Türkiye sosyalist hareketinde ağırlıkla “Kemalist iktidar karşısında nasıl bir tutum alınması gerektiğine” odaklanan ve çok dar çevrelere sınırlı kalan 1920’lerin ve 1930’ların tartışmalarını bir yana bırakırsak, “devrim stratejisine” ilişkin tartışmalar asıl 1960’lı yıllarda canlanmıştır.
1960’ların ikinci yarısına gelindiğinde ülkede aşamalı devrim (önce milli demokratik devrim- MDD) öngörenlerle doğrudan (aşamasız) sosyalist devrimi (SD) öngörenler arasında net bir ayrışma ortaya çıkmıştır.
Bu ayrışmanın ayrıntılarına girmemiz mümkün değil. Ancak, günümüz için belirli anlamlar taşıyan kimi kilit noktalara değinebiliriz. Dönemin sosyalistleri söz konusu olduğunda MDD tezinin özellikle Mihri Belli tarafından temsil edilen bir “klasik” versiyonu, bir de daha sonra Mahir Çayan tarafından geliştirilen ve “kesintisiz” denebilecek başka bir versiyonu vardır. İlkinde net bir aşamacılık görürüz; önce MDD olacak, bir süre böyle gidecek ki sonra SD olabilsin… Çayan’da ise birbirinden net ayrıştırılmış aşamalardan çok bir süreç kurgusu buluruz: Evet, MDD hedefiyle yola çıkılacaktır; ama bu süreç kesintisiz biçimde ilerleyerek sonuçta sosyalist devrime varacaktır…
SD cephesi ise bu teze siyasal devrimle toplumsal devrim arasında Marx’a sadık bir ayrım yaparak karşı çıkmıştır. Bu ayrım, siyasal iktidarın fethi anlamında SD’yi bir “an” olarak değerlendirirken siyasal iktidarın fethini izleyecek dönemin bir süreç olduğunu vurgulamıştır. Yeri gelmişken, bu tezin geliştirilmesinde Behice Boran’la birlikte Kenan Somer’in payını ve ağırlığını da teslim etmek gerekir.
***
50 yıl sonra neler söylenebilir?
Bizce SD kampı siyasal devrimle toplumsal devrim arasında ayrım yaparken ve bunlardan ilkini “an” ikincisini ise “süreç” olarak düşünürken temelde haklıydı. Ne var ki dönemin hararetli tartışmaları içinde sosyalist devrim adına çubuğun “andan” yana fazlaca bükülmesi, siyasal devrimin, yani siyasal iktidarın fethinin de kendi karmaşık ön süreçleri olacağı gerçeğini gölgelemiştir.
Bugün, “devrim stratejisi” söz konusu olduğunda söylenebilecek ne varsa hepsinin 1971’e kadar zaten söylenmiş olduğunu ve sadece bunlar üzerinden yürünmesi gerektiğini düşünmüyorsak, siyasal devrimin, yani sosyalist devrimin kendi ön süreçleri üzerinde daha fazla düşünmek ve tartışmak zorundayız.
Bu arada kuşkusuz “elde olanları” da unutmadan:
Elde var bir: Bugün Türkiye’de sınıfsal çıkarları emperyalizmden kopmakta yatan, bunun için kendi temel sınıf düşmanıyla bile işbirliği yapabilecek herhangi bir sermaye kesiminden söz etmek tamamen saçmalıktır.
Elde var iki: İşçi sınıfının ve sosyalistlerin, güncel ve somut hedefler dışında, özellikle ayrı/ön bir devrim aşaması için ittifak yapması gereken/yapabileceği herhangi bir toplumsal ve ya da sınıfsal kesim yoktur. Kürt hareketinin konumu ayrı bir başlıktır.
Elde var üç: Türkiye sosyalist devrime kadar kuşkusuz pek çok siyasal, toplumsal vb. kırılma yaşayacaktır; ancak, ne kadar önemli olurlarsa olsunlar bu kırılmaların hiçbiri “devrim” sıfatını hak eden bir radikallik ve dönüştürücülük taşımayacaktır. İsteyen 2002 yılındaki AKP iktidarını “muhafazakâr demokrat inkılâp” olarak değerlendirip buradan başlatsın, isteyen 2010 referandumunu “demokratik devrimin tamamlanması” sayıp burada bitirsin; hepsi fantezidir.
Elde var dört: Behice Boran’ın kimilerine totoloji gibi görünen sözünün bu söylenenleri özetleme anlamında özel bir değeri vardır: “Türkiye’de bir devrim gündeme geldiğinde bu sosyalist devrim olacaktır…” Evet, her şey olabilir, ama adını devrim koyacaksak bu ancak sosyalist devrim olabilir…
***
Sosyalist devrimin kendi ön süreçleri dedik, SD’cilerin 50 yıl önce konunun bu yanını gölgede bıraktığından söz ettik.
Bu gediği şimdi kapatmak gerekiyorsa kurgulara, hatta düş gücünün ortaya çıkarabileceklerine elbette başvuralım; ama bunlardan çok daha değerlisi, söz konusu ön süreçleri daha yakından kestirmemizi sağlayacak halk örgütlenmeleri, eylemlilikler ve cepheler olacaktır.
Metin Çulhaoğlu
İleri haber 25 Eylül 2018