İtalyan yeni gerçekçilik ve Fransız yeni dalga sineması, ikinci dünya savaşından sonra oluşan yeni dünyanın sinemadaki yansımasıdır. Kapitalizmin, sermaye biriktirme döneminin, yaklaşık olarak 19. yüzyıl başından 20. yüzyıl ortalarına kadar süren karakteri, 1945 den sonrasında başka bir karaktere dönüşmekteydi. Bu dönüşümün temel nedenlerinden birisi de dünyanın artık sadece kapitalizmin dünyası değil, aynı zamanda ezilenlerin de iktidar olabildikleri ve ikinci dünya savaşının sonunda tescillenen işçi iktidarlarının da dünyasıydı. İnsanın, neredeyse topyekün bir hacimlikte, sanat, edebiyat, özgürlükler, gelecek üyopyaları, bilim, felsefe v.b. konularda ve eğitim, sağlık, ulaşım, çalışma özgürlüğü v.b. alanlarda kapitalizmin karşısına dikilebildiği, sorguladığı ve yenisini önerebildiği yeni bir dünya.
Bernardo Bertolucci’de böyle bir döneme, Pier Paolo Pasolini’nin yönetmen yardımcısı olarak gözlerini açan genç bir sinemacıdır. Pasolini’den edindiği sinema tecrübesiyle oldukça genç bir yaşta ilk filmini çeker. “Devrimden Önce”, Bertolucci”nin ilk filmi olmasının yanında aynı zamanda kendi senaryo ve kurgusuyla yaptığı da ilk filmidir. Elbette öncesinde kısa da olsa hikaye, senaryo ve yönetmen yardımcılığı birikimiyle. “Devrimden Önce” filmi ilk çekildiği yıllarda kayda değer bir ilgi görmemiş ve ikinci filmi “Komformist”e kadar aradan altı yıl kadar bir zaman geçmesi gerekmiştir. Aradan geçen altı yıllık zamanda Bertolucci, bütün zamanların en iyi spagetti western filmlerinden olan “Bir Zamanlar Batıda” filminin senaryosunu da yazmış, siyasal kimliğinin gereği ve kaçınılmaz sonucu olarak İtalya Komünist Partisinin üyesi de olmuştur. Bütün bu birikimler onun 1970’li yılların neredeyse ilk yarısında dört filminin üst üste gelmesine yetmiştir. “Komformist”, “Örümceğin Stratejisi”, “Pariste Son Tango” ve “Novecento/1900”.
Arada atlamadan söz etmekte fayda var ki, “Bir Zamanlar Batıda”, Sergio Leone’nin Amerika üçlemesinin ilk filmidir. (diğerleri, “bir zamanlar devrim” ya da bizdeki dublajıyla yabandan gelen adam ve “bir zamanlar Amerika’da”) Daha önceki bir yazımızda da söylendiği üzere Amerika üçlemesi, özellikle Amerika ölçeğinden kapitalizmin sorgulandığı, kapitalist sermaye birikiminin aslında bir Amerikan rüyası değil kapitalizmin vahşiliği üzerinedir.
“Devrimden Önce”, “Komformist ve “Örümceğin Stratejesi”, Bertolucci sinemasının faşizm üçlemesidir, sonrasında gelecek olan “Novecento (1900)” ise, İtalya’nın yarım yüzyılının sınıf-faşizm-devrim tarihi gibidir.
Bir sinemacının filmografisini dönemleştirme ya da kategorize etmek her ne kadar doğru değilse ve zorlama olsa da, Bertolucci sineması, bu dönemleştirme ve kategorileştirmeyi kolaylaştıran etki de yaratır. Bir yanda “devrimden önce” den “novecento” ya siyasal sinema, diğer yanda “paris’te son tango” dan “ay”, “çölde çay”, “son imparator” ve diğerleri şeklinde devam eden, siyasal sinemanın alt kategorileri diyebileceğimiz eleştirel sinema. Hiç kuşkusuz eleştirel sinemanın siyasal sinemayı besleyen, olgunlaştıran ve ufkunu açan özelliğini yadsımaksızın.
“Devrimden Önce”, “Komformist” ve “Örümceğin Stratejisi”, faşizmden çok çekmiş İtalya’nın (ve aslında bütün bir Avrupa’nın) siyasal sorgulaması ve faşizme lanet okuması gibidir. 1950’li ve 60’lı yıllar bir yandan bütün bir özgürlükler dünyasının doyasıya yaşanması kadar, diğer yandan faşizm belasının travmasıyla adeta cebelleşmektedir. Üstelik üç filmde de karakterler, burjuva ya da küçük burjuva entelektüel karakterlerdir. “Komformist”te, faşizm dönemindeki bir faşist suikastçinin, Fransa’ya bir akademisyeni öldürmesi için gönderilmesi anlatılır. Suikastçi, faşizme adanmış kişilikten çok, sınıf atlama derdindeki bir fırsatçıdır ve başka bir zamanda faydası olacağını düşünerek olsa gerek, suikast sahnesinde, bütün ısrarlara rağmen tetiği çeken olmaz. Nitekim o başka zaman geldiğinde de yanındaki diğer faşisti ele verir. Yani tam bir komformisttir.
“Örümceği strateji”sinde, faşizm döneminde öldürülmüş babasının izlerini süren oğulun hikayesi vardır. Yaşadığı şehirde bir kahraman olmuş partizan babasının nasıl öldürüldüğünü, halen yaşamakta olan yoldaşlarından öğrenme çabasına giren oğulu, bir sürpriz bekliyordur. Faşistler tarafından öldürüleceğini öğrenen partizan baba, ölümünü, yoldaşlarının gerçekleştirmesini ister, ve bu durumu hep birlikte gizlerler.
Bertolucci, faşizm üçlemesinin her birinin final sahnesinde enternasyonel marşı söyleyerek meydanlara çıkan kitleleri göstererek sonlandırır filmlerini. Bu İtalya’da ve aslında bütün bir Avrupa’da devrim diye simgelemektir dönemi. 1960’lı yıllar hem devrimli yıllardır, hem de devrimden az önceki yıllardır Bertolucci’nin vizöründen bakıldığında. “Devrimden önceki yılları yaşayamayanlar hayatın güzelliğini anlayamaz” mottosuyla açılan “devrimden önce” filmi ve 2003 yılında verdiği bir röportajda söylediği “1960’lı yıllarda genç olduğumu hatırlıyorum. Geleceğe dair büyük bir umut vardı. Bugün gençlikte eksik olan bu. Bu dünyayı hayal edebilme ve değiştirebilme” derken söylediği büyük olasılıkla budur diyebiliyoruz.
Novecento/1900 filminin kapanış sahnesi de enternasyonal marşı söyleyen kitlelerin meydanlara çıkışıyla sonlanır. Ancak enternasyonalin, 1900 filminde, finalin dışında da söylendiği başka bir yer vardır ki, o da 1917 Ekim devrimi günleridir.
1900 filmi Bernardo Bertolucci’nin siyasi sinemasının en olgun halidir. İtalya ölçeğinden 1900’lu yılların başından ilk yarısına kadar olan zamana bakarak sınıfsal mevzilenmeleri, kapitalizmin krizinin yarattığı savaşı, faşizmin ortaya çıkışını ve faşizmin yenildiği bir devrimi anlatır bu destansı ve uzun filminde. Tıpkı meslektaşı Sergio Leone’nin “Bir Zamanlar Amerika’da” filminde üç saat kırk dakikalık bir zamanda anlattığı, Amerika’daki kapitalizmin macerası gibi, beş buçuk saat gibi bir dilimde anlatır Bertolucci İtaltya’yı. Ticari bir sinema için öngörülen sürenin iki katı, üç katı gibi bir sürede. Demek ki ticari kaygılar iki sinemacı için pek bir şey ifade etmemiş.
1900 filminin açılış sahnesi, biri burjuva bir ailenin, diğeri aynı kapitalist çiftlikteki bir proleter ailenin çocuklarının aynı anda, yani 1900 yılında doğuşuyla başlar. İki farklı sınıfın insanları olan bu çocuklar, çocuklukları ve ilk gençlik yıllarında bu sınıfsal aidiyetleri fark etmeseler de, kente, yani sınıfsal farklılaşmanın ve çelişkilerin daha yoğun yaşandığı mekanlara eğlenmek amacıyla da olsa gittiklerinde, sınıfsal farklılıkları yaşamaya başlayacaklardır. Biri, tırnak içinde entelektüel, aslında komformist burjuva amcanın yanında, diğeri işçi sınıfı mücadelesine baş koymuş bir öğretmenin yanında sınıfsal aidiyetlerinin yollarına koyulacaklardır. 1914’de patlayan emperyalist savaşta proleter gence savaş düşerken, burjuva gence de kapitalist çiftlikte, proleterlerin yoksullaştırılması ve işsizleşmesi pahasına daha çok kar etme savaşı düşer. Savaş sonrasında da durum değişmeyecek, proleterlerin payına faşizmin baskısı, kapitalistlerin payına ise kar larının faşizm tarafından korunması düşecektir.
Novecento sadece bir faşizm eleştirisi değil, aynı zamanda faşizmden çıkışın da öyküsüdür. İtalyan işçi sınıfının, örgütlenerek, direnerek ve savaşarak, arkasına aldığı 1917 Ekim devriminin de gücü, rüzgarı ve yol göstericiliğiyle devrime giden yolu açışıdır.
İlhan Kabadayı