği için kar oranı düşme eğilimi gösterir. Bu yüzden kapitalizm, kendi yapısı nedeniyle de sonsuza kadar süremez. Başka bir deyişle kapitalizm, kar oranının düşmesinden, bunalımlardan ve zamanını doldurmaktan kurtulamaz.
Ricardo’nun iktisatında kapitalizmin bunalımı diye bir sorun yok. “Ricardo, bunalımlarla ilgili, dünya piyasasının genel bunalımları ile ilgili, üretim sürecinin kendisinden doğan bunalımlarla ilgili hiçbir şey bilmiyordu.” Ricardo, 1800-1815 arasındaki bunalımları “kötü hasat nedeniyle artan tahıl fiyatları” ve daha sonraki bunalımları da “kısmen tahıl fiyatlarının düşmesi” ile açıklıyordu.(60) Ricardo’nun 1823 yılında ölmesinden hemen sonra kapitalist dünya, ilk genel kapitalist bunalım ile karşılaştı. Ayrıca işçi sınıfı Fransa’da da, İngiltere’de de gücünü göstermeye başladı. İki yönden: Birisi, Ricardo’ya dayanarak ilericilik yapmak isteyenler, diğeri ise Ricardo’nun geliştirdiği emek kuramının ilerici içeriğini görüp değer kuramını ortadan kaldırmak isteyenler tarafından.
İkinci grup Malthus ile gelişti. Say’de en gelişkin örneğini buldu. Malthus, değer kuramına şiddetle hücum edip tarımda verimliliğin azalması “yasasını” kendisine ilke edindi. Say, kapitalizmde bunalım olmayacağını en “bayağı” biçiminde kanıtladı. Sonra bayağılaştırma işi üniversitelere ve meslekten iktisatçılara, “akademisyenlere” düştü. Böylece kapitalizme “mazeret” arama, üniversitelerin en temel görevi haline geldi. Marx bunlar için “böyle eserler ancak siyasal iktisat bir bilim olarak alanının sonuna ulaşınca çıkacağı için onlar aynı zamanda bilimin mezarıdır” diye yazdı. Bunlara muhalefet edip Ricardo’ya dayanarak “ilericilik” yapanları, “ya onlarla aynı yerde duruyorlar, ya da onların aşağısındadırlar” diye niteledi. (61)
29. F.Engels, Karl Marx, Seçme Eserler, sayfa 370.
30. K.Marx, Siyasal Yazılar, Birinci Cilt, sayfa 192. İngilizce.
31. F.Engels, Ütopyacı ve Bilimsel Sosyalizm, Seçme Eserler, sayfa 403.
32. E.J. Hobsbawm, Devrim Çağı 1789-1848, sayfa 93, İngilizce.
33. J.M. Thompson, Robespierre ve Fransız devrimi, sayfa 135, İngilizce.
34. K.Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, sayfa 54, İngilizce.
35. A. Soboul, 1789 Fransız İnkılabı Tarihi, sayfa 298, Şerif Hulusi’nin çevirisi.
36. E.J. Hobsbawm, aynı eser, sayfa 94.
37. Aktaran, Albert Boboul, aynı eser, sayfa 470.
38. K. Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, sayfa 64.
39. K. Marx, Lui Bonapart’in On sekizinci Brümeri, Seçme Eserler, sayfa 99, İngilizce.
40. K.Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, sayfa 53.
41. K. Marx, Siyasal Yazılar, sayfa 209.
42. K. Marx, Siyasal Yazılar, Birinci Cilt, sayfa 212.
43. K. Marx, Siyasal Yazılar, Birinci Cilt, sayfa 330.
44. K. Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, sayfa 27.
45. K. Marx, aynı eser, sayfa 117.
46. K. Marx, Grundrisse, sayfa 752.
47. K. Marx, Grundrisse, sayfa 753-754.
48. K. Marx, Kapital, Üçüncü Cilt, sayfa 626, İngilizce.
49. K. Marx, aynı eser, sayfa 627.
50. K. Marx, Felsefenin Sefaleti, sayfa 146, İngilizce
51. John Hicks, Sermaye ve Büyüme, Oxford 1972, sayfa 43 ve 44, İngilizce
52. K. Marx, Kapital, Birinci Cilt, sayfa 761, İngilizce.
53. K. Marx, Kapital, İkinci Cilt, sayfa 398-399.
54. V.İ. Lenin, Pazar Sorunu Üzerine, sayfa 7, İngilizce.
55. K. Marx, Kapital, Birinci Cilt, sayfa 715.
56. K. Marx, Kapital, Üçüncü Cilt, sayfa 177.
57. K. Marx, Artık Değer Kuramları, İkinci Kısım, sayfa 374, İngilizce.
58. K. Marx, Artık Değer Kuramları, İkinci Kısım, sayfa 562.
59. K. Marx, aynı eser, sayfa 463.
60. K. Marx, Artık Değer Kuramları, İkinci Kısım, sayfa 497.
61. K. Marx, Siyasal İktisatın Eleştirisine Giriş, sayfa 276.
Yurt ve Dünya Dergisi
Mayıs 1977 sayı 3