Günümüzden yaklaşık iki bin yıl kadar önce Roma imparatorluğu döneminde, bir köle olarak köleliğe, ve sırf soylular eğlensin diye birbirlerini öldüren gladyatörlüğe razı olmamış, isyan etmiş, başkaldırmış ve sonunda yenilerek ölmüş bir isim Spartaküs. Onu, iki bin yıl boyunca yaşatan, efsaneleştiren ve günümüze kadar getiren tarih yazımı, elbette yenilgisi üzerine değil. O, tarih içerisinde köle olmaya başkaldıran ve kendisinden sonrasına da bunu öğütleyen bir figür.
Roma imparatorluğu savaşçılarının, Trakya bölgesindeki bir savaşta ele geçirdikleri ve muhtemelen, bölgenin Sparta hakimiyet bölgesi olduğu için Spartalı olduğu varsayılan bir köylüdür Spartaküs. Savaş ganimeti olarak köle edilen ve pazarlarda alınıp satılan bir köle olarak Spartaküs, Roma imparatorluğunun hakimiyetindeki bir çok bölgede, taş ocağı işçiliğinden tarla işçiliğine kadar, farklı ve çok çeşitli işlerde çalıştırılır ve nihayet Roma’lı bir gladyatör okulunun sahibi tarafından satın alınarak, gladyatör yapılmak üzere okula getirilir.
Stanley Kubrick’in 1960 tarihli filmi Spartaküs, bir kölenin önce gladyatör, sonra da köle isyanlarının lideri konumuna gelişinin tarihini anlattığı dramatik ve epik yapımıdır. Filmin senaristi, ABD’nin soğuk savaş dönemini başlattığı yıllarda kurduğu, anti-komünist histerili araştırma komisyonunca suçlu bulunarak mahkum edilen Dolton Trumbo’ya ait, ve yapımcısı filmin baş karakter oyuncusu Kirk Dauglas. Dauglas’ın bu filmin yapımında çok büyük emeği, cesareti, ısrarı olduğu bilinen bir gerçektir. Dauglas, filmin senaryosunun Trumbo tarafından yazılmasında gösterdiği zorlayıcılığa varan ısrarıyla, Kubrick’in yönetmen koltuğunda olmasındaki çabasıyla, filmin, Dünya sinema tarihine girmesine kaynaklık etmiştir.
Spartaküs’ün, köle olmaya karşı çıkışı, gladyatör olduğunda bir soylunun egosunu tatmin etmek için arkadaşını öldürmek zorunda olmasıyla çakıştığında, isyanın fitili ateşlenir. Arenada başlayan isyan, dalga dalga bütün Roma topraklarına yayılır. İsyan eden köleler intikam hırsıyla, ellerine geçirdikleri soylulara köle muamelesi yaparlar ve sonrasında da öldürerek, mallarını ve mülklerini talan ederek yollarına devam ederler. Tarihte, üçüncü köle ayaklanması olarak geçen bu isyan, sonunda yetmiş bin kişilik bir köle gücüne ulaşır. Ancak, bunun, giderek bir anarşiye, amaçsız bir talan ve çapula dönüşmesi kaçınılmaz gibi gözükse de, isyanın bu yüzünün, bir başka yüzüne doğru dönüşmesi de kaçınılmazdır. Bu diğer yüzün, yani özgürlük mücadelesi yüzünün ortaya çıkışıyla da Spartaküs, artık isyanın ve özgürlük mücadelesinin lideri ve komutanıdır. Tek istediklerinin özgür bireyler olarak Roma topraklarında yaşamak olduğu talebi senatoya iletildiğinde ise alınan cevap, Roma ordusunun kölelere karşı savaş kararıdır. İsyan eden köleler, çocuk, kadın, yaşlı, erkek ve savaşçı olarak artık bir toplum ve komündürler de aynı zamanda. Onların yaşamsal ihtiyaçları, bir işbölümünü ve kuralları da gerektirir, ve aynı zamanda da savaşa hazırlanmayı da.
Kubrick, İ.Ö. 73-71 yılları arasında yaklaşık iki yıl boyunca süren köle isyanını, “Spartaküs” filminde en ince ayrıntısına kadar sahneler. Aynı amaç için, yani özgürlük için bir arada olan, köleliğe başkaldırmış bu topluluğun, adım adım, kendi içlerinde otonom bir hayat kuruşlarını da izleriz. Beslenmek için kurulan ortak mutfakta da, ve besin maddelerinin tedarikinde de, barınma ihtiyaçlarının giderilmesi için inşa edilecek barınakların yapımındaki marangozluk işçiliğinde de bir işbölümüne gidilmiş, eğitimcilerini çıkartmış, ve hatta sanatçı edebiyatçı ve felsefecileri de olmuştur. Savaşçıların hazırlanması ve savaş taktiklerinin üretilmesi de atlanmamıştır.
Roma senatosu da, Roma soyluluğunun varlığının devamı için, bu özgürlük hareketini yok etmek ile, onlarla anlaşmak arasında ki tartışmada, özgürlük hareketini yok etme kararını almış, yetmiş bin kişilik köle topluluğunu tümüyle yok etmek üzere harekete geçmiştir. İsyancı kölelere düşen de “köle olarak yaşamaktansa, özgür insan olarak ölmek”tir.
Stanley Kubrick, sürekli farklı türler deneyen, mükemmeli arayan bir “mükemmeliyetçi” tanımlamasına fazlaca maruz kalmış bir yönetmendir. Oysa Kubrick sineması, mükemmeli arayışının yanında, anti militarizmi, yabancılaşmayı, suç ve suçun kaynağını da arayan bir yönetmendir daha çok. Temanın ve karakterlerin anlatımında mükemmeliyetçiliğe, ya da mükemmeli arayışa varan anlatımının, izleyicisiyle bağ kurmaya çalışmaktan çok, izleyiciyi karakterin ve temanın içine sokma çabasıdır. Mükemmeli arayışının, örneğin, “Dr. Strangelove”daki, Moskova yakınlarındaki bir askeri üsse atom bombasını atmaya giden savaş pilotunun, emri aldıktan ve emrin iptalinin de geri dönüşümünün kilitlenmesinden itibaren gerçekleştirdiği bütün teknik hazırlık ve çalışmaların detaylarını, dakikalarca sürecek kadar uzun, seyirci için anlaşılmaz, gereksiz ve karmaşık gibi gözüken detayları gösterirken ki muradının, seyircinin, karakterin içerisine girmesini sağladığını akılda tutmakta fayda vardır. Ya da, “Full Metal Jacket” filminin yarısının, Wietnam savaşına gidecek askerlerin, eğitim detaylarına boğulmasının ardında yatan gerekçe de yine, bir savaş makinasına, bir katile dönüştürülen insanın içerisine girmesini sağlamaktır seyircinin.
“Zafer yolları”, “Dr. Strangelove”, “Barry Lyndon” ve “Full Metal Jacket” Kubrick sinemasının savaşa ve savaş oyunlarına bakışıdır. Kubrick, bu filmlerinde savaşı, toplumsal genel bakıştaki gibi, kahramanlık, destanlık v.b. duygu ve ideolojilerle bezenmiş halinden kurtararak, ve tersyüz ederek, savaşı; kurulan, kurgulanan ve birilerinin elindeki iplerle oynattırılan oyun olarak gösterir. Zafer yolları, birinci dünya savaşı, Dr. Strangelove soğuk savaş dönemi, Barry Lyndon 18. yy İrlanda-Britanya savaşı dönemini ve full metal jacket ABD’nin Vietnam savaşına dairdir.
Savaş, hegamonik siyasi iradenin oyun alanıdır Kubrick sinemasında, ki bu, kimi zaman “savaş yollarında”, savaş karargahında bir generaldir, kimi zaman “full metal jacket”te, eğitim birliğinde bir çavuştur, ya da kimi zaman “Dr. Strangelove”de, bir devlet başkanıdır. Savaş oyunu oynayan karakterler, siyasi iradeden güç alırlar ve güçlerini yeniden siyasi iradeye aktarırlar. Savaş oyunları karakterlerinin, insani özelliklerden yoksun, soğuk ve mekanik olması, hatta vatanseverlik, milliyetçilik duygularından dahi uzaklığı, amaçsızlığı, bu nedenlerle de filmlerinde savaş olgusunun bitimsizliği, Kubrick sinemasının genel karakteridir. Dram yerine, hayli sert bir gerçekçilik baskındır ve klasik Hollywood sinemasında olduğu gibi mutlu sonlarla bitmez, hatta sonlu değildir.
Hangi ülkenin ve tarihinin önemsiz olduğu bir savaşta, “savaş yolları”nda, düşman elinde olan bir mevzinin alınması emrini veren general, o mevzinin alınamayacağını herkes kadar bilmektedir ve bu duygu, general karakterinin ifadesinde patlarcasına gözükür. Harekat başlatılır, bombalar patlar, silahlar kan kusar, askerler ölür ve sonuçta mevzi kazanılamaz ve geri dönülür. Mevzi savaşını kaybeden general, bunun sorumluluğunu bir altındaki generale yükleyerek, savaşı, bu kez içe doğru devam ettirecektir. Mevzi harekatının başarılamamasının nedeninin, üç askerin hataları, yetersizlikleri ile isteksizlikleri olduğu tespit edilir ve derhal savaş mahkemesi kurularak, üç askerin yargılanmasına başlanır. Kubrick, savaş yollarında, suç ve suçun kaynağını, savaş ve nedenlerinin içine ustaca yerleştirerek ikisi arasındaki diyalektik bağı perçinler.
Vietnam savaşına gönderilmek üzere hazırlanan askerlerin anlatıldığı “full metal jacket”, insan masumiyetinin nasıl yok edilerek, savaş oyununun mekanik bir parçası haline getirilişini anlatır. Bütün insani duygularından arındırılmış ve bir savaş aracına dönüştürülmeye çalışılan insan, ya buna uyum sağlayamaz ve kendini yok eder, ya da uyum sağlayarak, miğferinde yazdığı gibi “doğuştan katil”dir artık. Ancak, miğferinde yazana rağmen, yakasında da barış rozetini, anlamı belirsizleşmiş bir biçimde de olsa bulundurur.
Suç ve suçun kaynağı, Kubrick sinemasının, anti militarizm ile birlikte ikinci önemsediği alandır. Suçta bireyin rolünün, toplum ve toplumsal koşullar içinde olabileceği gerçeğini, ters bakış açısıyla anlattığı “clockwork orange” filmi, fütürist bir dönem içinde geçer, ancak ne film, ne de Kubrick’in bakış açısı fütüristtir. Konunun fütürist bir zaman içinde geçiyor oluşu, aşırılıklar çağına bir gönderme ve fetiş ironisini bunun içine yerleştirme çabasıdır aynı zamanda. Gelecek bir zamanda, bir mahalle çetesi, mekanik bir suç örgütü gibi sürekli suç işlemektedir ve çete üyeleri suç işlerken hiçbir amaç içinde değildirler. Fakat onları bu duruma koşullayan şey, ya da suç işlemelerini kışkırtan şey, sokakta, evde, oturdukları cafelerde, kameralar aracılığıyla sürekli izleniyor olmalarıdır. Onları izleyen siyasi iradenin, onlardan istediği şey ise suç işle-me-meleridir. Çünkü bu nedenle siyasi irade ya da yöneticiler, işlenmiş suçu cezalandırabilecekler, ya da suçluyu rehabilite etme deneylerini gerçekleştirebileceklerdir. Clockwork orange filmiyle Kubrick, bu tartışmayı açar ve bugünün gerçekliğini gelecek zamanın içerisine ustaca yerleştirerek, gelecek-bugün diyalektiğindeki kurgucu ve ütopik hatta distopik sinema eğilimlerine tersten cevap verir.
İlhan Kabadayı