Bugün Türkiye’de siyasetin seyir çizgisini belirlemede, daha önemlisi yakın gelecekteki oluşumları kestirmede temel alınması gereken önemli bir olgudan söz edeceğiz: Ufuk daraltması…
Ufuk daraltması, “AKP sonrası Türkiye” ile ilgili olarak muhalefetteki beş partinin (CHP, İP, Deva, Gelecek ve Saadet) açıkça ya da örtük biçimde paylaşmakta oldukları vizyonla ilgilidir. Vizyonun özü, AKP Türkiyesi'nin bir takım rötuşlarla muhafaza edilmesi, kimi “sivri” yanlarının törpülenerek bu partilerce yumuşak sayılan bir geçişin sağlanmasıdır.
Muhalefetteki beş parti AKP’ye ve mevcut rejime ne kadar karşı ise, bu karşıtlıktan daha ağırlıklı olmak üzere, AKP’nin “gidişinde” ve AKP sonrasında etkili olabileceği hesap edilen “radikal” eğilimlerden kaygılanmaktadır. Başka bir deyişle bugün izlenen çizgi, sadece “Böyle yaparsak AKP’yi daha kolay eritiriz” hesabından ibaret değildir; ufuk daraltması, aynı zamanda bu muhalif partilerin kendilerini de rahatsız edecek daha ileri talep ve arayışların önünü kesmeye yöneliktir.
Burada, siyasetin akışında kendiliğinden ortaya çıkan bir durumdan söz etmiyoruz; başta Kılıçdaroğlu CHP’si olmak üzere muhalefetteki aktörler “yumuşak geçiş” adına bu ufuk daraltma politikasını bilinçli olarak izlemektedir.
Abdullah Gül adının hala ortalarda dolaşabilmesi, mutasavver “ortaklardan” Babacan’ın parlatılması, Davutoğlu’nun “Ben hiç sağda olmadım” deme gereği duyması, parti yönetimine muhalif olduğu bilinen Selin Sayek Böke’nin Genel Sekreterlik görevine getirilmesi aynı vizyon çerçevesinde değerlendirilmelidir.
***
“O taraf” öyle; ya iktidar cephesi?
İktidar cephesinde siyasal hesaplar muhalefet cephesine göre daha karmaşık, çok yönlü ve açık uçludur.
İktidar cephesinin, muhalefetteki bu yumuşak geçiş vizyonunun farkında olmaması mümkün değildir. Bu farkındalık, biri güncele, diğeri ise yakın geleceğe ilişkin olmak üzere iktidar cephesini iki siyaset çizgisine yöneltmektedir. Bunlardan güncele ilişkin olan birincisinde iktidar cephesi, bu yolla daha da yumuşatabileceğini bilerek karşı tarafın üzerine üzerine yürümeye kararlı görünmektedir.
İkincisi ise yakın gelecek için şimdilik cepte tutulmaktadır: MHP ile birlikte bile iktidar olamama anlamında bir seçim kaybı mukadderse, yumuşamış muhalefetin bir parçasıyla yeni bir ittifaka yönelme, hatta ülkenin ikinci büyük partisiyle “milli koalisyon” adına istikşafi görüşmeler başlatma gibi alternatifler neden düşünülmesin?
İkincisini bir yana bırakıp birincisiyle devam edelim.
***
Bugünkü iktidarın ya da rejimin 1923 Cumhuriyeti ile hesaplaşma gibi bir gündemi olduğu açıktır.
Rejim açısından, bu hesaplaşma henüz tamamlanmış değildir. Gündemde “tamamlanmamış” başka hesaplaşma başlıkları olduğu kesindir. Ne var ki rejimin kitle desteği bu alanda tam yol gitmek için yeterli olmadığı gibi atılan kimi adımların (örneğin Ayasofya) marjinal faydası da giderek azalmaktadır.
Önemli bir ek daha yapacağız: Rejimin kendi ideolojisi ve siyaset anlayışı, Cumhuriyetle “içerde” hesaplaşmanın belirli sınırlara gelip dayanmasıyla birleştiğinde yön işaretlerini “dışarıya” çevirmektedir. Daha açık söyleyelim: İrredantizm (ülke sınırları dışında kalan ve “bize ait” denilen kimi coğrafyaları “kurtarma” ya da “ilhak etme”) içerde sınırlarına gelen bir hesaplaşmayı sürdürmenin bir aracı olarak ön plana çıkmaktadır.
2023 yılının hem Cumhuriyetin hem de Lozan’ın 100. yılı olmasına bir de bu gözle bakılmasında yarar vardır.
İrredantizmin fiilen hayata geçirilmesi çok güç, hatta imkânsız olsa bile şüyuunun vukuu kadar etkili olabileceği hesap edilmektedir.
***
Son doğalgaz olayı siyasette tuhaf bir “ölçümü” de beraberinde getirmiştir.
Bu ölçüm, kimin neye ne kadar “sevindiğiyle” ilgilidir ve muhalif kesimlerde hayli etkili olmaktadır. Rejim, karşısındaki partileri, çevreleri, kuruluşları, yorumcuları, vb. doğalgazla ilgili değerlendirmelerine “Kuşkusuz hepimiz için sevindirici bir gelişme” gibi cümlelerle başlamaya mecbur bırakmıştır.
“Üzüldük”, “İşte bu kötü oldu” gibi şeyler söylenmesinin hiçbir şekilde düşünülemeyeceği bir konuda insanların söze “Biz de sevindik” diyerek başlama zorunluğunu duyması,muhalefet açısından bir aczin ya da açmazın, iktidar açısından ise bir başarının ifadesi sayılmalıdır.
Zaten yumuşak geçişe kilitlenmiş bir muhalefeti “milli davalarla” daha da yumuşatıp bir yerlere çekme, seçim hesaplarını ve seçim sonrası iktidar kombinasyonlarını önümüzdeki 2-3 yıl içinde aynı “milli davalar” çerçevesinde yaratılacak ortamlara oturtma, rejimin ana siyaset çizgisi olacağa benzemektedir.
Böyle olursa, ufuk daraltıcıların ortaya atılacak gündemlerin peşine takılacakları ise kesindir.
Metin Çulhaoğlu
İleri haber 29 Ağustos 2020